
En
güçlü duygu: Sevgi
HAYATIMIZDA maddî ve mânevî
her ne varsa, hepsinin ruhunda sevgi vardır. İnsanları birbirine yaklaştıran,
olumsuzlukları, kırgınlıkları yok eden, uzaklıkları yakınlaştıran, kalpleri
yumuşatıp birbirine ısıtan en güçlü duygu, sevgidir. Hayatın, olayların
yaşanabilirliği sevgiyle, aşkla ve umutla doğru orantılıdır. Çünkü hayatı
yaşanılır kılmanın harcıdır sevgi. Herkes aynı şekilde sevebilir ve sevgiyi
kaldırabilir mi bilemeyiz ama herkes sevgiye lâyıktır.
“En
güçlü sevgi nedir?” diye sorulduğunda, herkesin ittifakla üzerinde birleştiği
ve itiraz edemeyeceği, şerh düşemeyeceği ortak cevap, evlât sevgisi olacaktır.
Eşi, arkadaşı, anne babayı, Yaratanı, çiçeği, böceği sevmek… Çok farklı
tanımlar yapılsa da, sevgi her alanın temel membaıdır. Anne, baba ve ebeveynler
için bu sevginin en tanımsızı da evlâda olanıdır.
İnsanın
bilinçaltındaki en değerli emaneti, kendinden sonraki nesillere en iyi şekilde
teslim edeceği en değerli hazînesi çocuktur. Onun donanımlı olarak hayata
hazırlanması, ailenin en temel görevi ve en büyük mutluluk kaynağıdır.
Karşılıksız gibi görünse de, çocuklar anne babanın en büyük umududur, onları
kendi kriterlerine göre en iyi şekilde yetiştirme mücadelesi verilir.
Dünyada
en zor yetişen canlı olan insanı yetiştirme görevi tüm topluma ait ise de bu
sorumluluk öncelikle anne ve babanındır. Bu görev, çok bilinmeyenli bir denklem
gibidir. Zordur, meşakkatlidir. Çok zor gelse de, insanı eğitmek, onu hayata
hazırlamak ve nitelikli bir birey yetiştirmek kadar keyifli bir iş yoktur. “Çocuğu
eğitmek, onu donanımlı şekilde hayata hazırlamak, başarılı bir birey olarak
yetiştirmek” derken net bir yargıda bulunmak, sınıflandırma yapmak, sınırlandırma
koymak da tam olarak mümkün değildir. Bu tam mümkün olmasa da bizler pedagoji,
ahlâk, toplum, inanç ve değerler yönünden temel referanslarımızı koymak durumundayız.
Çünkü ne yaparsak yapalım, yapılan iş, eylem, oluş ve harekette temel
referanslar ve kriterler olmak mecburiyetindedir.
Ailenin
yetişkin bütün bireyleri ve eğitimciler, çocuklarının düşünceleri ve
beklentileri doğrultusunda onları istedikleri başarı kriterlerine göre
yetiştirdiklerini gördükçe, aslında kendilerini başarılı olarak
değerlendirirler. Eğer çocukları beklentileri doğrultusunda yetiştiremediklerine
inanırlarsa, anne ve babalar kendilerini başarısız olarak değerlendirir ve
bunun sonucu olarak da mutsuz olurlar.
Hiçbir
çocuk diğerine benzemez ve çocuk yetiştirmek tam olarak kitaplardan öğrenilmez.
Doğru çocuk yetiştirmek için önce ebeveynin kendini yetiştirmesi, eksiklerini
tamamlayarak donanımlı olması gerekir. Bunun içinse okuyarak, araştırarak,
gözlemleyerek, eğitimlere, kurslara katılarak kendilerini yetiştirmeleri
gerekir. Ayrıca tecrübe faktörünü asla unutmamak gerekir. Ailenin tecrübeli
bireylerinin fikirlerini ve daha da önemlisi, tecrübe sahibi uzmanların
tavsiyelerini de değerlendirmelidir.
