Neşet Ertaş’ın “Uyma Sakın” deyişindeki kadim bilgelik

Uyma Sakın, sadece bir türkü değil, hayata karşı uyanık kalmayı öğütleyen bir irfan çağrısıdır. Neşet Ertaş, bu eser aracılığıyla insana hem kendi içine hem dışarıdaki düzene bakma becerisi kazandırmak ister. Sözlerin ardına gizlenmiş bu uyarılar, gündelik akış içinde kolayca yitirilen değerleri yeniden hatırlatır. Zamanın hızla aktığı, yönlerin bulanıklaştığı anlarda bu deyiş, yavaşlatır, durdurur, düşündürür. Böylece bir türkü, dinleyicisinin gönlünde ışık yakan bir kılavuza dönüşür.

NEŞET Ertaş, Anadolu’nun müzik geleneğinde yalnızca bir türkü yorumcusu değil, bu coğrafyanın köklerinden süzülen kadim bir bilgelik anlayışının temsilcisidir. O, eserlerinde sesin ötesine geçen bir anlam taşıyarak, halkın yaşantısını, inançlarını ve insanlık hallerini yansıtan güçlü bir anlatı kurar. Eserlerinde yer alan ezgiler ve yalın anlatımıyla sade görünse de, bu yapıların ardında çok katmanlı bir düşünce dünyası yer alır. 1990 yılında yayımlanan “Gel Gayrı Gel” albümünde yer alan “Uyma Sakın” deyişi, sanatçının yoğun anlam içeren yönünün dikkat çekici örneklerinden biridir.


Bu eser, ferdî bir öğüt vermekle kalmaz, insanı, varlığı ve evreni birlikte ele alan bir bakışı yansıtır. Sözcüklerin arkasında, insanın iç dünyasıyla dış dünyanın ilişkisine dair güçlü bir kavrayış bulunur. “Uyma Sakın”, tasavvuf geleneğinde yer alan “kâinatı bir kitap gibi okuma” anlayışını çağrıştıran imgelerle örülmüştür. Neşet Ertaş, bu deyişte her varlığın kendine ait bir anlam taşıdığını ve bu anlamların büyük bir bütünün içinde yer bulduğunu ustalıkla dile getirir.


Dinleyicisine yalnızca bir ezgi sunmaz; onları düşünmeye, manevî bir yolculuğa davet eder. Onun müziği, Anadolu’nun yüzyıllar boyunca taşıdığı irfanî birikimi günümüz insanına ulaştırır. Bu yönüyle Neşet Ertaş, geleneğin kalbinde yer alan hakikat arayışını sesle ve sözle sürdüren bir halk bilgesidir. Eserleri, geçmişin tecrübesini geleceğe taşıyan bir köprü işlevi görürken, aynı zamanda insanı kendisiyle yüzleşmeye çağıran bir duruş sergiler.


Her bir satır, insanın iç dünyasına yönelmiş bir çağrı taşır


İslam düşünce mirasında evren, okunmayı bekleyen bir kitap gibidir. Her bir varlıkta, her olayda, hakikate dair bir işaret saklıdır. Görmek, fizikî bir eylemden öte, idraki kuşatan bir bilinç hâlidir. Gönül ise duyguların toplandığı bir yer olmanın ötesinde, anlamı çözümleyen bir merkez konumundadır. Bu yönüyle algı, dış dünyanın sınırlarını aşar; hissedilenin ardındaki manaları da kavramaya yönelir.


Bu çerçevede Neşet Ertaş’ın “Uyma Sakın” deyişi, bahsi geçen algı kapılarını aralayan güçlü bir söyleyiş örneğidir. Her bir satır, insanın iç dünyasına yönelmiş bir çağrı taşır. Bu çağrı, hem kendini tanıma yolculuğuna hem de çevredeki varlık ve olaylara karşı bilinçli bir dikkat geliştirmeye dönüktür. Ertaş, sözleriyle, insanın hayatı yorumlayabilme gücünü canlandırmayı amaçlar. Kâinatı, anlamlarla örülü bir bütün olarak görmeye davet eder.


“Uyma Sakın”, duygu ile düşünce arasında bir köprü kurarak, dinleyicisini kendini sorgulamaya yönlendirir. Ezginin akışıyla birlikte ruhî bir uyanışı da beraberinde getirir. Bu yönüyle eser, kadim bir anlayıştan süzülerek gelen bilgeliği günümüz insanının yaşamıyla buluşturur. Ertaş’ın sesiyle dile gelen bu çağrı, geçmişle şimdi arasında bağ kurar, zamana sığmayan bir öğüt olarak varlığını sürdürür.


