BELKİ siz de içinizden gelerek, hem “Teşekkür ederim” deyip,
üzerine bir de “Sağ ol” demişsinizdir. Hattâ üç dört ifadeyi arka arkaya
sıralıyorsunuz belki de… “Çok sağ olun, çok teşekkür ediyorum, mersi,
müteşekkirim” diye uzattıkça uzatıyorsunuz, kim bilir...
Bazen insanın ellerini koyacak yer bulamamasıyla
ifadeleri mantık, değerler, ilkeler gibi şeylere uygun olmayarak uzatması
benzer sebeplerden oluyordur muhtemelen. Sanırım “Allah kazâ belâ vermesin”
derken, Allah’ı “kazâ, belâ verici kötü bir varlık” olarak lânse etmek
istemiyorsunuzdur. Peki, o zaman niçin kastettiğimiz farklı, kelimelerimiz
farklı? Ağzımızdan çıkanı bilmiyor muyuz?
Bir gün kendimi takibe aldım. Cevabını aradığım soru şu: Acaba
ben birine niçin hem “Sağ ol”, hem “Teşekkür ediyorum”, hem de “Müteşekkirim”
ifadelerini aynı anlama geldiği hâlde kullanıyorum?
İlk yakaladığım yer, bir bankanın çağrı merkezi
görevlisine yönelik telefon görüşmesinin sonunda, konuşmayı bitirme aşamasında
oldu. Arkadaşımız görevini yaptı. Ben aramasaydım, eminim başkasının işini
yapacaktı. Benim açımdan ise durum şöyleydi: O gün yapmam gereken ödemeyi yapmakta
geç kalmıştım ve işlem süresi bitmek üzereydi; görevli arkadaş o işlemi yaparak
beni büyük bir vebâlden kurtardı. Nasıl teşekkür edeceğimi gerçekten de bilemez
olmuştum. Hem “Çok sağ olun”, hem “Çok teşekkür ediyorum”, hem “Allah râzı
olsun” diyordum...
Belki muhatabım içinden, “Kısa kesse de başka vatandaşın
işini yapsak” bile demiştir. İyi de, böyle yapmamalı mıydım? İnsan bir teşekkür
de mi etmemeli?
Teşekkürün de benim medeniyetimde bir usûlü, erkânı
vardır. Böyle aynı anlama gelen kelimeleri dizerek sıkıcı bir teşekkür şekli
bizim iletişimimizde yok. Teşekkür etmem, medeniyetimin bir mecburiyetidir, usûlü
dairesinde. Nasıl? Eğer iç dünyamda riyakârlık, olduğundan farklı görünme,
muhatabımı küçümseyerek, kandırmaya yönelik bir şekilde teşekkür etme gibi
yaklaşımlar, alışkanlıklar varsa, medeniyetim der ki, “Bu kötü duygulardan içini temizle”. Yani “İçinle dışın beraber teşekkür etsin”.
Tabiî bu samîmi ve içten teşekkür, karşınızdaki
tarafından zaten hissedilir. Hissedilmese de önemli değil. Benim içimden
gelerek “Teşekkür ediyorum” demem önemlidir. Eğer aldığım hizmetten, gördüğüm
muameleden dolayı hâlâ karşımdakine bir şeyler yapmak istiyorsam, bunun yolu
içimden, samîmi bir şekilde bana bunu yaşatan kişiye, kuruluşa duâ etmek, Allah’tan
onun için iyi şeyler dilemektir.
“Karşındaki bunu bilecek mi? Bilmezse ne anlamı var?” Bunun karşısındaki sorum şu: Beni memnun eden kişi veya kuruluş benim
şükranımı duydu, fakat benim bilmediğim ve yaşamakta olduğum sıkıntılarım devam
ediyor… Bu mu iyi, yoksa farkında olmasa bile benim duâmla o kişinin
sıkıntısını Allah’ın gidermesi mi önemli? Şahsen ben, ikinci şıkkı
işaretliyorum. Ben o insanın iyiliğini istiyorum.
Belki de o kişinin başına gelecek bir kazâ, benim duâmdan
sonra gelmeyecek. Bizim oralarda ucuz atlatılan kazâlarda, “Bir verdiğin karşı gelmiş” derler. Yani “yaptığın iyi şeyler
sayesinde korunmuşsun”… Görüldüğü gibi, bir ufak teşekkür hâdisesinin ardında
devâsa bir medeniyet var.