Hepsinden
önemlisi, sevgiyi koşulsuz vermeliyiz, paylaşmalıyız ve söylemeliyiz. Einstein,
kızına yazdığı mektupta sevgiyi, sevginin gücünü şöyle izah etmiş:
“Sevgili
kızım Lieserl, İzafiyet Teorisi’ni ortaya attığım zaman çok az insan beni
anladı. Şu anda insanlığa iletmek üzere yazacaklarım yine dünyada yanlış
anlamalara ve önyargılara yol açacaktır. Bu yazdıklarımın, toplum
söylediklerimi anlayacak hâle gelene kadar yıllarca veya on yıllarca yıl
saklanmasını ve açıklanmamasını istiyorum.
Şu
âna kadar bilimin henüz açıklayamadığı son derece güçlü bir enerji mevcût. Bu
güç, herkesi içine alan ve tüm evreni yöneten, tüm olayların arkasında olan ve
henüz adını koyamadığımız bir güçtür. Bu evrensel güç, ‘sevgi’dir. Bilim
insanları bir birleşik alan teorisi ararken, görünmeyen en kuvvetli evrensel
gücü unuttular. Sevgi, onu vereni ve alanı aydınlatan çok güçlü bir ışıktır.
Sevgi
çekim gücüdür, çünkü bazı insanları birbirine çeker. Sevgi güçtür, çünkü sahip
olduklarımızı en güzel şekilde kat kat artırır ve insanlığın kör
bencilliklerinin etkisinde nesillerinin tükenmemesini sağlar. Sevgi için yaşar
ve sevgi için ölürüz. Sevgi yaratıcıdır ve yaratıcı da sevgidir. Bu güç, her
şeyi açıklar ve hayata anlam katar. Sevgi, evrende insanın gerektiğinde
kullanmayı bilmediği için, belki de ondan korkulduğu için çok uzun süredir
görmezden geldiği bir değişkendir.
Sevgiyi
görselleştirmek için benim ünlü denklemimde basit bir yer değiştirme yaptım. ‘E=mc2’
denklemini kullanarak, dünyayı şifâlandıran enerjinin, ışık hızının karesi ile
sevginin çarpılmasından elde edildiğini kabul edersek, sevginin en güçlü enerji
olduğu sonucuna varırız; çünkü bu enerjinin sınırı yoktur. Sevgi hayatın
anlamıdır.
İnsanlığın,
evrende aleyhimize dönen diğer enerjileri kullanması ve kontrol etmesindeki
başarısızlığından sonra, kendimize acil olarak başka bir enerji çeşidi bulmamız
gerekiyor. Eğer türümüzün devam etmesini istiyorsak, hayatın anlamını arıyorsak
ve eğer üzerinde hissedebilen her canlının yaşadığı bu dünyayı kurtarmak
istiyorsak, sevgi tek ve yegâne cevaptır. Belki de gezegenimizi mahveden
nefreti, bencilliği ve açgözlülüğü tamamen ortadan kaldıracak bir sevgi bombası
yapmaya henüz hazır değiliz. Buna rağmen her bireyin içinde ortaya çıkarılmayı
bekleyen küçük ama güçlü bir sevgi jeneratörü var.
Sevgili
Lieserl, bu evrensel enerjiyi vermeyi ve almayı öğrendiğimizde, sevginin her
şeyin üstesinden gelebileceğini, herkese ve her şeye aktarılabileceğini
kanıtlamış olacağız. Çünkü sevgi hayatın özüdür. Hayatım boyunca senin için
sessiz sessiz çarpan kalbimin içindekileri sana söyleyemediğim için büyük bir
pişmanlık duyuyorum. Belki de artık özür dilemek için çok geç, ama zaman
göreceli olduğuna göre, seni sevdiğimi söylemek istiyorum ve bana asıl ve tek
cevabı bulmama yardımcı olduğun için teşekkür ederim!
Baban,
Albert Einstein…”
Güçlü
birey
Çocukları
yetiştirmek, onları hayata en iyi şekilde hazırlamak için elinizden gelenin en
iyisini yaparsınız. Ama yine de istediğiniz şeyler tam olarak olmaz. Çünkü
mükemmel anne-babalık diye bir şey yoktur. Kötü anne-babalık da yoktur ama
yanlış anne-babalık tutumları vardır. İnsan yetiştirmek, onun gelişimine destek
olmak zorunlu olarak, salt maddî beklentilerle yapılabilecek bir şey değildir.
