MODERNLERİMİZ, 18 yaş altı dinî nikâhla evliliği yaşayan ergenlerle uğraşıyor, onlara hadlerini bildiriyorlar. Yüzde otuza varan evlilikten kaçmak ve nikâhsız beraberlik hoşlarına gidiyor. Gelişmiş Batı ülkelerini bu alanda yakalamanın keyfini yaşıyorlar(!).
Kapitalist ve emperyalist ülkelerden gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkelere aktarılan bu yeni kültür akışı, yerel ve millî kültürleri anlamsız kılarak yok ettiği gibi, onların dayanakları olan dinî ve ahlâkî değerleri tehdit eder hâle gelmiştir.
Batı dışındaki dünyada da emperyal, siyâsî, ekonomik ve demografik sebeplerle toplumların değişimi yine aile kurumunun değişimi ve gençlik üzerinden, değişimin ruhuna aykırı bir hızla meydana gelmiştir. Bu aslında sömürge toplumlarının iradelerine rağmen onlara dayatılan emperyalist amaçlar taşıyan değişim süreçleridir.
Son derece yüksek bir hızla değişen/dönüşen dünya karşısında kuşaklar, alışkanlıklar, davranışlar ve düşünce kalıpları değişse de aile kurumunun muhafazası ve ayakta durması, değişkenler karşısında sabitelerin belirlenerek geleceğe taşınması ve bu sabitelere sımsıkı sarılmakla mümkün olabilir. Buna göre, inanan kimse, değişimin ve dönüşümün baş döndürücü hızına engel olamasa da aile kurumunun Kur’ân ve Sünnet tarafından belirlenmiş ve örneklerle hayata geçirilmiş bazı değer ve sabitelerini tespit edebilir ve bunları yaşatabilir.
Bu noktada günümüz aile yaşantısıyla Hazreti Peygamber’in aile yaşantısı veya Kur’ân’ın ilk muhatapları olan Kureyş ve Medîne toplumuyla kültürel farklılığımız veya o günün gerçekleriyle günümüz gerçekleri arasındaki farklar akla gelebilir. Fakat bunlar bizler için mazerete kapı aralamamalıdır. Çünkü günümüz Müslümanının Kur’ân ve Sünnet endeksli bir aile yaşantısını idame etmesi, naslarda aile hususunda belirtilen birtakım köşe taşlarına sarılmasıyla mümkündür.
Toplumsal bir yasa olan ve hayatın bütün alanlarını kuşatan değişim gerçeği, aile kurumunda da kendisini belirgin bir şekilde hissettirmiştir. İlk insanla birlikte var olan aile kurumu, süreç içerisinde çeşitli nedenlerden dolayı değişime uğramış, sahip olunan inanç, kültür ve değerler, ailenin biçim ve muhtevasını da dönüştürmüştür.
Her toplumda olduğu gibi Türkiye’de de aile, toplumun temelini teşkil etmektedir. Dolayısıyla aile içinde huzur ve mutluluğun var olması, bir bakıma toplumun da huzurlu ve mutlu olması anlamına gelmektedir. Ancak 2000 yılından sonra ve özellikle sosyal medya platformlarını yaygınlaşmasıyla birlikte Türk aile yapısının zaman içerisinde değiştiği ve bozulduğu görünmektedir. Özellikle Tiktok gibi sosyal medya platformlarının yaygın bir şekilde kullanılmasıyla birlikte Türk aile değerlerinden uzaklaşıldığı ve bu değerlere genel olarak uygun olmayan bir hayat tarzının benimsendiği görülmektedir. Nitekim bu platformlarda gösterilen sanal hayatın benimsenmesiyle birlikte Türk aile yapısının en çok önem verdiği değerlerin başında gelen mahremiyet ilkesinin geri plâna atıldığı ve mahremiyet alanının daraltıldığı görülmektedir.
Türkiye’de sosyal medya platformlarına yönelik ilginin artmasıyla birlikte özellikle aile içindeki yüz yüze iletişimin günden güne azaldığı, boşanmaların arttığı, eşler arasında güven problemlerinin yaşandığı bilinmektedir. Bu platformlar özellikle çocuklar üzerinde son derece olumsuz etkiler bırakmaktadır. Nitekim sanal âlemde sergilenen sanal hayatı benimseyen çocukların önemli bir kısmının toplumsal değerlerden uzaklaştığı ve Türk aile yapısına göre hareket etmedikleri görülmektedir.
Dolayısıyla sosyal medyanın hem aile yapısı, hem de toplum üzerinde bırakmış olduğu olumsuz etkiler göz önüne alındığında, önemli adımların atılması zorunluluk hâline gelmektedir. Bu konuya yönelik çözüm önerileri şu şekilde sıralanabilir:
a) Sosyal medya platformlarından kaynaklanan olumsuz etkilerin önlenebilmesi için her şeyden önce bireylerin bu platformların kullanımı konusunda bilinçlenmesi gerekmektedir. Bireylerin bu konuda gerekli bilgi ve bilince sahip olmaları için de eğitim çalışmalarının her düzeyde yapılması gerekmektedir. Özellikle “dijital medya okuryazarlığı”na yönelik eğitimler artırılabilir.
b) Sosyal medyanın doğru kullanılması konusunda ebeveynlere önemli görevler düşmektedir. Ebeveynler ya çocukların sosyal medya platformlarında çok fazla vakit geçirmesinin önüne geçmeleri ya da çocukları doğru bir şekilde yönlendirerek bu platformları faydalı bir araca dönüştürmeleri gerekmektedir. Dolayısıyla sosyal medya kullanımının tamamen yasaklanması yerine kontrollü ve faydalı kullanımı sağlanabilir.
