HER işte evvelâ niyet önemliydi, değil mi?
Severken de, kızarken de, giderken ve dönerken de hep niyet… Hadiste de
söylendiği gibi, “ameller niyetlere göre” idi (sav).
Çünkü amellerde
hep eksiktik. Bazen iyi niyetlerle yanlışlıklar yapabilen arızalarımız vardı.
Ama Allah’ın rahmeti ve merhameti o zaman bile bizimleydi. İnsanların aksine O,
kalplerimize bakıyordu. Bazen iyiyi kötü lânse eden cehaletimiz, ancak O’nun
inayetiyle bizi helak olmaktan kurtarıyordu.
İyi niyeti kalpte
taşırken meydana gelen kusurlar, aksaklıklar bir şekilde tolere edilebiliyor,
yanlış sonuçlar O’nun yardımıyla hasarsız bir nihayete erişebiliyordu. Ama bir
de iyi niyetle tezyinlenmiş, hoş sözlerle betimlenmiş, yumuşatılıp
biçimlendirilmiş kötülükler de vardı âlemde. Elbette bunları da bir gören, bir
duyan vardı. İltifatın altındaki yergiyi, vermek için uzatılan elin düşmanlığını,
gülen gözlerin altındaki sinsiliği bir açık eden vardı. O yüzden insan bir
şekilde iyi görünenin altındaki art niyeti sezebiliyor ve böylece kendini güzel
kisveli çirkinliklerin tuzağına düşmekten koruyabiliyordu.
Âlemde hiçbir şey
vardığı sonuçla kıymet kazanmıyordu oysa… Bütün değer niyetteydi. Akıbet ise
yalnızca Yaradan’ın bildiği ve O’nun izni dâhilinde var olabilecek bir
kavramdı. Ama insanlar sonuçlara odaklandılar. Kötü hasletlerle varılmış gibi
görünen iyilik taklitlerini yüceltirken, halis niyetlerle çabalanan
güzelliklere sonuçsuz diye burun kıvırdılar.
Halis niyetler
böylesi bir değersizliğe mahkûm edilirken, insanın birbirini yerme gayreti de
paha biçilmez bir kıymete erişmişti sonunda. Yermenin, sövmenin, kırmanın ve
yormanın adı iyi niyetli bir uyarıydı nihayetinde(!). Ama Rabbin katında işler
hiç de öyle değildi. İnsanın “doğruyu anlatmak” olarak nitelendirdiği bütün art
niyetli eylemler, kuşkusuz O’nun katında gerçek anlamıyla biliniyordu. İnsanın
insanı böylesi bozuk düşünce kurgularıyla sevgisizliğe mahkûm etmesi, İlâhî
nazarda bütün gerçekliğiyle yerini alıyordu. İnsanı aldatmanın peşine düşen
hiçbir kalp karası yansıma Yaradan’dan gizlenemezdi. Ama aldatmak ve yıkmak
kötü kalbin meşgalesi olduğundan, Yaradan’ı da ikna edebileceğini sandı.
Bütün kıyacı
karakteriyle eyleme ve söze dökülen o süslü, parıltılı sahtelikler, her
yanından “Ben kötüyüm” diye haykıran bir bataklık kadar aşikârdı. Öyle bir
bataklıktı ki, kötüyü iyiyle süsleme sanatı, en kuytu karanlıklarda bile bu
kadar çirkinlik bağıramazdı. Ama bezeme ustası çok iyi bir kılıf nakşettiği
konusunda kendinden öyle emindi ki kılıfın yanlarından taşan bataklık çamurunun
bu kadar göz önüne düştüğünü keşfetmesi olanaklı değildi.
Niyet soyut,
hareket somuttu. Ama soyut kavram, somut gerçeklerin ne olduğunu beyan eden bir
saltanata sahipti. Yaradan kalplerdeki niyeti biliyor, ne kadar el ustalığıyla
üstü örtülse de onu kabından taşan ve karşıya yansıyan bir kararda var
ediyordu. Dil en güzel nağmeleri mırıldanıyor, ama o nağmeleri mırıldanan
insanın ses tellerindeki art niyetse bir titreşim olarak kulakları tırmalıyordu.
Göz en can alıcı ve okşayıcı tavrını takınırken, göz kapakları bu yalanı itiraf
ediyor ve daha karşıya ulaşmadan tüm sırrı açık ediveriyordu. El, hayra uzanan
bir masumane gösteriyle herkesi büyüleyecekken, altındaki art niyetse vücuttan
yansıyan bir enerjiye dönüşüyor, gösteri daha başlamadan son buluyordu…
Niyet, gizli
sanılan bir haykırıştı aslında. Hiçbir amel, içinde iyi niyet taşımadıkça
arzuladığı değere varamıyordu. Varmış sanılıyor, aldanılıyordu. Kalplerdeki
niyetin tasviriydi insan. Ne kadar süslese, ne kadar üstünü örtse, ne kadar
fısıldasa duyuluyor, görünüyor, keşfediliyordu. İlk bakışta hareketin büyüsünde
iyiyi ve kötüyü ayırt eden insan, en nihayetinde niyetlerdeki gizin sırrına
eriyor, şık tasvirli motiflerin altında yatan bataklıktan kendini kurtarıyordu.
Günah ve sevap da
böyleydi. Şeytan günahı devamlı beziyor, şekle büründürüyor ve insana sevap
gibi sunuyordu. Ama kalp, Allah’ın hükmündeydi. Görünüş her ne kadar aldatıcı
bir davetle insanı kendine çekse de gizlenen günah kalplerce seziliyor ve
insanı bu sahte sitayişin cehennemine düşmekten alıkoyuyordu.
Âlemde hiçbir söz
ve hiçbir eylem yoktur ki, önünde sonunda gerçek niyetini beyan etmesin. Bütün
gösterişçi sunumlara inat, kalpteki niyet, “Ben buradayım” diye haykırmaya
devam eder. Ve bu, hiç şüphesiz Allah’ın lütfudur. Gizlenen, süslenen ve farklı
formlarda insanın güzel duygularına hitap eden bütün art niyetli paketlerin
derunu, insana O’nun inayetiyle bir his olarak bahşedilir.
Hangi adla
anılırsa anılsın, hiçbir hakaret ve yergi, “ikaz ve hakkı tebliğ” kisvesinde
insanın kalbine erişemez. Hiçbir tokat, sevgi pınarından taşan bir okşayış
urbasında kendini gizleyemez. Hiçbir sövgü ise düzeltme, iyiye evirme lakaplı
boyalarla kapatılamaz. Ve hiçbir nefret, sevgiye benzetilmiş bir tebessümle
kalpleri kuşatamaz.
Niyet; bir
hareketten, dile gelmiş bir sözden, ellerin hükûmetinden ve bütün
kanıtlanabilir ve de ölçülebilir gerçekliklerden daha fazla ayandır.