“Gerçekten” de gerçek mi?
Ya sık sık “gerçekten” ifadesini kullananlara ne
diyeceksiniz?
İtiraf edeyim ki, ortada komik bir durum var!
Ben biri hakkında “İyi biri” diyeceğim, ama ifadem şu: “Gerçekten
(hakikaten) iyi biri...”
Bu, sizce de komik değil mi?
Şöyle bir anlam çıkmaz mı? “‘İyi biri’ dediysem, bu gerçek (hakikat) değildir. Gerçek (hakikat)
olması için ‘gerçekten (hakikaten)’ kelimesini kullanırım.”
Bir insanın kendi kendini yalanlaması bence ciddî ciddî
çok komik bir durum. Benim her söylediğim gerçektir, hakikattir. Muhatabım
inanmıyorsa da kusura bakmasın. Yemin billah edecek hâlim yok. Benim yalan
söylediğimi zannediyorsa, böyle bir iddiası varsa, buyursun, ispatlasın. Ben de
izah edeyim. Yok, bakışlarıyla, ses tonuyla, lîsan-ı hâliyle yalan söylediğimi
îmâ edecek, ben de saçma sapan ifadeler kullanarak kendimi komik durumlara
sokacağım…
İnanç meselelerine girmeden önce insan ilişkilerindeki
ifade sıkıntısına da temas etmek istiyorum. Kendimde de sık sık rastlıyorum ki,
alışkanlık gereği, çevremizdekilerden etkilenerek kullandığım ama aileme,
akrabalarıma, arkadaşlarıma aslında hakaret, suçlama ifadeleri, haklarını ihlâl
eden, saygısızlık anlamına gelen ifadeler kullanıyorum. Arkadaşım telefon görüşmesini
bitiriyor, ben hemen “Kim aramış?”
diye soruveriyorum. Düşündükçe yüzüm kızarıyor. Benim onun kişisel
görüşmelerini açıklatmaya ne hakkım var? Bu, hâddini aşmak değildir de nedir?
Belki kör olduğum için başkalarına pek yapmıyorum ama
bana çok yapılır: “Çayını içsene. Çayın
soğuyor.” Bu cümlenin anlamı ne? Kusura bakmayın, ama bunu karşındakinin
iyiliği olarak göremeyeceğim. Beni bu şeyin bir hatırlatma gibi anlamam için fazla
zorlamayın. Bu cümleyle karşınızdakine, “çayının varlığından haberdar
olamayacak, çayının soğuyup soğumayacağını hesap edemeyecek, çayı sıcak mı,
soğuk mu içmesi gerektiğini tercih edemeyecek bir insan” demiş oluyorsunuz. Bu
muameleyi insan arkadaşına, akrabasına veya bir yabancıya yapar mı? Bazen benim
tepem atıveriyor ve diyorum ki, “Bendeniz
şu memlekette ülkemin, milletimin savaşa girip girmemesine karar verecek
milletvekilliği görevi yaptım ama kendi çayımı ne zaman içeceğime dair karar
veremeyeceğim konusunda çevremdekilerin kanaati var”.
Hele hele zaman plânlaması yaparken karşımdaki “O gün müsait değilim” dediğinde benim
hemen “Hayırdır, ne işin var?” demem...
Düşününce ne kadar terbiyesizce bir şey yaptığımı anlıyorum.
Arkadaşımın terbiyelice “Misafirim gelecek” demesi
üzerine “Kim gelecek?” diye ısrarla
terbiyesizliğe devam etmem akıl alır bir şey değil.
Bu terbiye freninden mahrum müdahalelerim, “Onlar niye geliyor? Onlarla bu kadar samîmi
olmanı doğru bulmuyorum” şeklinde uzayıp gidebilir bile... Böyle yaptığım
sürece hak ettiğim muameleyi sizin hayâl gücünüze bırakıyorum. En basiti,
muhtemelen çevremde kimse kalmaz.
Buna benzer o kadar çok hatâlı ifademi zamanla fark
ediyorum ki anlatamam.
