Neslimizin itibarı

Neslin hastalığını, geçmişte kabuk bağlayan yaralarda aramak lâzım. Gençliğin de hataları çok elbet, ama kültüre hürmet etmesi adına örnek yaşamı sergilemeye çalışmalıyız. Çünkü neslin yarasının derinlerde olduğunu biliyorsak, sanki doktorun hastasını tedavi etmesi gibi, sevgi ve merhamet ile yaklaşmalıyız.

GENELLİKLE çağımızın getirdiği birtakım toplumsal değişimlere, gelişmelere, kültürel yozlaşmalara ve asimilasyon dâhil tüm durumlara dair eleştiri yapılırken, geçmişe değil, günümüze yani o âna odaklanırız. Kabul etmek gereken bir şey var ki, kültürel anlamda sürekli bir bozulma (değişim değil) ile karşı karşıyayız. Ama bunun suçlusu asla tek başına “yeni neslimiz” olmadı, olmayacak da.

Toplumsal değişimde kültürel bozulma adına sınırı olmayan bir çağ ile baş başayız. Eğitimin her aşamasında ve her yaş grubunda gözle görülür bir davranış değişimi var. Bu, evde aileden tutun da sosyal yaşamda öğretmenden yolda karşılaşılan bir ihtiyara karşı tüm tutumlara kadar kendini göstermeye başladı. Bu durumu eleştiriye geçmeden önce sebepleri üzerine somut görüşler ortaya koymanın daha faydalı olabileceğini düşünüyorum.

“Yeni neslin velisi olacak zihniyet, gençliğe bir ruh aşılayacak ahlâk kahramanları yaratabildi mi?” veya “Gençlikte ilim, ahlâk, sanat, hareket ve hırsını doğuracak iman, nasıl bir iman olacaktı?” diyor Nurettin Topçu. Nesil, aslında böyle bir yokluğun içinde bunalımlar yaşıyor. Çünkü yeni nesil kendisine imanî bir şuur kazandıracak mürşidin yokluğunu iliklerine kadar hissediyor.

Peki, bilginin her türlü donanımını algıladığımız günümüzde hiç mi rehber olacak bir yol gösteren olmadı gençliğe? Elbette var ama yine Nurettin Topçu’nun deyişiyle, “yüksek kürsülerden güzel şeyler söyleyen mürşitlerin, gençlikte doğmasını istedikleri imanın mahiyetine dair bugüne kadar bir kelime öğrenilmedi”. Bu sözler üzerine çok şey konuşulabilir. Bilgiye ve pozitif ilimlere dair her türlü rehberin ve tekniğin olduğu çağımızda gençliğe, manevî boşluğunu dolduracak bir ilmin verilmeyişinin bedelini çok ağır ödüyoruz. Bu boşluk, üzerini sürekli maddî olanla kapatmaya çalıştıkça gitgide büyüyen ve artık toplum olarak baş edemediğimiz bir boşluk hâlini aldı.

Örnek olmak… İnsan, fıtratı gereği istese de, istemese de çevresiyle etkileşimde bulunan ve bunu özümseyerek davranışa döken bir canlıdır. Bahsettiğim bu üstün mânâda bir ilim örneği ise, çağımızda yok denecek kadar azaldı. Fakat önceki çağlarda hakikat ışığını yaymaya çalışan ilim önderleri insanla birebir etkileşime geçmeseler de yetiştirdikleri öğrencileri bile buna yeterli gelebiliyorlardı. Günümüzde dini kendine sermaye edinen sahtekârlar yüzünden neslimiz hepten maneviyattan uzaklaştı. Uzaklaşıyor da… Yazık!

“Neslimizin nasipsizliği, aradığının ne olduğunu tanıtacak bir mürşide rastlamayışı olmuştur” derken, Üstad Nurettin Topçu, sanki günümüz neslinin hâlini de yıllar öncesinden sezebilmişti. Yeni nesil de bir bunalım boşluğu oluşturdu. İnsan yaşamının en verimli çağları okul sıralarında geçerken, pozitif ilimler dışında zamanın nasıl, ne ile verimli geçirileceği konusunda hiçbir fikri olmayan gençlik, sadece yaşam kavgasında bir yerlere tutunmaya çalışıyor. Hâlbuki her geçen gün nice ömürler feda edilecekti...

Akademik yaşantının da dışında, gençliğin, sosyalleşeceği alanlarda ciddî anlamda bir yokluk var. Gençlik, büyüklerini ne zaman alelâde yaşayanların arasından kılık kıyafeti veya sözleriyle değil de fikir ve kanaatleriyle, hareketlerindeki fedakârlık ve topluma adanmışlıklarıyla ayırt edilecek? “Yeni nesil” eleştirisi yaparken bir de bu soruyu sormalıyız ki kültürel anlamda adaletli bir eleştiri yapmış olalım.

