DÜN 81 ilde Corona
tehdidine ilişkin alınan tedbirlerin uygulanması denetlendi. Bir süredir
hepimiz sosyal medya paylaşımlarından, “kontrollü normal” denilen süreçte
sürdürmek zorunda olduğumuz meşgalelerden biliyoruz ki eksiğimiz çok.
Kişisel
sınır ihlâlinin günlük zorlu rutinlerimizden biri olduğu aşikârdı. Hassasiyetle
kendisini yahut sevdiklerini korumak adına bu sınırları daha görünür kılmanın
bedeli bugünlerde daha ağır oldu.
“Abartıyorsun”
eleştirilerinden de, yeterince bilinmeyen bir virüs için gayet rahat “doğal
bağışıklanma” savunucularından da gına gelmiş hâlde, kronik hastalığınızı ya da
yakınlarınıza ait endişeleri açıklamak zorunda bırakılmak da yeni bir sınır
ihlâli alanı olarak hayatımıza girdi.
Pandeminin
ilk haftalarında herkes müthiş felsefik, müthiş toplumcu yaklaşıyordu oysa.
Herkes evde kalmalıydı, içe dönme zamanıydı, mis gibi ekmek kokan mutfaklarda
krizi fırsata çevirmeliydi… Yaz gelip de bu işin öyle birkaç ayda bitecek bir
konu olmadığı anlaşılınca baktık ki, o “Evde kal”cılar pansiyon, yazlık, otel
rezervasyonlarına geçiş yaptı. Maskeli fotoğraflar ya da hijyen görüntüleri
doğaya dönüş temasıyla yer değiştirdi.
Hâlâ
ilk dalganın bitirilemediği ülkemde elbette ekonomi çarkları dönecekti ki zaten
zorlu kış şartlarında ve endişe tavan yapmışken de çalışmak zorunda olan büyük
bir kesim vardı ve gerekli önlemlerin alındığı korunaklı, sosyal mesafeli
ortamlara çoğu zaman sahip de değillerdi. Tüm dünyada her konuda gördüğümüz
sosyal dengesizlikler maalesef bu salgında da bütün keskinliği ile kendini
hissettirdi.
Üstenci
bir dille evde kalamayan halkın eleştirisindeki üslûbun kaçması ile kişisel
konfor alanlarının devasa boyutları arasında bir ilişki de olmalıydı ki
eleştiriler yanlışın tespitinden yahut öneri getirmekten çoğu zaman uzaktı.
Pandemi
tüm dünya devletleri ve halkları için büyük bir sınavdı yahut başka başka
amaçları test etme ve hayata geçirme bakımından vesîle oldu. Bu yönü mühim
elbette ama dâhil olabileceğimiz, değiştirebileceğimiz bir noktasında değiliz
olayın. Ama sıradan yaşantılarımızda, bilhassa günlük hayatımızın her ânında ve
sorumluluk alanlarımızda neyi nasıl söylediğimizden, nasıl durduğumuzdan bizzat
biz sorumluyuz.
Kimsenin
bir başkasının hayat kalitesine tümüyle etki edecek bir hatâyı yapma lüksü yok.
Bu tehdidin büyüklüğüne inanmamış dahi olsa başkasına da zarar vermeyeceğinden
emin olmadığı bir konuda ihmalkâr davranma şansı hiç yok.
Bu
virüs özelinde başından beri vurgulanan bazı bilinenler var onca bilinmeyenin
yanında. Bulaşıcılık süresinin belirtiler öncesinde olabilmesi, hiç belirti
vermeden taşıyıcı olabileceğimiz, temasın sıfıra yakın olması gerekliliği,
kapalı mekânlar için sosyal mesafenin dahi yeterli olmayabileceği gibi…
Çocuğunuzun
kalp ameliyatı için bir yaşa gelmesini beklediğinizi varsayınız meselâ. Rahatça,
uluorta, dirseğini kapama ihtiyacı bile hissetmeden öksüren biri için
hisleriniz ne olurdu? Öfke, kızgınlık, ümitsizlik, artan çâresizlik, endişe ve
bu endişeden kaynaklanır şekilde koruyamayacak olmanın acizliği?
Aylardır
bilimsel veriler ve hedefler üzerinden konuşuyoruz. Bugün özellikle en basit
cümlelerle karmaşanın içinde bizim için önemli olan basit şeyleri hatırlamak
istedim. Basit ve fakat mühim!
Her
şey istatistiksel rakamlar değil. Her gün merakla baktığımız hasta/ölüm
tablosunda bir yakınımız olduğunda bizim için tüm dünya değişecek, sayıların
önemi kalmayacak. On beş yahut on dokuz… Şu anda düşük gelen kayıpların
büyüklüğü, sönen bir yaşamın kaç yaşam için mutluluk ve anlam yokluğu demek
olduğu o anda anlaşılacak.
Bunu
yaşamadan basit düşünüp, basit tedbirlerin ne büyük sonuçlara yeteceğini
görelim. Pişman olmadan normal hayatımızı “normal insanî hassasiyetlerle”
sürdürelim.