Lâyıkıyla yapılan her iş, yaşam biçimi görülerek vicdanî ve ahlâkî duyarlılıkla
yapıldığında daha da bir anlamlı olmaktadır. İş ve çalışmalar mekanik bir görev
olarak görülmemeli, insanî değerlerle, yaşama katkı sunmak amacıyla, bilinçli
ve farkındalıklı olarak yapılmalıdır.
Çocuk
yetiştirmek sevgiyle, sabırla, anlayışla olabilir. İnsan, önce kendini, varlık
sebebi olan ailesini, toplumu, vatanı, var edeni, varlık sebeplerini, doğayı
sevmeli. Bu sevgiler uğruna bir şeyler yapmanın hazzını duymalıdır. Bunu
siyasal düşüncelerle değil de insanî, estetik, değerler ve kültürel
duyarlılıklarla, coşkuyla, aşkla yaptığında gerçek değerini bulacaktır. Martin
Luther King’in dediği gibi, “Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse,
Michelangelo’nun resim yaptığı, Beethoven’in beste yaptığı veya Shakspeare’nin
şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki gökteki ve yerdeki herkes
durup ‘Burada işini çok iyi yapan bir çöpçü yaşıyormuş’ desin”.
Veya
bizler de aşağıda verdiğimiz örnekler gibi kendimize uygun modeller ve motivasyon
cümleleri kurabiliriz:
Meselâ, eğer bir çocuk yetiştirecekseniz; Fatih Sultan Mehmed gibi zeki ve çevik, Hazreti Ali gibi inançlı, Aliya İzzetbegoviç gibi lider, Michael Jordan gibi sporcu, Einstein gibi zeki bir çocuk yetiştiriniz ki “Bu insanı yetiştiren aile ne güzel aile, ne kutlu aile” denilebilsin.
Çocuğun sosyal modeli anne ve babasıdır. Çocukları asıl şekillendiren, anne babanın hâl, hareket, davranış ve onlarla kurduğu iletişim biçimleridir.
Nitelikli
birey yetiştirme çalışmalarının temelinde ruhen, bedenen, zihinsel ve duygusal
olarak sağlıklı; aile, iş, sosyal hayatın içerisinde aktif, mutlu, başarılı,
birey olan; kendi kararlarını kendisi verebilen, kendine güvenen, sorumluluk
bilinci gelişmiş; doğru ve objektif gözlemleyip gerektiğinde analitik çözümler
üretebilen, soyut düşünme becerileri gelişmiş; kendisi ve çevresiyle barışık; kendisi,
akrabası, çevresi ve toplumla iletişimi güçlü; toplumsal ve evrensel ahlâk
kurallarını benimsemiş, bu kurallara uyan, sevgiyle dolu, saygılı, güvenli,
huzur bulunan, hoşgörülü; insanî ve ahlâkî değerlerle donanımlı; iç ve dış
dünyasının, toplumsal ve iş yaşamının, aile ve arkadaş çevresi arasındaki
dengeleri kuran; yaşam becerileri gelişmiş, özgüven, özdenetim ve özsaygı
sahibi; kültür, sanat ve estetik kodları oluşmuş; sevgi dolu, donanımlı, doğru
gözlem yapabilen, doğru yerde doğru tepkiler verebilen; sevebilen ve sevgisini
ifade edebilen, inanç ve değer yargıları oluşmuş; mutluluk duyarak hayatının
kontrolünü elinde tutan, vefâ duygusu olan, her zaman ve her ortamda öfkesini
yenen; içindeki iyiyi korumaya ve geliştirmeye çabalayan; okuyan, dinleyen,
araştıran, soran, sorgulayan, öğrenen, anlayan ve anladığını en iyi şekilde
ifade edebilen; değer olan ve oluşturan; olumlu düşünebilen ama olayların
olumsuz yönlerini de gören (fakat onlardan etkilenmeden, doğru tespitler
yaparak, alternatifler üretebilen); hayatın denge üzerine kurulu olduğunun
bilincinde; her alanda dengeli yaşam sürdürebilen, hayatı bir bütün olarak
gören, objektif olarak değerlendiren, tepkilerini ona göre veren, hakkaniyet
duygusu gelişmiş, üreten, seven, bölüşen, paylaşan; kendisi olmuş, değer katan,
güvenilir; spor, sanat, edebiyat, estetik, kültür alanlarıyla ilgili bireylerin
yetişmesine katkı sunmak ve destek olmak vardır.