Yeni neslimize bu anlamda itibarını yeniden kazandıracak bir mürşidin yokluğu veya varken bile etkili olamayışı, kültürel dejenerasyonun tetikleyicisi olmuştur. Zira son devirlerin mürşitlerinin hepsi de yalancı peygamber rolünü oynadılar. 1980’lerin başından beri Anadolu veya yurdun dört bir yanından okumak için üniversiteleri dolduran bir nesli, siyaset başta olmak üzere çeşitli fikirlere yakınlık kurdurarak boş heveslerde tükettirdiler.

Ve zamanla bildikleri öylesine parça parça olmuş bir nesil türedi ki kendisinden başka her şeye hayran. Yarım asırdan beri eğitimde millî olmaktan ne kadar uzaklaştıysak, gelecek nesiller de birbirinden o derece farklılaştı. Batı’ya yüzümüzü döndüğümüz günden beri eğitimde Fransız, Alman, İngiliz ve Amerikan okulları vatan toprağında köklerini saldıkça sınırlarımız içinde çocuklarımızı yetiştiriyormuş gibi yaparak milletine, ülkesine, ailesine, diline, dinine, kültürüne ve en sonunda da kendisine düşman bir gençlik yetiştirmeyi başarabildiler. Dolayısıyla yine yarım asırdan beri Fransız, Alman, İngiliz ve Amerikan hayranlığından usanmayan gençlik, şimdilerde kimliksizleşme ile bir şahsiyetsizlik hastalığı yaşamaktadır.

Demek istiyorum ki, bir zamanlar kendi ellerimizle yabancı akımına soktuğumuz bu nesil, “Kendimizden hayır yok” dercesine bir yabancı kültüre geçti ve sonra gelecekteki millî ve manevî hedefler bir kenara bırakıldı. Bir nesil, bir mânâda dilsiz oldu. Konuşurken, cümlelerine bilmediği yabancı kelimeleri yerleştiren ve hangi dilin kendi dili olduğu konusunda hiçbir fikri olmayan, sanki bir minnet duyuyormuşçasına konuşmalarında ardı arkası kesilmeyen yabancı kelimeler kullanan, ecdat tarihine ve diline gittikçe yabancılaşan bir gençlik…

Bir gençlik oluştu ki, bir yarısı diğer yarısına sanki düşman yerine koymuşçasına saldırıyor. Bununla sınırlı kalmıyor gençlik, yeri geldiğinde tarihine saldırıyor, dinine saldırıyor, kültürüne saldırıyor, sevgisine saldırıyor.

Bir nesil ki, elinden dost, sevgi, aşk, hak, hayâ ve hayâl gücü alınmış, gündelik kavgalar yolunda imanı, hakikati ve hareket aşkı alınmış, kalbi kurtulmuş, korkusu çok, endişesi büyük, yarını hedefsiz ve yaşamı gayesiz…

Peki, nasıl düzelmeli bu nesil?

Yazının başında da bahsettiğim üzere, neslin hastalığını, geçmişte kabuk bağlayan yaralarda aramak lâzım. Gençliğin de hataları çok elbet, ama kültüre hürmet etmesi adına örnek yaşamı sergilemeye çalışmalıyız. Çünkü neslin yarasının derinlerde olduğunu biliyorsak, sanki doktorun hastasını tedavi etmesi gibi, sevgi ve merhamet ile yaklaşmalıyız.

Yediden yetmişe tekniğin hayatımızı değiştirdiği günümüzde, her gencin kalbine teknik girdikçe gönlünden iman hakikati sökülüp alındığı şu çağda, gençliğin aradığının ne olduğunu bulduracak rehberler olmalıyız.

Gündelik hayatın akışı içerisinde modern yaşamda öyle yoğun ki modern insan… Köklerini maziden alan ve ecdadın bin yıl besleyerek bugünlere ulaştırmış olduğu asıl dâvâyı nesle aşılamayan bir aile, nasıl yozlaşmayan bir nesil bırakır yarına?

Sonuç olarak, geçmişin aynası ve geleceğin umudu olan gençliğimiz için, Nurettin Topçu’nun veciz ifadesiyle, “Hakikî inkılâbı yapacak olan bu nesil, beklenen kuvvettir” diyoruz.

Asil yarınlara yozlaşmadan ulaşmak ümidiyle…