Deyişin girişinde yer alan “Aldanıp şeytan sözüne/ Uyma sakın, uyma sakın!” dizeleri dikkatle üzerinde durulması gereken bir çağrıdır. Burada geçen “şeytan” ifadesi, yaygınanlayıştaki gibi sadece metafizik bir varlık olarak değil, bununla birlikte insanı özünden uzaklaştıran bir dürtü olarak ele alınır. Bu yönüyle şeytan, kibirle beslenen nefsin, ölçüsüz hırsın, gösterişe yönelen arzuların ve dikkat dağıtan ihtirasların sembolüdür. Bireyi, özüyle olan bağını zedeleyecek olan geçici aldanışlara sürükleyen bir iç sestir bu. Hakikati perdeleyen, gerçek değeri örten ve insanı yoldan saptıran bir çağrının karşılığıdır.


Kendi iç pusulasıyla yol alan kişi, geçici olanın ötesine geçebilir


Burada “uymamak”, edilgen bir duruş değil, tam tersine, bilinçli bir direnişi ifade eder. Uyanık kalmak, zihni ve gönlü açık tutmak, bu tür saptırıcı etkilere karşı güçlü bir iç disiplin geliştirmekle mümkündür. Kalıcı olana yönelmek ve geçici olana kapılmamak, fark eden bir benliğin göstergesidir. Aldanmamak, sadece dış etkilerden sakınmak değil, bununla birlikte kendi bünyesinde sağlam bir denge kurmak anlamını taşır. Neşet Ertaş, bu sözleriyle dinleyicisini içten gelen sese kulak vermeye davet eder. Bireyin kendi yönünü belirlemesinde dış etkilerden arınmış bir dikkat gereklidir. Kendi iç pusulasıyla yol alan kişi, geçici olanın ötesine geçebilir. “Uyma sakın” ifadesi, sıradan bir uyarı değil, insanın kendini tanıma ve kendi hakikatini yaşama iradesine yönelik güçlü bir teşviktir. Ertaş, bu çağrısıyla sırf bir ahlak öğüdü vermekle kalmaz, insanı derinlikli bir sorgulamaya yöneltir ve varlıkla kurulan ilişkiyi daha sahici bir zemine taşır.


Deyişin ilerleyen bölümünde geçen “Kötü fikri özüne/ Koyma sakın, koyma sakın!” dizesi, düşüncenin insan yaşamındaki temel konumunu açık biçimde ortaya koyar. İnsanın iç âlemi -halk arasında “gönül” olarak ifade edilen yer- varlıkla kurulan ilişkinin en hassas zeminidir. Burada şekillenen her düşünce, insanın evrendeki duruşunu belirler, yönünü tayin eder. Bu alan, niyetin doğduğu, yönelimin köklendiği, sezgilerin geliştiği bir merkezdir. Gönülde yetişen her fikir, yalnız zihni değil, bakışı da etkiler; insanın evrene verdiği anlamı doğrudan biçimlendirir.


Bu nedenle, kötü bir düşünce, basit bir ahlak zaafı olarak görülemez. O, hakikate açılan kapıları bulanıklaştıran bir engel olarak karşımıza çıkar. Gönülde filizlenen düşünce, göze anlam verir, kulağa yön kazandırır. Eğer gönül bulanıksa, bakışa yansır, sesler anlamını yitirir. Evrenin dili sessizleşir, işaretler okunmaz hâle gelir. Neşet Ertaş bu dizelerde, insanın iç dünyasını koruması gerektiğine dikkat çeker. Gönlün arınması, hakikatin anlaşılmasına giden yolda ilk adımdır. Bu, bireyin özünü koruma çabasıdır ve olumsuz etkiler karşısında bilinçli bir tavır almayı gerektirir.




Neşet Ertaş’ın “Uyma Sakın” deyişi, bir tür yaşam pusulası gibi işler. Bu eser, söylenenleri aktarmakla kalmaz, bireyin yolunu şaşırdığı anlarda hatırlayabileceği bir yön haritası da sunar. Deyişte yinelenen “sakın” ifadeleri, ritmik bir yapı kurmanın ötesinde, bellekte iz bırakmak amacıyla seçilmiş dikkat uyarılarıdır. Her “sakın”, yolda yürüyene dönük bir uyarı tabelası gibi düşünülmelidir; dikkatle bakılmadığında geçip gidilen ama fark edildiğinde yön belirleyen işaretlerdir bunlar. 


Kişi, neyi işittiğini seçebilme iradesine sahip olmalıdır


Deyişte geçen “Kötü kelâm, zehirli ok/ Duyma sakın, duyma sakın!” sözleri ise, dilin taşıdığı etkiye ve sesin yaydığı enerjiye ışık tutar. Halk kültüründe söz, sıradan bir ifade biçimi değil, etkisi olan bir varoluş eylemidir. Sözle niyet açığa çıkar, sözle dua yükselir, sözle gönüller yapılır ya da yıkılır. Bu çerçevede, kötü söz, yalnızca kırıcı bir ifade değil, varlık alanına yönelmiş yıkıcı bir etkidir. Zehirli bir ok gibi, kişiyi zayıf düşürür, iç huzuru bozar, zihin bulanıklığına neden olur.