Bilmek
ve uygulamak
“Çocuklarınızı
sizin yaşadığınız çağa göre değil, onların yaşayacağı çağa göre yetiştirin” diyor Hazreti Ali.
Tüm
bu saydıklarımızı uygulayabilmek için bilmemiz, bilmek içinse araştırmak ve
öğrenmek gerek. Toplumsal birer varlık olan bizler; bilgiyi, kültürü, sanatı,
hoşgörüyü, çalışmayı, erdemi, toplumsal yaşamı, bölüşmeyi, paylaşmayı öğrenmek
ve bilip kullanmakla mükellefiz. Yapılacak bir işi, değiştirilmek istenen
olumsuz durum ve davranışları sadece konuşarak olumlu sonuçlara ulaşamayız.
Soyut açıklamalar ve sözel ifadelerden ziyâde yaşayarak, uygulayarak, nitelikli
örnekler göstererek, olumlu davranışlar sergileyerek daha başarılı oluruz.
Anne
babalara ısrarla söylenen bir sözü bir daha söyleyelim: Çocuklarla ilgili
sorunlarınızı sadece konuşarak çözemezsiniz. İdeali, örnek olmaktır; yeri
geldiğinde “Hayır” demek, yaptırımlar uygulamaktır. Hattâ bazen mahrum bırakmak
da gerekir.
Unutmayalım ki, çocuğun sosyal modeli anne ve babasıdır. Çocukları asıl şekillendiren, anne babanın hâl, hareket, davranış ve onlarla kurduğu iletişim biçimleridir. Çocuk sadece zihinsel başarıları yönünden değil, yaşamın her alanı için yetiştirilmelidir. Bunun için onlarla geçirilen nitelikli zaman paylaşımları, söylenenden çok daha etkili olmaktadır.
Birlikte
yaşamak ve bölüşmek
Çocuğu
hayata hazırlarken tek taraflı kişisel bakış açısıyla, önyargılarımızın
kalıplarıyla düşünürsek, onları ileride mutsuz bireyler olmaya mahkûm etmiş
oluruz. Hayatı ve yaşantıyı bir bütün olarak değerlendirerek, topyekûn bir
başarıyı ve mutluluğu referans almalıyız. İnsanlık bir bütündür ve bizler de bu
bütünün birlikte yaşayan birer parçalarıyız. Bir toplumun varlığını
sürdürebilmesinin temel koşulu, o toplumda var olan kurallara uymak ve bunu
sürdürebilmekle mümkündür. Bireyin, yaşadığı toplumla kurmuş olduğu aidiyet
bağı, yaşam kalitesini şekillendirir. Çocuğa kişisel beklentilerin de üstünde,
toplumsal ve evrensel çıkarların olduğu gerçeği verilmelidir.
Birey
ile toplum arasında aidiyet ruhunu geliştirmek ve vicdanî ve ahlâkî duyarlılığı
arttırmanın yollarından en güçlü olanlardan birisi de ötekileştirmeden
sahiplenmek, ayrım yapmaksızın bölüşmek ve paylaşmaktır. Paylaşmak, maddî ve
mânevî imkânları insanlar arasında bölüşmektir. Bölüşmenin çoğalma olduğu
gerçeğini unutmamak gerekir.
İnsan
maddî ve mânevî ihtiyaçlarını tek başına karşılayamaz. Her alanda iş bölümü
yaparak birbirimize yardım ederiz. Birlikte, mutlukları çoğaltarak yaşamak,
birbirimize yardım etmek, destek olmak, hayatı daha kolay ve yaşanılır hâle
getirir.
