YÜKSEK bir noktadaki
cismin hızlanarak yere çarpmasının aksine yağmur, yere sabit hızla iner. Paraşütçülerin
parçalanmadan zemine erişmeleri de sabit hızla inmelerindendir. Demir bilye
yağın içine bırakılırsa, kabın dibine kadar yağmur gibi sabit bir hızla
erişir.
Vücûttaki kanın akışkanlığının
belli bir değerde olmasına özen gösterilir. Alyuvarların kan içerisindeki süspansiyon
(kan içinde asılı durma) hâli ve denizaltı araçlarının sabit durumları da tercih
edilen yönlerdir.
Hücrenin dışında 10/15 kat daha
fazla olan sodyum iyonu ile hücre içerisinde dışarıya göre 30/35 daha fazla
olan potasyum iyonları, plâzma zarının iki tarafından iyon dengesi olacak
şekilde ve hücre içerisine giriş-çıkış hareketleri sabit bir düzen içerisinde
gerçekleşir. Moleküllerin hücre gövdesinden sinaps veya hücre zarına doğru
hareketleri (anterograd/ortograd) de benzer şekilde çalışır. Bu ve benzeri durumların
tamamı, elektronik devrelerin çalışma prensipleriyle birebir uyumludur.
Elektronik devrelerdeki devre
elemanlarından biri eksikse veya devre bağlantısı yoksa, sistem düzgün
çalışmaz. Oysa ortada birer devre bileşeni mevcûttur. Demek ki gerek şartın
yanında yeter şart olan devre bileşenlerinin bağlantısı da çok mühimdir.
Benzer şekilde, bir hayvanın vücûdundaki
kanın ne kadar olduğunu ölçmek için, hayvanın kanını vücûttan boşaltarak doğru bir
ölçüm yapmak imkânsızdır. Canlı bir hayvanın kanının hacminin doğru ölçümü
ancak hayvan canlı iken klinik yöntemlerle yapılmasıyla mümkündür. Bu nedenle
bir insanı öldürmek, evrenin işleyişine çomak sokmak olduğundan, bütün bir
insanlığı öldürmüş olmak gibidir. Bu anlayış Müslüman toplumlarda varken, Batı
toplumlarında yoktur.
Yukarıda izah edilen durumlar
öteleme, dönme ve titreşim hareketlerinden sadece öteleme hareketinin sabit
hızlı olanlarına açık birer örnektir. Ancak öteleme, dönme ve titreşim
hareketleri birbirine dönüşebilir. Bütün durumlarda referans noktasına göre “veri”
elde edilir. Referans noktası yanlış alındığında “veriler” de yanlış olur ve “doğru
bir sonuca” ulaştırmazlar.
Paraşütün sabit bir hızla yere
inmesi kabul edilirken, yağmurun düzenli inişleri o kadar rahat bir kabul
görmez. Oysa yağmurun aerodinamik yapısı sabit hızın (limit hızın) oluşmasında
etkendir. Yani hava ve sıvı içerisinde hareket eden cisimlerin aerodinamik
yapıları birbirlerine benzerdir. Böylelikle en az enerji ile en fazla iş yapma
yeteneği ve çevreye en az zarar verme özelliği gözetilir. Yağmurun şekli,
uçağın kanatları, yumurtanın şekli ve denizlerdeki balıkların tamamı bu aerodinamik
yapıdadır.
Yağmur damlacıkları aslında
küre/top şeklindeyken hava ile temas ettiklerinde bilinen salkımsı yağmur
şeklini alır. Bu nedenle zarar yerine faydalı olduğundan yağmura “rahmet” denilmiştir.
Suyun içerisindeki hava kabarcıklarına bakıldığında ise hava kabarcıklarının yağmur
şeklinin aksine “yuvarlak” olduğu görülür. Demek ki suyun havaya verdiği şekil
(yuvarlak) ile havanın suya (yağmur) verdiği şekil aynı değildir.
Yağmurun bir adı da “asr”dır. Her
şeyin özel vaktine “asr” denir. “Âhir zaman” için de “asr” kelimesi kullanılır.
Kısa olmakla birlikle “asr” ismiyle anılan Kur’ân-ı Kerîm’deki Asr Sûresi,
bütün nasihatlerin özü sayılmaktadır.
İmam Şâfiî, Asr Sûresi için, “Şayet Kur’ân’da başka bir şey nâzil
olmasaydı, şu pek kısa sûre bile insanlara yeterdi. Bu sûre Kur’ân’ın bütün
ilimlerini kucaklıyor” demiştir.