“Duyma sakın” uyarısı, çevreden gelen her sesi yok saymayı değil, zararlı olanı fark edebilme becerisini geliştirmeyi öğütler. Kişi, neyi işittiğini seçebilme iradesine sahip olmalıdır. Bu irade, duyu kapılarının kontrolünü sağlar. Evrenin anlamını çözmeye çalışan bir kulak, hakikate açık olmalı ve işittiği her sesi bu ölçütle değerlendirmelidir. Duyulan her söz, iz bırakır. Bu nedenle, algının yönü ve süzme yetisi büyük bir önem taşır. Doğruyu yanlıştan ayırabilmek, insanın hem iç huzurunu hem de dış dünyayla kurduğu bağı doğrudan etkiler.


Deyişin en etkileyici dizelerinden biri olan “İki nimet var insana/ Biri yârdır, biri ana” ifadesi, insan hayatında anlamı zenginleştiren iki temel ilişkiyi öne çıkarır. Yâr, sevgiye açılan kapıyı, ana ise varoluşun başladığı yeri temsil eder. Sevgi, insanın hayata tutunma biçimidir. Anne ise yaşamın başladığı ilk temas noktası, güvenin ve şefkatin kaynağıdır.


Bu iki figür, insanın hem dünyaya hem de kendine yönelmesini sağlayan bağlardır. Yâr ile kurulan ilişki, paylaşmanın gücünü, bağlılığın değerini ve birlikte yürümenin anlamını öğretir. Ana ile olan bağ ise, koruma duygusunu, merhameti ve köken bilincini besler. Kişi bu iki bağla birlikte hem sevmeyi hem de sevilmeyi öğrenir; hem dışarıyı hem içini kavramaya başlar.


Bu iki ilişki biçimi, insanın hayatla ve varlıkla kurduğu en sağlam köprüleri oluşturur. Bu bağları tanımayan ya da yok sayan biri, yalnızca hissî bir eksiklik yaşamaz; üstelik evrenle kurduğu bağlantıyı da zayıflatır. Çünkü insanı besleyen ve yön veren ilişkiler, onun hakikati algılayış biçimini doğrudan etkiler. Neşet Ertaş, bu dizeleriyle insanın sevgiyi ve kökeni fark etmesini, bu fark edişle birlikte kendine ve çevresine daha bilinçli bir gözle bakmasını öğütler. Bu, aynı zamanda kişinin geçmişiyle barışık, sevdikleriyle uyumlu ve varlıkla bağ kurabilen bir hâle ulaşmasını sağlar.


Her insan, evrendeki dengeyle doğrudan ilişkilidir


“Dünya malı için cana/ Kıyma sakın, kıyma sakın!” dizesi, insanlık tarihinin en eski uyarılarından birini yeniden hatırlatır. Mal ve mülkün cezbedici yönü, çoğu zaman gözleri örten bir perde gibi davranır. Bu perde yalnız dış dünyayı değil, kişinin iç alanını da karanlıkta bırakır. Gönülle bağ kuran vicdanî sezgiler zayıflar, dikkat dağılır, yön bulanır.


Bir cana kıymak, yalnızca fizikî bir eylem değildir. Bu, iç sesin susturulması, vicdanın devre dışı bırakılması ve kalbin uyarılarına sırt çevrilmesi anlamı taşır. Böylesi bir eylem, sadece dışarıya değil, kişinin kendi varlığına da zarar verir. Çünkü her insan, evrendeki dengeyle doğrudan ilişkilidir. Bu denge, hem içte hem dışta süreklilik arz eder. Onu bozan her davranış, dönüp dolaşıp bireyin kendi hayatında yankı bulur.


Bu çağrı, herhangi bir ahlakî uyarının ötesindedir. Varlık düzeni içinde yerini bilen bir insanın sorumluluğuna yapılan vurgudur. Mal uğruna gösterilen gözü dönmüş tavır, insanın özüne yabancılaşmasına neden olur. Oysa varlıkla uyum içinde kalmak, huzuru ve iç tutarlılığı korumakla mümkündür.


Neşet Ertaş’ın bu sözleriyle vermek istediği mesaj açıktır: Değer ölçütleri şaşmamalı, geçici olan uğruna kalıcı olan feda edilmemelidir. Can, en kıymetli emanettir. Ona yönelen her yanlış, yalnız bireyi değil, bütünü etkiler. Bu nedenle insan, maddî arayışlarını yürütürken kalbini karartmamalı, adım attığı yolu gözden geçirmeyi ihmal etmemelidir.