c) Ebeveynlerin sosyal medyanın kullanımı konusunda çocukları doğru yönlendirmesinin yanında kendilerinin de örnek bir rol model olmaları gerekmektedir. Aile içi iletişime önem vermeyen ya da zamanının önemli bir kısmını sosyal medyada geçiren ebeveynlerin çocuklarını doğru yönlendirmesi pek mümkün görünmemektedir. Bu yüzden ebeveynlerin zamanının önemli bir kısmını sosyal medyada değil, eşlerine ve çocuklarına ayırarak bir farkındalık oluşturmaları, sağlıklı bir ailenin sağlanması açısından oldukça büyük önem arz etmektedir.
d) Saygı, sevgi ve hoşgörü gibi temel toplumsal değerler, Türk aile yapısını karakterize eden unsurların başında gelmektedir. Toplumsal değerlerin benimsenmediği ve uzaklaşıldığı bir toplumda aile kurumunun da ayakta durması mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla aile birliğinin temelini sağlayan bu değerlerin tekrar hatırlatılması ve ailenin önemine dikkat çeken programların düzenlenmesi gerekmektedir.
e) Sosyal medya platformlarına yönelik yerli ve millî değerlerimize, kültürümüze uygun politikaların geliştirilmesi gerekmektedir. Bu konuda yerli ve millî politikalar geliştirilirken sosyal medya platformlarının Türk aile yapısı üzerindeki olumsuz etkilerinin göz önüne alınması ve bu tür politikalara başta kamu kurumları, sivil toplum örgütleri ve üniversiteler olmak üzere her kesimden destek verilmesi ve benimsenmesi gerekmektedir.
Sosyal medya platformlarının Türk aile yapısına yönelik olumsuz etkilerine yönelik ifade edilen çözüm önerilerinin hayata geçirilmesiyle bu etkilerin tamamen ortadan kalkması mümkün görünmemektedir. Ancak bu önerilerin uygulanmasıyla sosyal medya platformlarının hem toplum, hem de aile üzerindeki olumsuz etkileri azaltılabilir. Bu konuda atılacak olan adımlar bugünün neslini ilgilendirdiği gibi gelecek nesiller açısından da son derece büyük önem arz etmektedir.
Batı’da aile kurumundaki bu değişim yüzyıllara yayılırken, sömürge toplumlarında değişimin tabiatına aykırı bir hızla çok daha kısa bir zaman içerisinde gerçekleşmektedir. Zira toplumların sömürgeleştirilmesi aile kurumu ve gençlik üzerinden sürdürülmektedir. Her değişim süreci ailenin en temel vasfı olan eğiticilik, koruyuculuk ve kuşatıcılık özelliğinin zayıflamasına neden olmuştur. Modern ve post-modern dönemlerdeki akıl almaz hızlı değişim, aileyi “atomize aile, çekirdek aile, insan-hayvan türü aile” tipleri diye tanımlanan tiplere savurmuştur. Doğal olarak bu tür savrulmalar aile kurumunun varlığını ve onun koruyuculuk ve kuşatıcılık vasfını tehdit etmektedir.
Yerini hiçbir kurum ve yapının dolduramayacağı ailenin bu dramatik yok oluş tehlikesi, insanoğlunu arayışlara sevk etmiş ve geç de olsa aileye yeniden dönüş projeleri gündeme gelmiştir. İşte tam bu arayışta Kur’ân bütün canlıların mesken ihtiyacından hareketle öncelikle evlerin/meskenlerin zayıflık ve güçlülüğüne atıfta bulunur. Kur’ân’da atıfta bulunulan örnek ailelerden her birine ait az sayıda misâle değinilmiştir. Bu ailelerden hayatın her alanında örneklikler sunmak amacıyla çok sayıda akademik çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Kur’ân, bu aile örneklerinin yanı sıra, aile içerisinde olumlu ve olumsuz figürlerin örnekliğine de işaret eder. Bütün bu örnekliklerden hareketle günümüz ailesinin alması gereken ana mesajları ve örnekliği önümüze koyar. Nihayet ailenin ne olduğuna ve ideal aile modelinin hangi ilkeler üzerine oturması gerektiğine ve bu ilkelerin neleri ihtiva ettiğine atıfta bulunur.
Bu bağlamda Kur’ân, aileye farklı bir tanım getirir. Onun belirlediği bu tanım şu şekilde ifade edilebilir: Aile, birbirinin örtü ve sığınağı olarak nitelenen erkek ve kadından, huzur ve sükûnun insanî boyutu olarak birinin diğerine emanet edildiğine dair ağır bir misakla/akitle bağlandığı eşlerden meydana gelir. Allah’a isyana teşvik etmedikleri sürece itaat edilip “Öf!” bile denilmemesi gereken anne-babadan, dünya hayatının süsü, göz aydınlığı ve bir imtihan vesilesi olan çocuklardan, dede ve nineden olmak üzere üç kuşaktan meydana gelen bireylerin oluşturduğu huzur ve sükûnun toplum boyutudur.
Son bir arzumuz da (Devlet aklına akıl vermek haddimize değil) televizyon ekranlarını işgal eden “gündüz kuşağındaki” ahlâksız programlar ve özellikle bazı özel kanallarda bir iki haftalık senaryolar ve beş on sanatçı (!) ile belli mekânlarda çekilen, gayrimeşru hayatı ve nikâhsız beraberlikleri süslü ve mübah gösteren dizilere gerekli düzenlemenin yapılması yönündedir. Vesselâm…