Fen açısından bakıldığında yağmur/asr,
bilimsel çalışmaların özünde “tekrarlanabilir” olması nedeniyle özel bir zaman
ölçü birimidir. Bu ölçü biriminin en hatırı sayılır olanı asr için “âhir zaman”
ifadesi kullanılır. Bu nedenle asra yapılan yemin, insan, zaman ve Yaratıcı
irtibatına da işaret eder. İnsanların en fazla zararda olduğu dönemin âhir
zaman olacağı asla unutulmamalıdır.
Aslında su, havasız bir ortamda
yine yuvarlak şekli alır. Yağmurun yere inmesi asr iken, suyun içindeki hava
kabarcığının yuvarlak olması “öz”e işaret olsa gerektir. Asıl mihenk noktasının
ise hava olması, akla yatkın olandır. Hava, aslında hayatı şekillendiriyor.
Newton’un keşfettiği yasaların
akışkanlardaki karşılığı tam olarak “Akışkanlar Dinamiği” olarak bilinir. Brownian
hareketi, akışkan dinamiğinin omurgasını oluşturur. Bu konumda bile Newton,
katı Hıristiyan inancındadır ve bağlılığı tamdır. Ancak sosyal medyada
“Akışkanlar Dinamiği”nin şekillerine bakılırsa bu şeklin neye benzediğini okura
bırakıyoruz.
Burada referans noktası havadır.
Hava, “hüve” olarak bilinen Arapçada üçüncü tekil şahıs zamiri olan Hû’nun ta
kendisidir. Hazreti Mevlâna, yağmuru şekillendirip ona asr özelliği katan Hû’yu
sabit referans, yağmuru ise asr’ı hareketli ayak olarak “pergel metaforu” ile geliştirmiştir.
Hû’yu sabit tutup asr hareketi ile yetmiş iki milleti dolaşan Hazreti Mevlâna’ya
sahip çıkmak ve Batılı Oryantalistlere bırakmamaksa boynumuzun borcudur.
Hû, İbnü’l-Arabî’ye göre, hiçbir
varlığın müşahede edemeyeceği Allah’ın (cc) mutlak gayb ve sır olan Zâtına
işaret eden “ihsan mâkâmının” tam karşılığıdır. Yağmurun ihsan ve rahmet oluşunun
bir nedeni de işte budur!
Hû, varlık mertebelerinin de ilki
olup Allah’ın (cc) bütün İsim ve Sıfatlarının bâtını ve hakikati de bu mâkâmdadır.
“Allah” (cc) isminin aslının “he”
kaynaklı olması ve nefes alıp veren her canlının da “he” sesi çıkarması
manidardır. İnsanların bu “he” sesini “Hû” diye zikretmeleri takdire şayandır. Arapça
“Hû” kelimesindeki “vav” harfi ise ruhun ismine karşılık gelir. Günümüzde bu
“vav” karfinin boyunlarda kolye olarak kullanılması bu nedenledir. Neticede Hû
(hava, hüve), Allah’ın (cc) Zâtına işaret etmektedir.
İbnü’l-Arabî’nin dünyaya kazandırdığı
“hakikat, mâhiyet ve zât” mânâsına gelen a’yân-ı sâbite, eşya var olmadan önce,
Allah’ın (cc) ilminde bilgi olarak var olması ve gizli hakikatlerini ifade
etmesi ile dikkat çekicidir. İnsan, âlem/evren
ve Allah (cc) irtibatı Müslüman coğrafyasında genel olarak İbnü’l-Arabî’nin bu
görüşüne göre açıklanmıştır.
Güç odaklı ve madde kaynaklı bir
dünya anlayışı nerede, mâhiyet ve istidat odaklı yardımlaşma ve fakire el
uzatma âlemi nerede? Madde ve güç odaklı Newton anlayışı nerede, olmak ve Hû
odaklı Mevlâna ve İbnü’l-Arabî nerede?
Ancak gelin görkün ki, “eleştiriye”
bile açık olmayan Newtoncu anlayış, eğitim sisteminin omurgasını
oluşturmaktadır. Seçmeli bir ders statüsünde bile olmayan Mevlâna ve
İbnü’l-Arabî fikriyatı ise formal durumda bile bulunmamaktadır.
Newton ve Darwin gibilerin okutulduğu bir sistemden, gençliğin derslerde okutulmayan Mevlâna ve İbnü’l-Arabî fikriyatı gibi hareket etmelerinin beklenilmesinin nasıl bir durum olduğunu okuyucunun yorumuna bırakıyoruz.