Neydi yaşamak?

Yaratan neyle avunacağımı biliyordu en başından. Dünyayı tarifesinden farklı kullanan bendim. Koca bir ömre yazık değil mi? Çok şey istemek insanın hakkı. Daha fazlasını, çok daha fazlasını da… Ama dünyayı aşar bu istekler. Bir tek insana bile dünyanın tamamını verseler, yine de yetinmez. Bir tatlı kaşığı tuz, iki su bardağı su koymalıyken…

TERTEMİZ bir sayfa olsun önümde, içimden geçenleri yazdıkça yazayım. Gerçi içim içime sığmazken, sayfalar, parmaklar aciz… Ama olsun, buna da şükretmeli insan. “İçimde kalmamalı hayat” dedim hep. Nedense yanlış tarifle bir tencere yemek yapmışım gibi bir duygu var içimde. Malzeme tam, ama tarife uymamışım. Yemeğe yazık, damağa yazık değil mi?

Restorandan çık, spor salonuna, oradan kuaföre, ardından alışverişe… Midem yediklerini öğütme derdine düşedursun, düz bir karna sahip olma hevesi sarmış bile ruhumu. Neyse, gümbür gümbür müzik eşliğinde spor salonunda fazla yağlardan kurtulurum nasılsa…

Of, ne yoruldum ama! Şimdi çikolata ve kahveden sonra atarım kendimi mağazalara, yeni trendlere göz atarım. Alırım canım gitmişken, boş dönmem. Hem markete de uğrarım, evde çok eksik var, onları da alırım. Akşama da yemek için vakit kalmazsa hazır bir şeyler yaparım. Veee sinema keyfi…

Harika plânlıyorum hayatımı, her ânın tadını çıkarıyorum. Ama itiraf etmek gerekirse, çok yoruldum, çok da sinirliyim. Çocuklarımı azarladım boş yere, hem de suratım beş karış…

Neyse, erkenden yaşlanmamak için gece ve sabah kullanılan kremlerden alırım. Kırışıklıklara birebirmiş. Yatmadan önce e-postalara, bildirimlere, yorumlara bir göz atsam fena olmaz. Saat gece yarısını geçmiş. Dökülüyorum. Bu ne yorgunluk böyle?! Ama niye uyku tutmuyor ki, anlamadım. Ha aklıma gelmişken, o ayakkabıyı mutlaka almalıyım! Aslında bir tane var, ama bir ton açığı olsa daha iyi olacak; son aldığım çantayla uyum sağlamazsa özgüvenim düşük olur.

Yarın çocukları kreşten alıp yüzme kursuna, oradan da marketin lunaparkına götürürüm. Biraz eğlensinler, sonra da istedikleri oyuncaklardan alırım, sürprizime bayılırlar. Oğluma da telefon alırım, sevinçten havalara zıplar. Neyse, uyumam lazım, yoksa sabah işe geç kalabilirim…

Çocuklar hâlâ bilgisayar başındalar. Daha uyumamışlar mı? Televizyon da açık kalmış! Neden bu kadar sinirliyim acaba? Dolu dolu bir gün geçirdik hâlbuki, istediğim ne varsa hepsine zaman ayırdım. Modern dünyaya uyum sağlıyorum. Modayı takip ediyorum, bütün teknolojik ürünleri kullanıyorum. Her şey çok güzel, ama niye mutsuzum? Bence bütün bunlar depresyon belirtileri! Yarın randevu alıp özel bir psikologdan terapi almalıyım. Bu gayet doğal bir şey, ayıplanacak nesi var ki?

Ne yapsam uyuyamıyorum, bari kalkıp biraz internette istediğim arabanın modellerine bakayım, bitki çayı da yaparım, belki rahatlatır.

Aman Allah’ım, fiyatlar uçmuş! Kredi çeksem, üç yıllığına öderim. Bir de hafta sonu iş arkadaşları gelecekmiş, onu unutmuştum; pasta börek tarifleri alayım, ona göre alışveriş yaparım. Temizlik ne olacak peki? Sabah olmak üzere ve ben hâlâ uyumadım. Kesinlikle psikolojik destek almam gerek! Belki uyku düzenleyici ilaç da verir. Of, başım çatlıyor!.. 

Yıllar geçti. Hem de böyle geçti! Bir tencere yanlış tarif üzerine yapılmış yemek boşa gitti. “Yemeğe yazık, damağa yazık değil mi?” diyorum şimdi. Çıldırmış gibi karışmışım hayata, hiçbir şeyden geri kalmamak için yarışmışım zamanla. Sımsıcak sarılamadan büyümüş çocuklarım. Şimdi başka şehirdeler. Nice diziler çekildi, seyrettim; hatta tekrarlarını bile… Midem hem yemek, hem zayıflamak uğruna yaptıklarımla uğraştı yıllardır. Gelecekten çok korkardım. Gelecek, dünyada değilmiş meğer!

Yediklerim dokununca, kıyafet değiştirmeye bile gücüm kalmayınca anladım: Gücümü, ömrümü vefasız bir güzele kaptırmışım meğer! Dünya beni nasıl kandırdı! Aynı yalanı her gence söylüyor. Sonra o genç yaşlanıyor, anlıyor. Ama dünya kendine inanacak yeni tazeler buluyor. Maskesi yüzündeyken ve gençken anlamadıktan sonra…

Yıllardır insanların ölümünü sivrisineklerin ölümüyle bir tutmuşum. Gelecek korkusunu gençlik ateşiyle yapmak istediğim her şeyi “Ya yapamazsam? Ya işim, kariyerim olmazsa?” diye anlamışım. Dünyanın geleceği yaşlılık ve kemik ağrılarıymış, fersiz gözler ve tutmayan dizlermiş. Saygı beklerken itilip kakılmakmış, her türlü oyuncağı aldığın yavrunun huzur evi kapısında bırakıp gitmesiymiş. Çekmecemde çeyizimden kalma seccadeler vardı, tespihler de, belki namaz kılan biri gelirse sererim diye dururlardı. Hiç el değmedik Kur’an-ı Kerim de bulunurdu evde. Ama salâlar okunurken birinin ardından, kafedeki müzik sesinden duyamadım belki de. Saç boyaları kapatırken yoruldu beyazlarımı. Hayata tutunmak bu değilmiş ama! Bir boşluk vardı ruhumda, çer çöp ne varsa doldurdum belki boşluğun sancısını dindirir diye.

Yaratan neyle avunacağımı biliyordu en başından. Dünyayı tarifesinden farklı kullanan bendim. Koca bir ömre yazık değil mi? Çok şey istemek insanın hakkı. Daha fazlasını, çok daha fazlasını da… Ama dünyayı aşar bu istekler. Bir tek insana bile dünyanın tamamını verseler, yine de yetinmez. Bir tatlı kaşığı tuz, iki su bardağı su koymalıyken…

Tam tersi anlamışım tarifi; tuz ağısı olmuş yemek. Damağa yazık değil mi? “Şükür” desem, doyardım. “Şükür” desem, uyurdum. “Şükür” desem, mutlu olurdum. Şükürle dolardı o korkunç boşluk. Olan oldu artık, ne çare! Ama biri rast gelir de okur diye bir sayfa doldurdum. Yepyeni bir umut olsun diye. Umut hep vardı, şimdi de var. Umut, “Hoş geldin!” diyor. Umut, “hoş bulduk”!