
BU haftaki yazımı, hatıra karakterli bir dipnot üzerine kaleme alacağım. Son zamanlarda birbirine zıt muamelelerin, hissî hasadında hayli zaman tükettim. Nezaket ve huşunetin safi bir geçiş, bir enstantane ya da bir algı grafiğinden ibaret olmadığını, sahibince cennet meyveleri devşirmeye ya da cehennemde yakıt istifi yapmaya götürecek kadar müessir bir natüre sahip olduğunu yazmazsam, bu hayatî vaziyetleri nasıl kalplere nakledebilirim!? Hem bir bakıma ben de hissedişler râvisi ya da duygu nakil cerrahı sayılırım. Zira kalem ve kâğıt, tüm bunlar için bazen bir neşter görevi görmüyor mu?
Gelelim atıfta bulunduğum zaman segmentlerine… Ve onları derleyen hatıra kesitlerine…
Anif, biçimsiz ve sakil davranışlara maruz kalmış zihin bloklarımla; nazik, seçkin, rafine, hassas ve içtenlikli muamelelerle zarı inceltilmiş kalp odalarımın bu mütenakız vaziyetinin mimarı pek tabii insan(!) Ama bu iki insan makulesini bir çuvalda taşıyamaz, bir kümede barındıramaz ya da bir duygu alışverişinde beraberce hedef gösteremezsiniz. Öyle munfasıl, öyle bambaşka, öyle tezat… İnsan ama biri kalbiyle insan, biri urbasıyla…
Akıl yarıştırmaya çalışan ve öğrenimini, bilgi birikimini, kendi kulvarındaki deneyimini paylama, hor görme ve tekdir üzere tasarruf eden bir doktorun bıraktığı hasarı, bir çağrı merkezindeki personelin telafi etmesi ve beni bambaşka bir zamana ikame etmesi ve tüm bu ayrıklığın çok yakın zaman dilimlerinde kalbimi duygudan duyguya transfer etmesi, kalem oynatmayı da kaçınılmaz bir hâle getirdi. Ama ben kabalığın, kibrin, insanı hor gören şeytanî köleliğin kırıcılığı üzerine çok da durmak niyetinde değilim. Bir doktorun sorulan sorulara tahammül edemeyip hastalık üzerine -kaba tabirle- geyik yapmaya yeltenmesi ve tüm bunları randevu saatini beklemek zorunda olduğundan, yani benliğinin ve bencilliğinin kendini esaret altında tutuşundan referansla icra ediyor oluşu, çok da kelama layık değil. Aslında hiç gerek görmesem de genelgeçer safsatalara riayetle, elbette bütün doktorlar böyle değil… Ki ben de tasavvuf ehli bir doktorun nezaketine, tevazuuna ve hastasına gösterdiği ilgi ve alakaya denk gelmiş bir insan olarak, elbette her meslekte her türden insan bulunduğu idrakindeyim. Ama insanın kötüsü bir de bilgi ve mâkâm elde ettiğinde, bunu tasarruf ettiği güzergâh ile çok büyük hasarlara ve zararlara sebebiyet verebiliyor.
Şimdi detaylarına girmeye lüzum görmediğim bu kaba doktor hatıratını burada keselim de nezaketin vardığı sonuca daha yakından bakalım.
Sanat tarihi okuduğum üniversite çağımdan on yıl aradan sonra devletimizin tanıdığı ikinci üniversite hakkından yararlanmaya karar verdim. Çok ani ve kalbî bir karardı bu. Hiç beklemezdim açıkçası. Ama kalbimde yatan İlahiyatla sonunda yollarımız kesiştiği için Rabbime hamd ediyorum. Fakat hatıraya geçmeden evvel devletimize buradan bir teşekkürü de borç biliyorum. Eğer ikinci üniversite için tekrar sınava girmem gerekseydi bununla uğraşacak ne vakit ne enerji bulabilirdim. Ne güzel bir imkân ki, yıllar önceki emeği ve gayreti yok saymayan ve yeni yollar, yeni ufuklar belirlemek için yolun taşını çakılını temizleyen bir sosyal devlet anlayışı hâkim. Bu imkân, insanın hayatına çok keskin bir viraj ile tesir ediyor. Bu sebeple devletime canı gönülden müteşekkirim.
