Newton, Mevlâna ve İbnü’l-Arabî’nin hayata bakışları

Newton, Max Planck’ın aksine, çalışmalarında Müslüman bilim insanlarına atıf yapmamıştır. Newton, “sir” unvanı aldığı kraliyet ailesine sâdık kalmış ve “fizik bilimini Hıristiyanlığın koruma kalkanı” olarak kullanmayı başarmıştır. Müslüman toplumlar ise Batı’dan kopyala-yapıştır, tercüme ve “eğitimi” teslim etme yoluna gitmişlerdir. İşin en kolay yolunu tercih etmişlerdir.

BİR cisim eşit sürelerde eşit yol alıyorsa ivmesi olmaz ve cismin hareketi, “düzgün doğrusal hareket” olarak adlandırılır. Otomobillerde hız sınırını aşmadan düzgün ve konforlu yolculuk için hız sabitleyiciler bu işe yarar.

Belli bir yükseklikten serbest bırakılan cismin yere düştüğünü herkes bilir.

Bu hareketler öteleme, dönme ve titreşim hareketlerinden “öteleme” sınıfına girer. Ötelemeden maksat, zamanla mesafe kat etmektir. Hareket, cismin belirlenmiş bir referans noktasına göre zamanla değişimidir. Konum/yer ise cismin bir referans noktasına göre mesafesidir.

Referans noktası, aslında sabit bir işaretlenmiş mevkidir. Fen bilimlerinde buraya “koordinat merkezi” denir. Cismin hareketi sabit bir noktaya göre değil de hareketli başka bir cisme göre ise, buna da “bağıl hareket” denir.

Yan yana yürüyen iki arkadaş birbirlerine göre hareketsiz iken, yere göre hareket ediyordur. Otobüste oturan yolcular otobüse göre hareket etmezken yere göre hareket hâlindedirler. Birbirlerine doğru yürüyen kişiler de bu tür hareket ediyordur.

Bu durumlar tam olarak Newton’un bulduğu hareket yasalarından birincisi olarak bilinir ve bütün dünyada da böyle okutulur.

Newton, 1727’te vefat etmiştir...

***

Günümüzde “hız”, kelime olarak bir cismin birim zamandaki yer değiştirme miktarı olarak bilinir ve böyle öğretilir. Ancak bu tanıma tam uyan ve Newton’dan önce bunu açıklayan birileri daha vardı. Doğum tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte 1217 yılında vefat ettiği düşünülen Nureddin Batrucî, bunlardan biridir.

Batrucî, Newton’dan 500 yıl önce tam da bu tanımı yapmıştır. Tam olarak, “aynı mesafeyi daha kısa sürede” gitmeyi “hız” olarak tanımlamıştır. Günümüzdeki tanımı ile Nureddin Batrucî’nin tanımı, bilimsel açıdan “hız” kavramının tam karşılığıdır. Lâkin bilim tarihçileri ya da meraklılar hâriç ne Nureddin Batrucî bilinir, ne de Nureddin Batrucî’nin bu “hız” kavramına getirdiği açıklama.

Tarihte bunun gibi yüzlerde değil, binlerce değil, on milyonlarca “şarlatanlık” olayı vardır! Şarlatanlıkların arpa plânında ve en derininde yatan şey ise dini farklılıklardır.

Newton bir Hıristiyan, Nureddin Batrucî ise bir Müslümandır.

Gelişen bilim, iletişim ve teknoloji sayesinde her şeyin saklı kalması pek mümkün olmuyor. Bu nedenle, İspanya’nın Kurtuba bölgesinde doğan Nureddin Batrucî, günümüzde artık modern astronominin kurucusu kabul edilmektedir.

Nureddin Batrucî, sadece hızı tanımlamakla kalmamış, hareketi, yer değişimini ve enerjiyi de ifade etmiştir. Aslında Newton’a pek bir şey kalmamıştır. Peki, nasıl oluyor da bütün dünyada sadece Newton’un bulduğu ifade edilen ve sadece bu yönde bir eğitim-öğretimin takip edildiği yerden irfânî oluşum çıkacak? Cevap: Çıkmaz!  

Şu sorulabilir: “Madem Nureddin Batrucî bu kadar iş yaptı, Hıristiyan dünyasını bıraktık, Müslümanlara neden öğretilmiyor?”

Bu soruya verilecek en güzel cevap, “İşte mesele de bu ya!” şeklindedir.

Bu soruya verilecek cevap, iki çerçeveden okunmalıdır.

Birincisi; Kuantum’un keşfinde Max Planck’ın itirafına ve dürüstçe kendisinden önceki değerlere atıf yapıldığı, kaynak gösterildiği ve ifade edildiği görülmemesidir.

Newton’un Hıristiyan oluşu bizi ilgilendirmez, kişisel tercihidir. Newton’un üç önemli durumu vardır: İsmiyle anılan hareket yaslarını sistematik olarak “bilimsel” makale anlamında yayınlamış olması, etki-tepki olarak bilinen yasayı ifade etmiş olması ve makina devriminin bu yasalar ile keşfedilmiş olması.

Newton, Max Planck’ın aksine, çalışmalarında Müslüman bilim insanlarına atıf yapmamıştır. Newton, “sir” unvanı aldığı kraliyet ailesine sâdık kalmış ve  “fizik bilimini Hıristiyanlığın koruma kalkanı” olarak kullanmayı başarmıştır. Müslüman toplumlar ise Batı’dan kopyala-yapıştır, tercüme ve “eğitimi” teslim etme yoluna gitmişlerdir. İşin en kolay yolunu tercih etmişlerdir. Bugün olan da tamamen bunun sonucudur!

“Pergelin iğneli ayağı sabittir benim dinimde, ama diğer ayağıyla yetmiş iki milleti dolaşırım” diyen Hazreti Mevlâna’ya bu çerçeveden bakmayı beceremedik. Mevlâna’yı ya bir kalıba koyduk ya da Batı’nın dayattığı “hümanizm” çerçevesinde duvara astık.

Mevlâna’nın evrendeki hareketlerden ilham alarak geliştirdiği “pergel metaforu”, Batılı misyoner Oryantalistlerin kalıplarının dışına çıkamadı.

Kâinat kitabının okumalarından hareketle “a’yân-ı sâbite” terimini geliştiren İbnü’l-Arabî nasıl bir pencereden görülüyor?

Bunlar üzerinde kafa patlatmaya başlamadık bile!

Sonuç: Newton’un keşfettiği etki-tepki kavramıyla güçlülerin zayıfları ezdiği felsefesine karşı Mevlâna’nın pergel metaforu ve İbnü’l-Arabî’nin a’yân-ı sâbite ifadeleri ile dünyanın en medenî devletlerini kurduk. Şimdi yeniden, tarih bir daha fırsat sundu.

Lâkin direnmek neden, anlaşılır gibi değil!