Nefsime nasihat

Hüner bilgide mi gönülde mi? Sözler dilde mi, yürekte mi? Konuştukça belli olur... O zaman yerinde ve zamanında konuşacaksın. Yanmış yürekten sâdır cümleler bir başka olur; sabır suyunda yıkanmış kelimeler âlim olur, muallim olur. Ağzını bursa da deva olur, ilaç olur. Zehir terletir, ilaç da terletir; biri diriltir, biri öldürür. Sen hangisi için terlediğini bilemez isen sonun nasıl olur? Öyleyse hep hak söyle, Hakk’ı söyle!

BAKİR cümleler kurmanın muhal olduğu edebiyatın çıkmaz sokağında, “el değmemiş” diye dillendirdiğim anlatma acziyetine düşerken tutunduğum bir iki sözüm var, dinler misin?

Senin adında, aslında kendi nefsime nasihatim. Sarmal bir yığın soru, birinin ucu diğerine, birinin cevabı ötekine… Anlayacağın, birinin bitişi, diğerinin başlangıcı…

Yaprak üstündeki çiği atmak için eğilir ya, hani çiğ toprağa kavuşma uğruna düşmeyi göze alır ya, hani yeniden dirilmeyi bekleyen ağaçlar yapraklarını rüzgâra bırakır ya, işte üstündeki dertleri bırakmak için sen de kafanı eğmelisin! Kalbindeki ağırlıktan kurtulmak için gözyaşlarını salıvermelisin. Yüreğin kezzap olup yandıkça küllerinden eserlerin türeyecek.

Hani sular toprakla karışınca rengi bulanır ya, sen de elemle bulanacak, yıkanacak, sonra durulacaksın.

Peygamberim (sav) gibi yazamadan okuyan, Yunus gibi okumadan yazan olmak kolay mı? Hele bir yanmaya dayanmayı öğren; dumansız ateş tam kor olur, sesini çıkarmadan o kora su olur sönersin…

Irmaklar gibi çağlamak, irfana ulaşmak için önce dert denizinde yıkanmak gerekmiş. Galip dememiş mi “ateş denizinde mumdan gemiler”, hani Hüsn’e ulaşmak için?

Dertler, ruhumuzdaki kırışıklıkları ütüleyip düzetmek için veriliyor; bazı ruhlar bu preslenmenin altında düzgün bir kumaş, durgun bir deniz olurken, bazı ruhlar daha çok kırışıp buruşuyor, bazıları ise yanıp bitiyor.

Sen dikenlerin, çakılların üzerinde yalınayak dolaşacaksın; ayağın mukavemeti artsın, nasırlar yansın. Neden semazen, parmağındaki yaraya tuz basar sanırsın? Yara pişsin, kanamasın… Ancak o zaman yere sağlam basarsın.

İçine atılan bu azap ateşi belki senin necat ipin olacak. Sabır kuyusunun suyunu çekmek demek, gül bahçesinden güller dermek değil, yılanlı kuyulara yalın ayak girmektir.

Dünya zaten denî değil mi? Zaten o zengini gergef gibi geren, fakiri sıkan, burkan değil mi? Onda refah araman beyhude, dünyada ebedî zevk beklemek, boş tabağa ters kaşık sallamak değil mi?

Her şeye sabır, söze de… Söz çıkmadan onu kırk kez boğmayı öğrenmezsen, o çıkınca bin kere seni boğabilir. Kelimeler sana düşman olmadan kapında köle yapmazsan, o sana eyer takıp sokaklarda gezdirir.

Yağan yağmurdan kaçmak değil, ıslanarak görevini yapmaktır. Bazen hortum hızında feveran eder duygular, dile gelince sinek vızıltısı olur. Direnecek hislerine gem vuracaksın, bazen görünüşte dev olan nice insanlar, konuştukça cüce olur, susmanın enginliğinde mest olacaksın.

Hüner bilgide mi gönülde mi? Sözler dilde mi, yürekte mi? Konuştukça belli olur... O zaman yerinde ve zamanında konuşacaksın. Yanmış yürekten sâdır cümleler bir başka olur; sabır suyunda yıkanmış kelimeler âlim olur, muallim olur. Ağzını bursa da deva olur, ilaç olur. Zehir terletir, ilaç da terletir; biri diriltir, biri öldürür. Sen hangisi için terlediğini bilemez isen sonun nasıl olur? Öyleyse hep hak söyle, Hakk’ı söyle!