
SORU-cevap muhabbetine her zaman bir ilgim
vardı. Makalelerimde ara ara, çok sıkmayacak kadar (öyle olmasını ümit
ediyorum) bu soru-cevap faslına bir taksimlik zaman ayırırım.
Bu satırlara
uğradığım anki ruh hâlim ve her şeyi sorgulamaya olan şiddetli arzum, beni yine
bu yöntemle işin içinden çıkabileceğim inancında mühürledi.
Soru ve cevap kısmına
geçmeden evvel, sizden de ricam olacak:
Bir doğruluk ve
yanlışlık ilkesini tartışmaya açmak, insanın her hususta doğru olduğu anlamına
gelmez. Böyle bir iddiada bulunmak zaten akıl dışı olduğu kadar kibir ve
körlükle sentezlenmiş bir ahmaklık olacaktır. Her gün yeniktir insan. Ya bir
doğruyu hak ettiği kadar yapamamış ya da Rabbin huzurunda bir yanlışa
bulaşmıştır. Bunu bazen haset bir düşünceyle yaparken, bazen kötü bir sözle,
bazen de daha ileri giderek kötü ya da en hafifinden kusurlu bir hareketle başarmış
olur. İnsanı, doğru ve yanlışlarından daha çok, doğruyu yapmaya olan gayretinde
tanırız. Yoksa hatâ ve kusur insan içindir. Yok yok! İnsan hatâlı ve kusurlu
bir varlıktır. Sanırım bu daha net ve daha gerçekçi oldu.
Öyleyse, bana
ayrılmış bu alanda doğruların savunuculuğunu yaparken ve yanlışlara dikkat
çekerken tek gayemin bir uyanış ve bir rikkate temas ediş ümidi olduğunu
bilmenizi isterim. İddiasız, bensiz ve tamamen rafine bir dikkat çekme
gayretini garanti ediyorum…
İnsan, içinde
yığınla güzel duyguya her an aktif bir hâkimiyet kuramaz. Bazen bir dış ses,
ufak bir not ya da bir hatırlatma seansına muhtaçtır. Öyleyiz. Ben de yazı
hakkımı bu yönde kullanmak istiyorum. Ricam bu kadardı…
Cömert misin?
Kendine ait olan
bir şeyi ihtiyaç duyana vermek cömertliktir. Ama bu kadar kolay değil.
Cömertlik bir ruh hâlidir. Sâfi vermekle cömert olunamaz. Fakat hiç vermemek ve
az vermek de insanı ilk akla geleniyle cimri yapar. Cömertlik Allah rızâsında
gizlidir. O’nun rızâsını gözeterek ve karşılığında bir iyilik beklemeyi bırak,
bir kötülük görebileceği ihtimâlini de göz önünde bulundurarak vermektir.
Verdiğinin hesabını yapmadan, verdiğinle bir saygınlık ummadan ve verdiğinle
kendini “veren el” sanmadan vermektir. Verdiğinin sahibinin kim olduğunu bilerek…
Onu vermeni nasip Edenin sana ne dediğini duyarak…
Allah insana
verince, bu, “Ver!” demektir. “Allah’ın mülkünden faydalandığın ne varsa,
faydaya ihtiyaç duyanla paylaş!” demektir. “Paylaşırken incitme, kırma, bununla
övünme!” demektir. “Aileni, yuvanı, dostunu hiçe sayarak da verme!” demektir. “Kendine
de cömert ol, savurgan olma!” demektir.
Hem cömertlik
sadece para, mal ve diğer maddî ihtiyaçlar hususuyla da sınırlı değil.
Başkalarına gönülden duâ edebilmek cömertliktir. Riyasız bir duâ… İçten bir duâ…
Sende olmayanı başkaları için murâd edebilmek de cömertliktir. Hem sonra,
sevgiyi abartısız bir sarihlikte sunmak da cömertliktir. Sevildiğini
hissettirmek, kalpleri yormamak cömertliktir. Teşekkür edebilmek ve özür
dileyebilmek de cömertliktir.
Kendini
karşıdakinin yerine koymak, şiddet ve öfke hâllerinde bile onun tarafından
bakmaya gayret etmek, cömertliktir. Hatânı kabul etmek, kırmamak, kırdığını
tamir etmeye çalışmak, hep cömertliktir. İnsan bütün bunları yaparken “vermek”
fiiline denk düşer. Çünkü insana zor gelen sadece maddî varlığından vermek
değildir; egosundan ödün vermek, haksızlığını kabul ederken nefsinden kayıp
vermek, özür dilerken benliğinden, gönül alırken gururundan, sevgi gösterirken
kendine olan hayranlığından verir. İşte bu cömert insan, egosundan, kibrinden,
benliğinden verdikçe ve verdikçe insan olur. Acaba gerçekten cömert miyiz?
Merhametli misin?
