
TERTEMİZ bir sayfa olsun
önümde, içimden geçenleri yazdıkça yazayım. Gerçi içim içime sığmazken,
sayfalar, parmaklar aciz… Ama olsun, buna da şükretmeli insan. “İçimde
kalmamalı hayat” dedim hep. Nedense yanlış tarifle bir tencere yemek yapmışım
gibi bir duygu var içimde. Malzeme tam, ama tarife uymamışım. Yemeğe yazık,
damağa yazık değil mi?
Restorandan
çık, spor salonuna, oradan kuaföre, ardından alışverişe… Midem yediklerini
öğütme derdine düşedursun, düz bir karna sahip olma hevesi sarmış bile ruhumu. Neyse,
gümbür gümbür müzik eşliğinde spor salonunda fazla yağlardan kurtulurum nasılsa…
Of,
ne yoruldum ama! Şimdi çikolata ve kahveden sonra atarım kendimi mağazalara,
yeni trendlere göz atarım. Alırım canım gitmişken, boş dönmem. Hem markete de
uğrarım, evde çok eksik var, onları da alırım. Akşama da yemek için vakit
kalmazsa hazır bir şeyler yaparım. Veee sinema keyfi…
Harika
plânlıyorum hayatımı, her ânın tadını çıkarıyorum. Ama itiraf etmek gerekirse,
çok yoruldum, çok da sinirliyim. Çocuklarımı azarladım boş yere, hem de suratım
beş karış…
Neyse,
erkenden yaşlanmamak için gece ve sabah kullanılan kremlerden alırım.
Kırışıklıklara birebirmiş. Yatmadan önce e-postalara, bildirimlere, yorumlara
bir göz atsam fena olmaz. Saat gece yarısını geçmiş. Dökülüyorum. Bu ne
yorgunluk böyle?! Ama niye uyku tutmuyor ki, anlamadım. Ha aklıma gelmişken, o
ayakkabıyı mutlaka almalıyım! Aslında bir tane var, ama bir ton açığı olsa daha
iyi olacak; son aldığım çantayla uyum sağlamazsa özgüvenim düşük olur.
Yarın
çocukları kreşten alıp yüzme kursuna, oradan da marketin lunaparkına götürürüm.
Biraz eğlensinler, sonra da istedikleri oyuncaklardan alırım, sürprizime
bayılırlar. Oğluma da telefon alırım, sevinçten havalara zıplar. Neyse, uyumam
lazım, yoksa sabah işe geç kalabilirim…
Çocuklar
hâlâ bilgisayar başındalar. Daha uyumamışlar mı? Televizyon da açık kalmış!
Neden bu kadar sinirliyim acaba? Dolu dolu bir gün geçirdik hâlbuki, istediğim
ne varsa hepsine zaman ayırdım. Modern dünyaya uyum sağlıyorum. Modayı takip
ediyorum, bütün teknolojik ürünleri kullanıyorum. Her şey çok güzel, ama niye
mutsuzum? Bence bütün bunlar depresyon belirtileri! Yarın randevu alıp özel bir
psikologdan terapi almalıyım. Bu gayet doğal bir şey, ayıplanacak nesi var ki?
Ne
yapsam uyuyamıyorum, bari kalkıp biraz internette istediğim arabanın
modellerine bakayım, bitki çayı da yaparım, belki rahatlatır.
Aman
Allah’ım, fiyatlar uçmuş! Kredi çeksem, üç yıllığına öderim. Bir de hafta sonu
iş arkadaşları gelecekmiş, onu unutmuştum; pasta börek tarifleri alayım, ona
göre alışveriş yaparım. Temizlik ne olacak peki? Sabah olmak üzere ve ben hâlâ
uyumadım. Kesinlikle psikolojik destek almam gerek! Belki uyku düzenleyici ilaç
da verir. Of, başım çatlıyor!..
Yıllar
geçti. Hem de böyle geçti! Bir tencere yanlış tarif üzerine yapılmış yemek boşa
gitti. “Yemeğe yazık, damağa yazık değil mi?” diyorum şimdi. Çıldırmış gibi
karışmışım hayata, hiçbir şeyden geri kalmamak için yarışmışım zamanla.
Sımsıcak sarılamadan büyümüş çocuklarım. Şimdi başka şehirdeler. Nice diziler
çekildi, seyrettim; hatta tekrarlarını bile… Midem hem yemek, hem zayıflamak
uğruna yaptıklarımla uğraştı yıllardır. Gelecekten çok korkardım. Gelecek,
dünyada değilmiş meğer!
Yediklerim
dokununca, kıyafet değiştirmeye bile gücüm kalmayınca anladım: Gücümü, ömrümü
vefasız bir güzele kaptırmışım meğer! Dünya beni nasıl kandırdı! Aynı yalanı
her gence söylüyor. Sonra o genç yaşlanıyor, anlıyor. Ama dünya kendine
inanacak yeni tazeler buluyor. Maskesi yüzündeyken ve gençken anlamadıktan
sonra…
Yıllardır
insanların ölümünü sivrisineklerin ölümüyle bir tutmuşum. Gelecek korkusunu gençlik
ateşiyle yapmak istediğim her şeyi “Ya yapamazsam? Ya işim, kariyerim olmazsa?”
diye anlamışım. Dünyanın geleceği yaşlılık ve kemik ağrılarıymış, fersiz gözler
ve tutmayan dizlermiş. Saygı beklerken itilip kakılmakmış, her türlü oyuncağı
aldığın yavrunun huzur evi kapısında bırakıp gitmesiymiş. Çekmecemde çeyizimden
kalma seccadeler vardı, tespihler de, belki namaz kılan biri gelirse sererim
diye dururlardı. Hiç el değmedik Kur’an-ı Kerim de bulunurdu evde. Ama salâlar
okunurken birinin ardından, kafedeki müzik sesinden duyamadım belki de. Saç
boyaları kapatırken yoruldu beyazlarımı. Hayata tutunmak bu değilmiş ama! Bir
boşluk vardı ruhumda, çer çöp ne varsa doldurdum belki boşluğun sancısını
dindirir diye.
Yaratan
neyle avunacağımı biliyordu en başından. Dünyayı tarifesinden farklı kullanan
bendim. Koca bir ömre yazık değil mi? Çok şey istemek insanın hakkı. Daha
fazlasını, çok daha fazlasını da… Ama dünyayı aşar bu istekler. Bir tek insana
bile dünyanın tamamını verseler, yine de yetinmez. Bir tatlı kaşığı tuz, iki su
bardağı su koymalıyken…
Tam
tersi anlamışım tarifi; tuz ağısı olmuş yemek. Damağa yazık değil mi? “Şükür”
desem, doyardım. “Şükür” desem, uyurdum. “Şükür” desem, mutlu olurdum. Şükürle
dolardı o korkunç boşluk. Olan oldu artık, ne çare! Ama biri rast gelir de okur
diye bir sayfa doldurdum. Yepyeni bir umut olsun diye. Umut hep vardı, şimdi de
var. Umut, “Hoş geldin!” diyor. Umut, “hoş bulduk”!