Bu hatâlı ifadeleri genellikle kimler kullanmıyor,
biliyor musunuz? Tarikat terbiyesi almış veya İstanbul hanımefendisi, İstanbul
beyefendisi olan kişiler… “Diğerleri kullanıyor” demek istemiyorum tabiî ki.
Ama az veya çok, hatâlı ifadelerine rastlıyorum. Benim böyle bir ifade
kullanışım da sanırım öyle terbiyeler almamış olmamamdandır.
İtikadî anlamdaki hatâlı ifadelere gelince...
“Nasılsın?” diye soran bir arkadaşıma “Hamdolsun, mükemmel” dedim bir defasında.
Arkadaşım da gayet iyi ve samîmi bir şekilde, “Allah bozmasın” dedi. Gıcıklık
yapacağım ya, “Allah niye bozsun ki,
Allah bozguncu mu?” dedim. Arkadaşım, “Hayır, onu demek istemedim” dedi.
Ben ısrarla devam ettim: “Ne demek istiyorsan
onu niçin demiyorsun öyleyse?”
Arkadaşımın ne demek istediğini tabiî ki anlıyordum. Ama
bir şeyin altını da çizmek istiyorum: Hâlik’imize bu tür ithamlarda bulunulması
doğrusu canımı acıtıyor. Ne demek “Allah kazâ, belâ vermesin”? Hâşâ, “Allah
kazâ, belâ verici bir varlık mı”? Hani eskiden çok tanrılı inançlarda “kötülük
tanrısı” vardı, onu îmâ ediyor sanki. Peki, ne diyeceğiz?
Benim ilmim öyle derin, kapsamlı değil. Aklımın erdiği
kadarıyla, “Allah bozmasın” yerine “Allah
daim etsin”; “Allah kazâ, belâ vermesin” yerine “Allah kazâdan, belâdan korusun”; “Allah eksikliğini göstermesin”
yerine “Allah var etsin”; “Allah
bugünümüzü aratmasın” yerine “Allah
bugünlerimizi daim etsin, daha iyi günler göstersin” ifadeleri sanki daha
hoş, daha güzel ve daha doğru duruyor.
Kelime bedava, yalan haram!
Kelimeler için para ödemiyoruz. Fakat kelimelerimiz
yüzünden hayatımız da kararmasın.
Bir güzel ifadeyi arkadaşımızdan, dostumuzdan,
ailemizden, akrabamızdan niye esirgeyelim? Bir güzel ifadeyle mutlu olabilecek
insanlara o mutluluğu niçin yaşatmayalım? İnsanlara güzel şeyler söylemek için
yalan söylemeye gerek yok ki…
Eğer arkadaşınızda söylenecek, dile getirilecek güzel
özellikler göremiyorsanız, kusura bakmayın da, o sizin probleminiz… Bence
kendinizi iyi bir muhasebe etmelisiniz.
Ortalıkta kokmuş bir hayvan leşinde bile güzellik görüp, “Dişleri ne güzelmiş” diyebilen bir
Peygamber’in ümmetiyiz. Sizi kıskandırmak için söylemiyorum ama bilinmeli ki,
benim arkadaşlarımın hepsi özeldir. Her biri dünyada bir tanedir. Her biri gibisi
dünyaya şimdiye kadar gelmemiştir ve inanıyorum ki, bundan sonra kıyamete kadar
da gelmeyecektir. Her birini ayrı ayrı keşfetmek, anlamak için ayrı ayrı ömrüm
olsa da her biri için yaşasam… Öyle doyulmaz, kıymetlerini takdir etmek beni
aşan insanlardır tek tek.
Benim her arkadaşım böyledir. Allah yeryüzündeki her
insana böyle arkadaşlar, dostlar nasip etsin! Rabbimden dileğim, onlara lâyık
olayım ve bir ömür boyu lâyık kalayım…
Bu düşüncelerimi her fırsatta onlara da söylüyor,
hissettirmeye çalışıyorum. Dediğim gibi, onların harikulâde özelliklerini
takdire ve taltife muktedir değilim ama çamsakızı, çoban armağanı misâli,
fakirin gücünün yettiği, yapabildiği bu kadar.
Siz değerli okuyan kıymetli insanlar için dileğim, benim yaşadığım bu duyguların kat kat daha üstününü sizlerin de yaşaması…