Normalin dışına çıkmak gerekli

On beş yahut on dokuz… Şu anda düşük gelen kayıpların büyüklüğü, sönen bir yaşamın kaç yaşam için mutluluk ve anlam yokluğu demek olduğu o anda anlaşılacak. Bunu yaşamadan basit düşünüp, basit tedbirlerin ne büyük sonuçlara yeteceğini görelim. Pişman olmadan normal hayatımızı “normal insanî hassasiyetlerle” sürdürelim.

DÜN 81 ilde Corona tehdidine ilişkin alınan tedbirlerin uygulanması denetlendi. Bir süredir hepimiz sosyal medya paylaşımlarından, “kontrollü normal” denilen süreçte sürdürmek zorunda olduğumuz meşgalelerden biliyoruz ki eksiğimiz çok.

Kişisel sınır ihlâlinin günlük zorlu rutinlerimizden biri olduğu aşikârdı. Hassasiyetle kendisini yahut sevdiklerini korumak adına bu sınırları daha görünür kılmanın bedeli bugünlerde daha ağır oldu.

“Abartıyorsun” eleştirilerinden de, yeterince bilinmeyen bir virüs için gayet rahat “doğal bağışıklanma” savunucularından da gına gelmiş hâlde, kronik hastalığınızı ya da yakınlarınıza ait endişeleri açıklamak zorunda bırakılmak da yeni bir sınır ihlâli alanı olarak hayatımıza girdi.

Pandeminin ilk haftalarında herkes müthiş felsefik, müthiş toplumcu yaklaşıyordu oysa. Herkes evde kalmalıydı, içe dönme zamanıydı, mis gibi ekmek kokan mutfaklarda krizi fırsata çevirmeliydi… Yaz gelip de bu işin öyle birkaç ayda bitecek bir konu olmadığı anlaşılınca baktık ki, o “Evde kal”cılar pansiyon, yazlık, otel rezervasyonlarına geçiş yaptı. Maskeli fotoğraflar ya da hijyen görüntüleri doğaya dönüş temasıyla yer değiştirdi.

Hâlâ ilk dalganın bitirilemediği ülkemde elbette ekonomi çarkları dönecekti ki zaten zorlu kış şartlarında ve endişe tavan yapmışken de çalışmak zorunda olan büyük bir kesim vardı ve gerekli önlemlerin alındığı korunaklı, sosyal mesafeli ortamlara çoğu zaman sahip de değillerdi. Tüm dünyada her konuda gördüğümüz sosyal dengesizlikler maalesef bu salgında da bütün keskinliği ile kendini hissettirdi.

Üstenci bir dille evde kalamayan halkın eleştirisindeki üslûbun kaçması ile kişisel konfor alanlarının devasa boyutları arasında bir ilişki de olmalıydı ki eleştiriler yanlışın tespitinden yahut öneri getirmekten çoğu zaman uzaktı.

Pandemi tüm dünya devletleri ve halkları için büyük bir sınavdı yahut başka başka amaçları test etme ve hayata geçirme bakımından vesîle oldu. Bu yönü mühim elbette ama dâhil olabileceğimiz, değiştirebileceğimiz bir noktasında değiliz olayın. Ama sıradan yaşantılarımızda, bilhassa günlük hayatımızın her ânında ve sorumluluk alanlarımızda neyi nasıl söylediğimizden, nasıl durduğumuzdan bizzat biz sorumluyuz.

Kimsenin bir başkasının hayat kalitesine tümüyle etki edecek bir hatâyı yapma lüksü yok. Bu tehdidin büyüklüğüne inanmamış dahi olsa başkasına da zarar vermeyeceğinden emin olmadığı bir konuda ihmalkâr davranma şansı hiç yok.

Bu virüs özelinde başından beri vurgulanan bazı bilinenler var onca bilinmeyenin yanında. Bulaşıcılık süresinin belirtiler öncesinde olabilmesi, hiç belirti vermeden taşıyıcı olabileceğimiz, temasın sıfıra yakın olması gerekliliği, kapalı mekânlar için sosyal mesafenin dahi yeterli olmayabileceği gibi…

Çocuğunuzun kalp ameliyatı için bir yaşa gelmesini beklediğinizi varsayınız meselâ. Rahatça, uluorta, dirseğini kapama ihtiyacı bile hissetmeden öksüren biri için hisleriniz ne olurdu? Öfke, kızgınlık, ümitsizlik, artan çâresizlik, endişe ve bu endişeden kaynaklanır şekilde koruyamayacak olmanın acizliği?

Aylardır bilimsel veriler ve hedefler üzerinden konuşuyoruz. Bugün özellikle en basit cümlelerle karmaşanın içinde bizim için önemli olan basit şeyleri hatırlamak istedim. Basit ve fakat mühim!

Her şey istatistiksel rakamlar değil. Her gün merakla baktığımız hasta/ölüm tablosunda bir yakınımız olduğunda bizim için tüm dünya değişecek, sayıların önemi kalmayacak. On beş yahut on dokuz… Şu anda düşük gelen kayıpların büyüklüğü, sönen bir yaşamın kaç yaşam için mutluluk ve anlam yokluğu demek olduğu o anda anlaşılacak.

Bunu yaşamadan basit düşünüp, basit tedbirlerin ne büyük sonuçlara yeteceğini görelim. Pişman olmadan normal hayatımızı “normal insanî hassasiyetlerle” sürdürelim.