Nepotizmin akıllıcasını söyleyeyim mi?

Yeğenleri böyle beklentiye sokan, dayıları da o beklentiye cevap vermeyince aşağılayan bir kültür olduktan sonra, hangi parti olursa olsun, hangi iş yeri olursa olsun, bu akım akmaya devam eder. Hem memur olan, hem de memur olamayan pırıl pırıl insanlarımızı üzmeye, onlara acı çektirmeye devam ederiz…

UCUZCULUK ve kolaycılık yapsaydım derdim ki, “Nepotizm denen kötülük de, soğuk ve yağışlı havanın Balkanlardan geldiği gibi, Frengi ve AIDS’in, kapitalizmin, emperyalizmin geldiği gibi Batı’dan gelmiştir ve bize zarar vermektedir”…

Deliller de bulurdum…

“Nepot”, Lâtincede İngilizcedeki “nephew” gibi “yeğen” anlamına gelmektedir. “Yeğencilik” anlamına gelir ve bir akrabanın bir yerde görev almasıyla cümle akraba-i taallûkatı oraya doldurması olarak da ülkemizde tezahür etmektedir.

Ve böylece sözü memleketimize getirmiş, böyle yaparak kendimizi sütten çıkmış ak kaşık gibi göstermiş olurdum. Fakat bizim bu satırlarla kolay ama işe yaramayan, tabiri caizse ilk giymede yırtılan ucuz çamaşır satmaya benzer iş yapmak gibi bir derdimiz yok.

Kulakları çınlasın, Prof. Hayat Kabasakal hocanın dersi için yıllar önce üniversitede bir ödev yapmıştım. Ödevimin konusu, “Girişimcilik ve Körler” idi. Hocam, sağ olsun, bana vakit ayırırdı da ödev vesilesiyle keşiflerim hakkında uzun uzun sohbet ederdik. Orada tespit etmiştik ki, girişimcilik için olmazsa olmaz dört unsurdan biri olan “risk alma”, bizim toplumumuzda çok kolay gerçekleşemiyor. Çünkü risk almayı engelleyen faktörler var.

Bu cümlenin daha doğrusu şu: Toplumumuzun geliştirdiği güven verici yöntemler, gelenekler dozunu kaçırınca aksi tesir yapıyor. Bir çocuğun ailesinden bağımsız olarak hayatını sürdürmesi, bizim toplumumuzda çok zor. Aile okutacak, meslek sahibi edecek, erkekse askere gönderecek, çeyizini alacak, evlendirecek, ömür boyu tasarruf ederek aldığı daireye çocuğunu yerleştirecek…

Bitti mi? Bitmedi! Bu sefer dedelik, babaannelik, anneannelik görevleri başlıyor. Torunun sünneti, mektebi, kursu, dershanesi derken gelsin kendi başlarına ayakta duramayan insanlar topluluğu… 

Bir ülkede en fazla birkaç yüz bin kişinin alınacağı devlet memurlukları için milyonlarca insan KPSS’ye girme ihtiyacı hissediyorsa, yukarıdaki paragrafın sonuçları ortaya çıkmış demektir!

Memuriyete girenler ayrı bir sorun, giremeyenler başka bir sorun! Memuriyete girenler, edindikleri özgüvensiz durumdan kurtulabilecekler mi? Kendilerini sadece daha güvende hissedecekler. Ya giremeyenler? Kendilerini kötü hissetmeye, güvensiz hissetmeye devam edecekler... Yürek yakan bir tablo!

İşe girip sonra o işi kaybetmemek için ne sıkıntılar yaşandığını, birçok iş değiştirmiş olan bana sorun. İşsiz kalarak sorumluluklarını yerine getirememe ihtimâlinin nasıl bir şey olduğunu da yaşadıklarım ve hissettiklerim sebebiyle uzun uzun anlatabilirim. Ancak buna gerek olduğunu da sanmıyorum. Zira milyonlarca insanla aynı duyguları ve olayları yaşamış olduğumuza yürekten inanıyorum. Şimdiye kadar “yeğenler”den (nepot/nephew) konuştuk, şimdi de dayılardan bahsedelim…

Bir gün beni bir arkadaşım aradı. Yaşadığı beldede insanlar diyorlarmış ki, “İşsiz güçsüz gezen yeğenlerini bile işe sokamadı ki bunun memlekete faydası olsun!”. Arkadaş bir yere aday olsa, sırf yeğenlerini bir işe sokamadığından dolayı beceriksiz kabul edilecek ve oy alamayacak. Sizce de komik değil mi? Bu algı sebebiyle yıllarca siyâsette “nepotizm” iş yapmadı mı?

