Nefs-i levvamedeyim

Yunus diyordu ya, “Seni hizaya çeken bir Molla Kasım gelir” diye... İşte bütün gönül şıklığıyla beni hizaya çeken biriydi o. Bana bu soruları sorduran, bu satırları yazdıran o paha biçilmez aynada baktım şeklime, şemalime. “Beni de hatırlarsan dua et” demişti. Gönül dolunca gözden taşıyor, bir yol bulursa sözden taşıyor…

“BANA deli derler, ben deli miyim?/ Üstü köpüklü bahar seliyim…” Gözyaşları onurlu bir şıklıkla yanaklarından dökülen bir yüreğin söylediği bu beyitler, içimde o bahar sellerini coşturdu birden. 

Diliyle gönlüne öyle bir köprü kurmuş ki, sanki sözleri yüreğinin görülmeye değer bütün eserlerini gezdiren bir rehber gibi oldu bana. İnsanı kuytularına çeken ve orada aydınlığı vadeden gözleri vardı onun.

Köyde karşılaştığım birisiydi o. Unutulmazlarım arasına giren o... “Teyzeciğim, kaç çocuğunuz var?” diye sordum. “Benim değil, Allah’ın” dedi önce, sonra da “Dört emaneti vardı, birini aldı” diye devam etti.               

Böyle nefesler boşa alınmaz, boşa verilmez. Zaman böyle gönülleri soldurmaz, hep açarlar. Bir tek mevsim görünür gözlerinde, hep bahar, hep bahar… Acısı ballanmış, çiçeklenmiş, dallanmış. Sabrı ışıklanmış, allanmış. Bir şarap sunmuş kalbin dudağına, yıllanmış…               

İşte bu elbise, işte bu duruş, işte bu asalet!.. Bir iskelete ten nasıl yakışırsa, bir oyuk, bir küre ile nasıl doldurulur da adı göz olursa ve o gözün üstüne bir kirpik sıralanıp bir canı hapseden dilbere nasıl dönerse; acı, bir yürekte ancak böyle taşınır. Bir soruya bir cevap ancak böyle verilir. Tam kıvamında olunca insan, bütün ışığıyla O’nu hatırlatınca nasıl da güzelleşiyor öyle. En iyi oyuncu seçilen bir aktör olsun, eseri dillerden düşmeyen bestekâr olsun, asırlarca ayakta duran binasıyla bir mimar… Ayakta alkışı hak eden her kim varsa, hepsinin sunduğu güzeli gördüm onda. Onda Eyyüb’e rastladım, o zengin gönlünde Süleyman’ı buldum. Onda Yusuf’u seyrettim...               

O günün sonunda sonsuza erdim. Şükür ne kadar şık duruyor dilde. Sevginin ışığı ne güzel sürme gözde. Bu insanlık kaftanı herkese bu kadar yakışmıyor. Rengi, kesimi, biçimi, duruşu beni hayran bıraktı. Diline tutsak oldu kulaklarım. O gün köyde tanıştık onunla. Yılları asırlara bedel geçmiş belli. Ama “şükür” diyordu ve İstanbul gibi göründü gözlerime o asil kadın.            

Of demenin rüküşlüğünü düşündüm ve Besmelesiz lokmaların kana karışmasını... Sonra da soluk bir yüze sahte bir allık sürülüşünü... Kıskanç bir kalbin gözdeki matlığını, hak etmediğini alan bir elin iğreti duruşunu düşündüm onunla. Hedefi sevda olmayan bir kalbin atışını, varacağı yeri bilmeyen bir ayağın basışını düşündüm. İnsan ne giyse değişir. Acaba her şey ne giyse daha şık olur? Beden mi ruhu taşır acaba, ruh mu bedeni?              

Öksüz büyümüş, sonra da yetim kalmış. Sonra eşini kaybetmiş gencecikken, sonra bir evladını... Yoklukla büyütmüş yavrularını. Okutmuş, hepsi bir makama hizmet ederken, o şimdi bir yığın ilaçla yaşıyor. O gözlerindeki hamd güzelliği akıldan mı çıkar? Ya o sözleri? 

Münire Teyze’den sonra bir üniversite bitirmiş gibi ders aldım hayattan. Söze kalem dayanmıyor bazı hallerde. İnsan ırmaklaşıyor, çölleşiyor, rüzgarlaşıyor... Dil öyle söz söylemeli ki, duyanların aklında sadece dil kalmalı. Göz öyle bakmalı ki, görenlerin aklında sadece göz kalmalı. Bir el öyle uzanmalı ki, dosta, her şeyden öte, sımsıcak bir el kalmalı akılda. Birinin ardından öyle anmalı ki, herkes, sadece hasretiyle yanmalı… Dertle dermanı, kahırla lütfu, neşeyle kederi bir tutmadıkça rıza göstermiş mi olurum kadere? Hepsinin kimden geldiğini bildikten sonra, öz kardeşten ne farkı var onların?

Koca asırların yolu saniyelerden geçti. Yıllar susadıkça anları içti. Varlığın hepsi belki de hiçti. Büyük şeyler beklerken küçükleri ezdiğim, çok şeyler isterken aza şükretmediğim, sevdiğim ne varsa şartsız sevemediğim bir bir sıralandı bugün aklıma. Giydiğim insanlık hırkasına bir baksam aynadan, ayna bir değil ki yakıştığını bilsem…

Yunus diyordu ya, “Seni hizaya çeken bir Molla Kasım gelir” diye... İşte bütün gönül şıklığıyla beni hizaya çeken biriydi o. Bana bu soruları sorduran, bu satırları yazdıran o paha biçilmez aynada baktım şeklime, şemalime. “Beni de hatırlarsan dua et” demişti. Gönül dolunca gözden taşıyor, bir yol bulursa sözden taşıyor. Sabrının, şükrünün güzelliği gözlerimi kamaştıran o bahar selinin cennette de çağlaması için bir dilek diliyorum. O, burada doğmuş olsa da sonsuza akan bir nehir, biliyorum...