Neyi abartıyorsak biraz o değil miyiz?

Bir gerçeğe işaret ettiği için nicelik abartıldığında, bu çerçevede yapılan çalışmaların çoğu, eksen kaymasına uğrayabilir ve zamanla bizi yani insanı, açılan soyut dehlizlerden geçmeye zorlayabilir. Bu da yetmeyip, olanı olmayan, olmayanı olan gibi algılamaya/algılatmaya ve bunu kabul etmeye ve dahi ettirmeye kadar götürebilir.

NEYİ abartıyorsak biraz o değil miyiz?

Bir kavramı, bir nesneyi, bir durumu tanımlarken bunu çokça yaşıyoruz.

Tanımlama, elbette tanımaktan gelen pozitif bir kavram… Bir şeyin başı ve sonu itibariyle ne olduğunun veya ne olmadığının altını çizmek bakımından çok önemli. Ancak geldiğimiz yerde tanımlamanın bir gereklikten ziyâde -en basit şekilde- kuru bir eylemi ifade ettiği çokça durumla karşılaşıyoruz.

Maksat o olmasa bile, ifadesi çoğaltılan çoğu şeyin içinin/kendisinin azaldığını unutur hâle geldik. Su gibidir bu… Bir kere bulanmayagörsün…

Ara sıra yönelen hakikat seslerine de sağır kalınca, söz konusu unutkanlığı pekiştirme yolunda başkaca abartılı yaklaşımları benimser olduk. Çoğu hususta taksitle hareket ederken hükmü peşin vermeye, hayat ile dengemiz hususundaki ahenk terazisiyle keyfimizce ve gayr-i adilâne oynamaya devam ettik. Hâl böyle olunca, “abartıyı dikkat çekmek, ortada tutarlı bir iddia yokken varmış göstermek, dar olanı geniş, sığ olanı derin, sübjektif olanı objektif, -üslûp olarak hiçbir katkı sunmadan- herkesin olanı/herkesin bildiğini özgün, figüranı kahraman, üstadı çırak, göreceyi sınırsız özgürlük olarak anlamak ve nihayet kendine ait olmayanı kendine aitmiş gibi göstermek noktalarına kadar götürdük. Arınmış ifadeyle; ellerini bağlamadan, gönüllü şekilde götürdük… 

***

Neyi abartıyorsak biraz o değil miyiz?

İnsanın en çok kullandığı kelimelerin ortalaması olduğu söylenir. Doğru!

Bir yönüyle bir gerçeğe elbette işaret ediyor. İstatistik açısından hemen çoğu şey değerlenebilir, değerlendirilebilir. Eksilir, artar, uzar, kısalır, dönem veya dönemler hâlinde incelenebilir, seyredilebilir, ortalaması alınabilir ve nihâyet bazı kıstaslar aracılığıyla bir sonuca varılabilir. Bu da doğru!

İnsanın bir yönüyle kesiştiği, doğrudan veya dolaylı olarak ilişki kurduğu konular hususunda da bu tür araştırmalar yapılabilir.

Ancak malûmunuz, bu tür çalışmalar tamamen niceliksel verilere dayanarak yapılır. İnsan ise nicelikten bağımsız olmayıp aslında nitelikle -“ölçülebilen” demeyelim- anlaşılabilen, anlaşılmaya gayret edilebilen şerefli bir varlıktır.

Abartısız bir teşbihle, nicelik beden ise, nitelik ruhtur. Nicelik madde ise, nitelik mânâdır. Bu sûretle mânâya en doğru mânâ da yine kendi nevinden kıstaslarla verilebilir, verilmelidir.

Dolayısıyla bir gerçeğe işaret ettiği için nicelik abartıldığında, bu çerçevede yapılan çalışmaların çoğu, eksen kaymasına uğrayabilir ve zamanla bizi yani insanı, açılan soyut dehlizlerden geçmeye zorlayabilir. Bu da yetmeyip, olanı olmayan, olmayanı olan gibi algılamaya/algılatmaya ve bunu kabul etmeye ve dahi ettirmeye kadar götürebilir.

Bu ne demek?

İnsanın doğup büyüdüğü ve uğruna mücadele ettiği topraklardan sorgusuz sualsiz göçe zorlanması, uzaklaştırılması yahut kendi mahallesinde mülteci gibi yaşaması demek…

Arınmış ifadeyle, “sürgün” demek!

***  

Neyi abartıyorsak biraz o değil miyiz?

Ey güzel dost! Dememiz odur ki, zihinlerin ve algıların gerçeği görmek bahsinde abartıyla yönetildiği günümüz dünyasında -görece bir kendi değil, doğruyla inşâ edilmiş- kendi pencerenden bakmayınca “başkalarının perdesine” maruz kalırsın. Bir de “Çok perdeli oyun varmış bu akşam” diye para verip izlemeye gidersin…

Bu arada, kendi penceren açık kalmıştır. Omuzların üşümüştür. Enfeksiyon dedikleri şey harekete geçmiştir. Kan değerlerin düşmüştür. Gece olmuştur. Pencerenden bakmak istesen bile hastalık ve karanlık seni bir süreliğine de olsa odaya esir etmiştir. Kime ne?

Neyi abartıyorsak biraz o değil miyiz?

Abartı... Öyle de, yahu ya iyi şeyler? “Sevginizi abartın!” gibi ifadeler meselâ...

İster sevgi ve saygı gibi merkeze konulduğunda insanı kuşatan, ister diğer yalıtılmış güzellikler olsun, bunların hiçbirinde de abartı olamaz. Peki, ne olur? Karar olur!

Kararında olması için de elbette kuralları olur. “Kural” deyince de, niyedir bilinmez, katı bir kuralcılık gelir akla. Değil… Hayır, bu öyle bir kural değil! “Yerindelik, dem’indelik ve sahicilik” kuralı…

O hâlde bîkarar* olanın hâli pür-kusur olmaz da ne olur? Bunu derken, kabul edelim ve biz de biraz abartmış olalım haydi! Haydi biz de biraz düşmüş olalım… Haydi biz de biraz üşümüş olalım…

Ama kalkmak ve ısınmak için küçük bir kıvılcım da olsa elinden tutalım tek!

Kıvılcım mı?

Neyi abartıyorsak biraz o değil miydik?

Doğru ise peşinde olduğumuz... Değil… Bu, abartı değil!

 

*“Tutarsızlık” mânâsında kullanılmıştır.