Tanımadığınız biri
öldüğünde, bir sakat hayvana denk geldiğinizde, bir gözyaşına rastladığınızda
üzüntü, hassasiyet, elem gibi duygulara sahip olmanız, sizi insan yapar. Fakat
merhamet de bundan fazlasıdır. Merhamet, var olduğu kalpte bir harekete öncülük
eder. Merhamet denilen duygu-durum, bir prototiptir. Tetikleyicidir.
Ateşleyicidir. Merhametin sonucu, muhakkak insanın kendinden vereceği bir
ödünle eş değerdir. Hareketsiz bir merhamet, insan olma isteğinin yansımasıdır.
Pasiftir. Sizi herhangi bir yaptırımla karşı karşıya bırakmayan merhamet
kolaydır, ucuzdur. Daha açık söylemek gerekirse, insanın iyi olma isteğini okşayan
bir tesellidir. Kendini avutmaktır.
Meselâ merhamet
ettiğiniz her ne ise, gücüne, kazancına, sevgisine ve ilgisine muhtaç
olmadığınızı düşünün. Ve hattâ merhamet etmemeniz gerektiğine son derece
inanıyor ve bundaki haklılığınıza sayfalarca veri sunabiliyorsunuz. Ama
biliyorsunuz ki, merhametinize ihtiyacı var. Bu sizi zorlayan, kendinizle ve öz
benliğinizle çelişkiye düşüren bir vericiliğe örnek…
İşte tam bu
noktada, yalnız Allah için ve O’nun yarattığına hürmetle, yalnızca bir insanı
kazanabilmek ya da ona fayda sağlayabilmek amacıyla merhamet gösteriyorsanız,
siz merhametlisiniz!
Zorlandınız,
zaman, mekân, benlik, gurur ya da maddî bir şey kaybettiniz belki. Ama bir
insanın gönlüne üflediniz. İhtiyacı var diye… İşte gerçek merhamet!
Fakat bir de başka
boyutu var merhametin. İnsan, hayvan, tabiat, bitki ve ne kadar canlı varsa âlemde,
düşmüşken, yaralıyken, bir ele muhtaçken görmüyor, duymuyor ve harekete geçmek
için imkânları zorlamıyorsak, sahip olduğumuz kalpte merhamet yetmezliği
teşhisi kaçınılmaz olacaktır. Merhamet duymaktır, görmektir, bilmek, anlamak ve
elden geldiğince harekete geçmektir. Oturup üzülmek (imkân olduğu hâlde),
hiçbir şey yapmamak, merhametle ölçüşmez. Fakat insan olma isteğini gösterir.
Çünkü bırakın bir şey yapmayı, üzüntü bile duymayan bir kalpte durum sadece
merhamet yetmezliği değil, hücre ölümü olacaktır.
Âdil misin?
Ne can alıcı bir
kavramdır adâlet! İnsanın hayatı boyunca alacağı bütün kararlarda olması
gerekir. Bir fire verdi mi, maazallah, insan zalim olmaktan kurtulamaz. Çünkü
bir yerde adâlet yok ise, orada muhakkak zulüm vardır!
Adâlet… Sadece
hukukî bir terimmiş gibi gelir. Adliyelerde, mahkemelerde yürürlükteymiş de
insan ilişkilerinde çok kullanılmazmış gibi… Hâlbuki adâlet, her hareketin
gerek şartıdır. İnsanın güçlü olduğu belli alanlar olur yaşam boyunca. Evlilikte
karar yetkisine sahip olanın, adâlet duygusuna da haiz olması gerekir. Bir ev
sahibinin, işverenin veya komşunun; anne-babanın, evlâtların ve eşlerin… Bir
yerde en basit bir kararı alma yetkisini elinde bulunduran her kimse, adâleti
ve Allah rızÂsını gözetmediği minimal bir harekette zalim olacaktır.
Adâletin terazisine
de çok şey sığar. Maddî-manevî sorumluluklarını eksiksiz yapma gayreti, adâletli
bir insanın yaşam biçimidir. Yalan söze başvurmama gayreti, bir adâlet
göstergesidir. Hiçbir yaptırımı olmayacağını bile bile insana hak ettiği
duyguyu hissettirebilmek de âdil olmaktır. Anne-babaya değerli olduğunu
hissettirmek adâlettir. Evlâda, ona saygı duyulduğunu hissettirmek de adâlettir.
Komşuyu rahatsız etmeden bir yaşam sürmeye çalışmak adâlettir.
Ve yine
kavramların ayrılmaz ve sarsılmaz bütünlüğü devreye giriyor…
Daha başa
dönersek, cömert olmak ve merhametli davranmak, bunlara gayret etmek de
adâlettir. Adâletli olmak, cömertliktir. Cömert davranmak, merhamettir. Bütün
bu güzel hasletler ve çok daha fazlasına ömür vermek, Allah rızâsı için yaşam
sürmektir.
Makale de burada
başlıyor yani… Haydi Bismillah!