GENELLİKLE çağımızın
getirdiği birtakım toplumsal değişimlere, gelişmelere, kültürel yozlaşmalara ve
asimilasyon dâhil tüm durumlara dair eleştiri yapılırken, geçmişe değil,
günümüze yani o âna odaklanırız. Kabul etmek gereken bir şey var ki, kültürel
anlamda sürekli bir bozulma (değişim değil) ile karşı karşıyayız. Ama bunun
suçlusu asla tek başına “yeni neslimiz” olmadı, olmayacak da.
Toplumsal
değişimde kültürel bozulma adına sınırı olmayan bir çağ ile baş başayız.
Eğitimin her aşamasında ve her yaş grubunda gözle görülür bir davranış değişimi
var. Bu, evde aileden tutun da sosyal yaşamda öğretmenden yolda karşılaşılan
bir ihtiyara karşı tüm tutumlara kadar kendini göstermeye başladı. Bu durumu
eleştiriye geçmeden önce sebepleri üzerine somut görüşler ortaya koymanın daha
faydalı olabileceğini düşünüyorum.
“Yeni
neslin velisi olacak zihniyet, gençliğe bir ruh aşılayacak ahlâk kahramanları
yaratabildi mi?” veya “Gençlikte ilim, ahlâk, sanat, hareket ve hırsını
doğuracak iman, nasıl bir iman olacaktı?” diyor Nurettin Topçu. Nesil, aslında
böyle bir yokluğun içinde bunalımlar yaşıyor. Çünkü yeni nesil kendisine imanî
bir şuur kazandıracak mürşidin yokluğunu iliklerine kadar hissediyor.
Peki,
bilginin her türlü donanımını algıladığımız günümüzde hiç mi rehber olacak bir
yol gösteren olmadı gençliğe? Elbette var ama yine Nurettin Topçu’nun deyişiyle,
“yüksek kürsülerden güzel şeyler söyleyen mürşitlerin, gençlikte doğmasını istedikleri
imanın mahiyetine dair bugüne kadar bir kelime öğrenilmedi”. Bu sözler üzerine
çok şey konuşulabilir. Bilgiye ve pozitif ilimlere dair her türlü rehberin ve
tekniğin olduğu çağımızda gençliğe, manevî boşluğunu dolduracak bir ilmin
verilmeyişinin bedelini çok ağır ödüyoruz. Bu boşluk, üzerini sürekli maddî
olanla kapatmaya çalıştıkça gitgide büyüyen ve artık toplum olarak baş
edemediğimiz bir boşluk hâlini aldı.
Örnek
olmak… İnsan, fıtratı gereği istese de, istemese de çevresiyle etkileşimde
bulunan ve bunu özümseyerek davranışa döken bir canlıdır. Bahsettiğim bu üstün
mânâda bir ilim örneği ise, çağımızda yok denecek kadar azaldı. Fakat önceki
çağlarda hakikat ışığını yaymaya çalışan ilim önderleri insanla birebir
etkileşime geçmeseler de yetiştirdikleri öğrencileri bile buna yeterli
gelebiliyorlardı. Günümüzde dini kendine sermaye edinen sahtekârlar yüzünden
neslimiz hepten maneviyattan uzaklaştı. Uzaklaşıyor da… Yazık!
“Neslimizin
nasipsizliği, aradığının ne olduğunu tanıtacak bir mürşide rastlamayışı
olmuştur” derken, Üstad Nurettin Topçu, sanki günümüz neslinin hâlini de yıllar
öncesinden sezebilmişti. Yeni nesil de bir bunalım boşluğu oluşturdu. İnsan
yaşamının en verimli çağları okul sıralarında geçerken, pozitif ilimler dışında
zamanın nasıl, ne ile verimli geçirileceği konusunda hiçbir fikri olmayan
gençlik, sadece yaşam kavgasında bir yerlere tutunmaya çalışıyor. Hâlbuki her
geçen gün nice ömürler feda edilecekti...
Akademik
yaşantının da dışında, gençliğin, sosyalleşeceği alanlarda ciddî anlamda bir
yokluk var. Gençlik, büyüklerini ne zaman alelâde yaşayanların arasından kılık
kıyafeti veya sözleriyle değil de fikir ve kanaatleriyle, hareketlerindeki
fedakârlık ve topluma adanmışlıklarıyla ayırt edilecek? “Yeni nesil” eleştirisi
yaparken bir de bu soruyu sormalıyız ki kültürel anlamda adaletli bir eleştiri
yapmış olalım.