Deyişin son bölümünde yer alan “Sana tarif eder özün/ İyiyi, kötüyü görür gözün/ Bu Garib’in acı sözün’/ Sıradan bir söz sayma sakın!” dizeleri, eserin genel yapısına yön veren anlamı yoğun biçimde taşır. Burada geçen “öz”, insanın iç dünyasında yer alan ve gerçeği ayırt edebilen bir yeteneği işaret eder. Bu, dışarıdan alınan bilgilerle inşâ edilen bir fark ediş değil, insanın yaratılışında bulunan, yön bulmaya yardımcı olan bir kabiliyettir. İyilik ve kötülük ayrımı, dışarıdan dayatılan değil, içten sezilen bir gerçekliktir. Göz, bu derunî bilgeliğe bağlı bir dikkatle baktığında, varlığın işaretleri belirginleşir, evren kendini açık eder.


O, halkın içinden doğan sesiyle, zamana direnen bir farkındalık üretmiştir


Neşet Ertaş’ın “Garip” mahlasıyla seslendirdiği bu dizeler, sığ bir ifadeden ibaret değildir. Bu sözler, halk arasında sıkça duyulan ama çoğu zaman fark edilmeyen, büyük bir anlam taşıyan deyişlerin devamıdır. Her bir kelime, yaşanmışlıkla yoğrulmuş, halkın hafızasında yer etmiş, yön veren bir sesi yansıtır. Burada yorumlayan yalnız bir sanatçı değil, köylerin, yolların, yaylaların, düğünlerin, matemlerin ortak belleğidir.


“Garib’in acı sözü” ifadesi, mütevazı bir dilin ardına gizlenmiş bir bilgelik taşıyıcısını işaret eder. Bu söyleyiş biçimi, nefsin değil gönlün konuştuğu, hükmetmenin değil uyarmanın tercih edildiği bir anlatım yoludur. Bu yönüyle deyiş, bireyin kendine yönelmesine aracı olurken, topluma da bir yüz tutar. Her dize, birer yön levhası gibi yol gösterir; insanı hem kendi içine, hem çevresine karşı daha dikkatli kılmaya çalışır.


Neşet Ertaş’ın bu çağrısıyla ulaştığı yer, kuru bir nasihat ya da şairane bir söyleyiş değildir. O, halkın içinden doğan sesiyle, zamana direnen bir farkındalık üretmiştir. “Uyma Sakın”deyişi, kişiyi uyanık kalmaya çağırırken, gönlüne bakmayı, söze kulak vermeyi, yola dikkat kesilmeyi öğütler. Bu dizelerin sıradan görülmesi, hem sözün hakkını inkâr etmek hem de halk irfanının taşıdığı anlamı görmezden gelmek olur.


Neşet Ertaş’ın “Uyma Sakın” deyişi, bir tür yaşam pusulası gibi işler. Bu eser, söylenenleri aktarmakla kalmaz, bireyin yolunu şaşırdığı anlarda hatırlayabileceği bir yön haritası da sunar. Deyişte yinelenen “sakın” ifadeleri, ritmik bir yapı kurmanın ötesinde, bellekte iz bırakmak amacıyla seçilmiş dikkat uyarılarıdır. Her “sakın”, yolda yürüyene dönük bir uyarı tabelası gibi düşünülmelidir; dikkatle bakılmadığında geçip gidilen ama fark edildiğinde yön belirleyen işaretlerdir bunlar. 


Bu sözler, yalnız duymaya değil, görmeye ve anlamaya çağırır. Deyişte kurulan dil, işitilenin ardındaki sesi duyurmak, görünenin ötesindeki anlamı açığa çıkarmak için tasarlanmış bir yapı izler. Halk müziğinde var olan titreşim, burada bir bilgi taşıyıcısına dönüşür. Sazın tınısıyla sözün anlamı birleştiğinde, varlıkla kurulan ilişkinin sesi daha berrak duyulur.


Uyma Sakın, sadece bir türkü değil, hayata karşı uyanık kalmayı öğütleyen bir irfan çağrısıdır. Neşet Ertaş, bu eser aracılığıyla insana hem kendi içine hem dışarıdaki düzene bakma becerisi kazandırmak ister. Sözlerin ardına gizlenmiş bu uyarılar, gündelik akış içinde kolayca yitirilen değerleri yeniden hatırlatır. Zamanın hızla aktığı, yönlerin bulanıklaştığı anlarda bu deyiş, yavaşlatır, durdurur, düşündürür. Böylece bir türkü, dinleyicisinin gönlünde ışık yakan bir kılavuza dönüşür.