BİR cisim eşit sürelerde eşit yol
alıyorsa ivmesi olmaz ve cismin hareketi, “düzgün doğrusal hareket” olarak adlandırılır. Otomobillerde
hız sınırını aşmadan düzgün ve konforlu yolculuk için hız sabitleyiciler bu işe
yarar.
Belli bir yükseklikten serbest bırakılan cismin yere
düştüğünü herkes bilir.
Bu hareketler öteleme, dönme ve titreşim hareketlerinden
“öteleme” sınıfına girer. Ötelemeden maksat, zamanla mesafe kat etmektir. Hareket,
cismin belirlenmiş bir referans noktasına göre zamanla değişimidir. Konum/yer
ise cismin bir referans noktasına göre mesafesidir.
Referans noktası, aslında sabit bir işaretlenmiş mevkidir.
Fen bilimlerinde buraya “koordinat merkezi” denir. Cismin hareketi sabit bir
noktaya göre değil de hareketli başka bir cisme göre ise, buna da “bağıl
hareket” denir.
Yan yana yürüyen iki arkadaş birbirlerine göre hareketsiz
iken, yere göre hareket ediyordur. Otobüste oturan yolcular otobüse göre hareket
etmezken yere göre hareket hâlindedirler. Birbirlerine doğru yürüyen kişiler de
bu tür hareket ediyordur.
Bu durumlar tam olarak Newton’un bulduğu hareket yasalarından
birincisi olarak bilinir ve bütün dünyada da böyle okutulur.
Newton, 1727’te vefat etmiştir...
***
Günümüzde “hız”, kelime olarak bir cismin birim zamandaki yer
değiştirme miktarı olarak bilinir ve böyle öğretilir. Ancak bu tanıma tam uyan
ve Newton’dan önce bunu açıklayan birileri daha vardı. Doğum tarihi tam olarak
bilinmemekle birlikte 1217 yılında vefat ettiği düşünülen Nureddin Batrucî,
bunlardan biridir.
Batrucî, Newton’dan 500 yıl önce tam da bu tanımı yapmıştır.
Tam olarak, “aynı mesafeyi daha kısa
sürede” gitmeyi “hız” olarak tanımlamıştır. Günümüzdeki tanımı ile Nureddin
Batrucî’nin tanımı, bilimsel açıdan “hız” kavramının tam karşılığıdır. Lâkin bilim
tarihçileri ya da meraklılar hâriç ne Nureddin Batrucî bilinir, ne de Nureddin
Batrucî’nin bu “hız” kavramına getirdiği açıklama.
Tarihte bunun gibi yüzlerde değil, binlerce değil, on
milyonlarca “şarlatanlık” olayı vardır! Şarlatanlıkların arpa plânında ve en
derininde yatan şey ise dini farklılıklardır.
Newton bir Hıristiyan, Nureddin Batrucî ise bir Müslümandır.
Gelişen bilim, iletişim ve teknoloji sayesinde her şeyin
saklı kalması pek mümkün olmuyor. Bu nedenle, İspanya’nın Kurtuba bölgesinde
doğan Nureddin Batrucî, günümüzde artık modern astronominin kurucusu kabul
edilmektedir.
Nureddin Batrucî, sadece hızı tanımlamakla kalmamış, hareketi,
yer değişimini ve enerjiyi de ifade etmiştir. Aslında Newton’a pek bir şey
kalmamıştır. Peki, nasıl oluyor da bütün dünyada sadece Newton’un bulduğu ifade
edilen ve sadece bu yönde bir eğitim-öğretimin takip edildiği yerden irfânî
oluşum çıkacak? Cevap: Çıkmaz!
Şu sorulabilir: “Madem Nureddin Batrucî bu kadar iş yaptı,
Hıristiyan dünyasını bıraktık, Müslümanlara neden öğretilmiyor?”
Bu soruya verilecek en güzel cevap, “İşte mesele de bu ya!” şeklindedir.
Bu soruya verilecek cevap, iki çerçeveden okunmalıdır.
Birincisi; Kuantum’un keşfinde Max Planck’ın itirafına ve
dürüstçe kendisinden önceki değerlere atıf yapıldığı, kaynak gösterildiği ve
ifade edildiği görülmemesidir.
Newton’un Hıristiyan oluşu bizi ilgilendirmez, kişisel
tercihidir. Newton’un üç önemli durumu vardır: İsmiyle anılan hareket yaslarını
sistematik olarak “bilimsel” makale anlamında yayınlamış olması, etki-tepki
olarak bilinen yasayı ifade etmiş olması ve makina devriminin bu yasalar ile keşfedilmiş
olması.
Newton, Max Planck’ın aksine, çalışmalarında Müslüman bilim
insanlarına atıf yapmamıştır. Newton, “sir” unvanı aldığı kraliyet ailesine sâdık
kalmış ve “fizik bilimini
Hıristiyanlığın koruma kalkanı” olarak kullanmayı başarmıştır. Müslüman
toplumlar ise Batı’dan kopyala-yapıştır, tercüme ve “eğitimi” teslim etme
yoluna gitmişlerdir. İşin en kolay yolunu tercih etmişlerdir. Bugün olan da
tamamen bunun sonucudur!
“Pergelin
iğneli ayağı sabittir benim dinimde, ama diğer ayağıyla yetmiş iki milleti
dolaşırım” diyen Hazreti Mevlâna’ya bu çerçeveden bakmayı beceremedik.
Mevlâna’yı ya bir kalıba koyduk ya da Batı’nın dayattığı “hümanizm”
çerçevesinde duvara astık.
Mevlâna’nın evrendeki hareketlerden ilham alarak geliştirdiği
“pergel metaforu”, Batılı misyoner Oryantalistlerin kalıplarının dışına çıkamadı.
Kâinat kitabının okumalarından hareketle “a’yân-ı sâbite” terimini geliştiren İbnü’l-Arabî nasıl
bir pencereden görülüyor?
Bunlar üzerinde kafa patlatmaya başlamadık bile!
Sonuç: Newton’un keşfettiği etki-tepki kavramıyla güçlülerin
zayıfları ezdiği felsefesine karşı Mevlâna’nın pergel metaforu ve
İbnü’l-Arabî’nin a’yân-ı sâbite ifadeleri ile dünyanın en medenî devletlerini
kurduk. Şimdi yeniden, tarih bir daha fırsat sundu.
Lâkin direnmek neden, anlaşılır gibi değil!