Velhasıl kayıt oldum…
Malûmunuz, İlahiyat bölümü dersleri biraz ağır. Bu sebeple kitaplarıma hemen kavuşmak istedim. Fakat PDF kitap uygulamasına geçilmiş ve kitaplar henüz sisteme yüklenmemişti. Ben de şimdiden çalışmaya başlamak için sistemden birkaç dersin kitap siparişini verdim. Sistemde kargo takip numarası görünmüyor, AOF kitap satış bölümünü aradım. Adını bilmiyorum, bir insan çıktı karşıma, son zamanlarda hastanelerin danışma bölümlerinde ya da polikliniklerinde şahit olduğum kabalığa inat, nezaketin nakkaşı denecek bir inceliğe sahip.
“Kargo takip numarası sisteme düşmemiş henüz” dedi. Ben de teşekkür ettim, kapatmak üzereydim, “Biraz bekleteyim...” dedi. Daha özel bilgilere ulaşarak takip numarasını öğrenmeye çalıştı. Benim talebimi karşılamak için uğraşırken de defalarca “Bekletiyorum, kusura bakmayın!” gibi cümleler kurdu. Sistem ağır işleyince “Ben sizi bekletmeyeyim, bir bilgi bulursam dönüş yapayım” dedi. 20 dakika sonra beni aradı, yani 20 dakika bu işle uğraştı. Ben o sırada başka bir telefon görüşmesindeydim, açana kadar karşı taraf kapatmış bulundu. Geri dönüş yapsam çağrı merkezinde aynı kişiye denk gelemem diye düşündüm ve bekledim. Ve inanır mısınız? On dakika sonra tekrar aradı, bana takip numarasını verdi.
Elbette kalben bu tanımadığım insana dualar ettim. Son zamanlarda böylesi bir nezaketin zemine dökülmüş zerresine bile rastlayamadığımızdan, tevafuk ettiğim andaki şaşkınlık, bir süre sonra yerini hayır dualarına bıraktı. Burada mühim olan talebimin karşılanması bile değildi aslında… Hakikaten bu davranışın ve mizacın, az bulunur bir mücevher olduğu ve bulunduğunda rikkatle muhafaza edilmesi gerektiği inancındayım. Çünkü bu insaniyet mertebesine ulaşan bir toplumda manevî yıkımlara az rastlanır. Böylesi nezaketle işine eğilen insanların sayısı arttıkça atmosferdeki nefret ve kin sisleri dağılır. Aslında neresinden bakılsa nezaket ve işini hakkıyla icra edebilme kabiliyeti, atmosferi baştan aşağı temizleyen ve alınan nefesi rafine eden bir ab-ı hayat.
Pek tabii, işin bir de dua boyutu var. Muhatabına insanî hudutlarda muamele edebilen ve elinden geleni yapmaya meyilli kalpler, kim bilir bir iş günü içinde kaç kişiden dua alıyorlar? Ve bundan kendilerinin haberi bile yok. Ömrün yollarını bu habersiz, sessiz ve gizli dualar çiçeklendirmezse başka da hiçbir gayret, devasa kayaları eritip serin kumsallar peydah etmeyecek ya da kömürlerden elmaslar çıkarmayacak. Demek ki insan her adımı Allah’ın nazarında olduğu idrakiyle ve insana Allah’ın kulu mertebesinden atarsa, milyonla dua biriktirecek ve kalbine inen huzuru da işini hakkıyla yapıyor oluşuna İlâhî mükafattan bilecek. Diğerleri mi? Kaba, sakil ve işinde ciddiyetsiz -hangi meslekten olursa olsun- mizaçların, iman tahtaları üzerine bıraktıkları baskı, korkarım kendi ömürlerinde de neşe ve refah olarak aksetmeyecek. Yine de Rabbim hepimizi mağfiret eylesin. İşini hakkıyla yapanlardan ve insana insanca mukabele edenlerden olalım.