Hatırlamaya çalışın, birini destekleyen insanlar niye desteklemişlerdi ve desteklerini niye çekmişlerdi?

Üniversitede hazırlık sınıfına başladığım ilk günler idi. Bir hocam teneffüste yanıma geldi ve dedi ki, “Lokman, senin bu kitapları okumanın kolay olmayacağını tahmin ediyorum. Hazırlığı geçmen için yüksek not veremem. Ama sana yardım edebilirim. Ders içinde dağıttığım materyalleri arkadaşların yaparken ben de sana okurum. Ders dışında da çalışma salonunda veya kantinde seni ders çalıştırabilirim”… Eğer o hocam akrabamız olsa ve bana yüksek not veremeyeceğini söylese belki kızardım. Ama o hocam iyi ki öyle yapmış; sayesinde İngilizceyi öğrenmiş oldum.

Onlarca yıl, belki asırlarca nepotizm gibi şeyler yapıldı da kime ne faydası oldu? Sonuçta o tür ailelerin çocuklarının durumunun acınası olduğunu gördük. Zira dayı pozisyon kaybedince, yeğen de gitti. Şimdi, “Ben filan kişinin falanıncı kuşaktan torunuyum, o yüzden bana bir imtiyaz tanıyın” gibi yöntemlerle hayatta durmaya çalışıyorlar.

Bu anlattıklarımıza şöyle bir itiraz gelebilir -haklı da olur-: “Bir işin/mesleğin hakkıyla öğrenilmesinde çevre önemlidir. Bir çiftçinin çocuğu çiftçi olmayanlarınkine göre işe daha aşinadır ve o işi daha iyi yapabilir. Bir diplomatın çocuğu, diplomasiyle hiç ilgisi olmamış birinin çocuğuna göre o işi daha iyi yapma imkânına sahiptir…”

Burada karşı itiraz gelmeden hemen konuyu netleştirelim: Evet, bir çiftçinin, bir diplomatın, bir esnafın çocuğu diğerlerine göre o mesleği/işi icra etmede daha avantajlı durumdadırlar amma velâkin avantajını iyi kullanmışsa veya o işle/meslekle ilgili bir kabiliyeti varsa!

Diyelim ki babası çiftçi, oğlu keman virtüözü… Babası çiftçi diye bu oğlu ilçe tarım müdürü yapmak elbette yanlıştır. Oğlu ziraat mühendisi bile olsa, eğer o pozisyonun gerektirdiği yöneticilik kabiliyeti/bilgisi yoksa, yine de uzun uzun düşünmeniz gerekir.

Yeğenleri böyle beklentiye sokan, dayıları da o beklentiye cevap vermeyince aşağılayan bir kültür olduktan sonra, hangi parti olursa olsun, hangi iş yeri olursa olsun, bu akım akmaya devam eder. Hem memur olan, hem de memur olamayan pırıl pırıl insanlarımızı üzmeye, onlara acı çektirmeye devam ederiz.

Böyle sebeplerden dolayı milyonlarca gencimizin kendiaini kötü hissetmesine sebep olmanın kime ne faydası var? Bu tür bir kültürden dolayı rahatsız olup ülke dışına gidenlere rastlıyorum. Demek ki dayı olmadan da iş bulabiliyor, çalışabiliyorlarmış. Bunun ülkemizde de olabileceğini hissettirsek daha iyi olmaz mı?

Çoluğunu çocuğunu hakkıyla yetişirse iş bulabileceğine, hakkıyla çalışırsa iyi imkânlara sahip olabileceğine şartlandırmış bir aile, bence en akıllı nepotizm ölçütünü gerçekleştirmiş olur.