Toplumsal
hayat, birlikte yaşamak ve paylaşma üzerine kurulmuştur. Evreni, dünyayı,
ülkeyi, şehri, parkları, sokakları, apartmanı, insanlık olarak sahip olduğumuz
her ne varsa, hepsi de aslında hepimizin ortak kullanımına sunulmamış mıdır?
Toplumu oluşturan bireyler, her türlü imkânlar açısından aynı şartlara sahip
değillerdir. Sağlıklı ve güçlü bir toplum oluşturmak için, sahip olunan
imkânlar, ihtiyaç sahibi kimselerle paylaşılmalıdır. Unutmamalı ki, paylaşmak
çoğalmaktır. Bölüşmek ve paylaşmak; toplumsal barış, huzur ve mutluluğa katkı
sağlar, toplum içinde kin ve nefret duygularını yok ederek, sevgi ve saygı
duygularını geliştirerek hoşgörü ortamlarını oluşturur.
Necip
Fazıl Kısakürek, “Eğer paylaşmayı bilirseniz, ekmeği paylaşmak, ekmekten daha
lezzetlidir” diyor. Paylaşmak, sevgi kaynaklıdır ve hayatın her alanını
etkiler. Hoşgörü kazanmak, iyi niyetli olmak, güler yüzlü davranmak, başkasına
saygı duymak, söz hakkı tanımak gibi… Ebeveyn olarak çocuğumuzu malımız gibi
görüp tüm tasarrufu sorgusuz sualsiz kontrolümüzde görmek sakıncalıdır. Onların
odasına izinsiz girmek, özel yaşam alanı oluşturmasını engellemek gibi
müdahaleler, birey olma gelişimlerini engelleyecektir. Aile içinde, okullarda,
sosyal hayatın içinde sevgiyi, hoşgörüyü, paylaşma ve bölüşmeyi öğrenmek ve
kullanmak, hem bireyi, hem de toplumu mutlu kılacaktır.
Nasıl
bir aile?
Çocuklardaki
sorunlar incelendiğinde, neredeyse tamamına yakınının aileden kaynaklandığı
görülmektedir. Ailedeki uyum, bireyler arasındaki iletişim düzeyi, anne babanın
kendileri ve çocuklarına karşı tutumları, çocuğa değer, söz hakkı
verme/vermeme, ebeveyn ve akraba ilişkileri, annenin hamilelik süreci, hattâ
beslenme şekline kadar aklımıza dahi getiremeyeceğimiz onlarca faktör etkili
olmaktadır.
Çocuğu
yetiştiren ailedir ve Hazreti Muhammed Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın rahmeti, çocuklarının iyi işler yapmasına yardımcı olan anne ve
babanın üzerine olsun!”
Çocuklarını
nitelikli bireyler olarak yetiştiren ve her alanda iyi işler yapmasına vesîle
olan aileler çoğalsın istiyoruz. Çünkü bireyin her yönden sağlıklı olarak
yetişmesi; öz yaşam becerileri, beslenme, barınma, bakım ihtiyaçları; zihinsel
ve fizyolojik gelişimleri, ruh ve karakter gelişimleri; sevgi, saygı, hoşgörü,
paylaşma gibi duyguları; inanç ve değerlerin oluşumu ve içselleştirilmesi,
kişilik oluşumları; zihinsel, duygusal, psikolojik, kültürel ve sosyal gelişim
ailede oluşur ve nitelikli ailelerle hayatın içinde devam eder.
Biz
hangi durumda nasıl davranmamız gerektiğini, yaşadığımız toplumun yetişkin
bireylerinden veya yaşıtlarımızdan öğreniyoruz. Bu durumda ahlâk, her şeyden
önce bir eğitim konusudur. Eğitim, sadece okullarda verilen derslerden ibaret
değildir. Burada en büyük sorumluluk çocuğun ilk ve en önemli çevresi olan
aileye düşmektedir. Bunun için de sağlam bir irade ve sabır gerekmektedir.