Yeni
neslimize bu anlamda itibarını yeniden kazandıracak bir mürşidin yokluğu veya
varken bile etkili olamayışı, kültürel dejenerasyonun tetikleyicisi olmuştur.
Zira son devirlerin mürşitlerinin hepsi de yalancı peygamber rolünü oynadılar.
1980’lerin başından beri Anadolu veya yurdun dört bir yanından okumak için
üniversiteleri dolduran bir nesli, siyaset başta olmak üzere çeşitli fikirlere
yakınlık kurdurarak boş heveslerde tükettirdiler.
Ve
zamanla bildikleri öylesine parça parça olmuş bir nesil türedi ki kendisinden
başka her şeye hayran. Yarım asırdan beri eğitimde millî olmaktan ne kadar
uzaklaştıysak, gelecek nesiller de birbirinden o derece farklılaştı. Batı’ya
yüzümüzü döndüğümüz günden beri eğitimde Fransız, Alman, İngiliz ve Amerikan
okulları vatan toprağında köklerini saldıkça sınırlarımız içinde çocuklarımızı
yetiştiriyormuş gibi yaparak milletine, ülkesine, ailesine, diline, dinine,
kültürüne ve en sonunda da kendisine düşman bir gençlik yetiştirmeyi
başarabildiler. Dolayısıyla yine yarım asırdan beri Fransız, Alman, İngiliz ve
Amerikan hayranlığından usanmayan gençlik, şimdilerde kimliksizleşme ile bir
şahsiyetsizlik hastalığı yaşamaktadır.
Demek
istiyorum ki, bir zamanlar kendi ellerimizle yabancı akımına soktuğumuz bu
nesil, “Kendimizden hayır yok” dercesine bir yabancı kültüre geçti ve sonra
gelecekteki millî ve manevî hedefler bir kenara bırakıldı. Bir nesil, bir mânâda
dilsiz oldu. Konuşurken, cümlelerine bilmediği yabancı kelimeleri yerleştiren
ve hangi dilin kendi dili olduğu konusunda hiçbir fikri olmayan, sanki bir
minnet duyuyormuşçasına konuşmalarında ardı arkası kesilmeyen yabancı kelimeler
kullanan, ecdat tarihine ve diline gittikçe yabancılaşan bir gençlik…
Bir
gençlik oluştu ki, bir yarısı diğer yarısına sanki düşman yerine koymuşçasına
saldırıyor. Bununla sınırlı kalmıyor gençlik, yeri geldiğinde tarihine
saldırıyor, dinine saldırıyor, kültürüne saldırıyor, sevgisine saldırıyor.
Bir
nesil ki, elinden dost, sevgi, aşk, hak, hayâ ve hayâl gücü alınmış, gündelik
kavgalar yolunda imanı, hakikati ve hareket aşkı alınmış, kalbi kurtulmuş,
korkusu çok, endişesi büyük, yarını hedefsiz ve yaşamı gayesiz…
Peki,
nasıl düzelmeli bu nesil?
Yazının
başında da bahsettiğim üzere, neslin hastalığını, geçmişte kabuk bağlayan
yaralarda aramak lâzım. Gençliğin de hataları çok elbet, ama kültüre hürmet
etmesi adına örnek yaşamı sergilemeye çalışmalıyız. Çünkü neslin yarasının
derinlerde olduğunu biliyorsak, sanki doktorun hastasını tedavi etmesi gibi,
sevgi ve merhamet ile yaklaşmalıyız.
Yediden
yetmişe tekniğin hayatımızı değiştirdiği günümüzde, her gencin kalbine teknik
girdikçe gönlünden iman hakikati sökülüp alındığı şu çağda, gençliğin
aradığının ne olduğunu bulduracak rehberler olmalıyız.
Gündelik
hayatın akışı içerisinde modern yaşamda öyle yoğun ki modern insan… Köklerini
maziden alan ve ecdadın bin yıl besleyerek bugünlere ulaştırmış olduğu asıl
dâvâyı nesle aşılamayan bir aile, nasıl yozlaşmayan bir nesil bırakır yarına?
Sonuç
olarak, geçmişin aynası ve geleceğin umudu olan gençliğimiz için, Nurettin
Topçu’nun veciz ifadesiyle, “Hakikî inkılâbı yapacak olan bu nesil, beklenen
kuvvettir” diyoruz.
Asil
yarınlara yozlaşmadan ulaşmak ümidiyle…