Nefret duygusu ve savrulmalar

Hâlbuki bizim şiarımız, nefret ettirmeden sevdirmek, zorlaştırmadan kolaylaştırmak olmalıydı. Kindar insanlar ve kindar nesiller yerine seven ve sevilen insanlar ve Müslümanlar olmalıydık. Ama ne yazık ki olamadık ve başaramadık!

“İNSAN” denilen varlık çok karmaşık ve komplike bir varlık olduğu kadar, aynı zamanda da çok duygusal bir varlıktır.

Bu mânâda insanı tanımak ve anlamak gerçekten zor bir iştir ve tanıdığını iddia edenlerin de yanılarak zaman içinde hüsrana uğramaları yüksek bir ihtimâlle mukadderdir.

Çünkü insanoğlu yaşadığı müddet içerisinde birçok olayla karşılaşmakta ve yaşadığı her olaydan şu veya bu biçimde etkilenerek duygusal dünyası şekilden şekle girmekte, önemli değişim ve dönüşümler geçirerek hâlden hâle geçmektedir.

Bu bakımdan insanı anlama ve insan tabiatını tanıma noktasında psikologlar ve psikiyatrlar önemli çalışmalar yapmışlar ve bu meyanda birtakım eserler vücûda getirerek insanlığın hizmetine sunmuşlardır. Bunlar arasındaki en meşhurları Alexis Carrel, Carl Gustav Jung, Sigmund Freud gibi psikolog ve psikiyatrlardır.

İnsanın çok boyutlu ve çok yönlü bir varlık olmasının yanında duygu yoğunluğuna ve karmaşık duygulara sahip olması da inkâr edilemez bir gerçekliktir. İnsan olarak bu, onun en temel özelliklerinden biridir; bundan kaçması ve kurtulması asla mümkün değildir.

Duygular müspet (olumlu) ve menfi (olumsuz) yönde olabilir. Aslında ilk yaratılışta duygular potansiyel olarak nötr hâlde iken -ancak Sünnetullah gereği müspet duyguların menfi duygulara nazaran ilk etapta ve ilk fırsatta öncelikli olarak harekete geçebilme özelliğine sahip olması insan için bir avantajdır- sonradan çevresel faktörlerin (ortamın ve şartların) etkisiyle olumlu veya olumsuz yönde ortaya çıkması kaçınılmaz bir olgudur.

Dolayısıyla insan duygularının müspet veya menfi mânâda oluşması ve gelişmesi tamamen çevresel faktörlerle ilgilidir. Diğer bir deyişle, insanın yaşadığı çevre, ortam ve şartlar, duyguların yanını ve yönünü etkileyerek şu veya bu şekilde oluşmasını ve gelişmesini sağlamaktadır.

Bu bakımdan duyguların müspet veya menfi yönde oluşması ve gelişmesinden tamamen ferdin (bireyin) içinde yaşadığı toplum sorumludur. Bu sorumluluk, aileden başlayarak ülke yönetimini de içine alacak şekilde interaktif bir zincirleme etkisi gösterir.

İşte bu duygulardan bir tanesi de “nefret” duygusudur.

Nefret duygusu hiçbir insanda durup dururken oluşmaz ve gelişmez. Bu duyguyu muharrik kılan (harekete geçiren, tahrik ederek tetikleyen) birçok sebep vardır.

Bu sebepler sayılamayacak kadar çok olsa da, bir o kadar da girift ve karmaşık bulunsa da, belki de bunların temelinde yatan en büyük sebep, insanların birbirlerini aldatmaları, yalan söylemeleri, adâletsizlikler, zulümler, farklı inanç, düşünce ve görüşlere saygı duymamak gibi insanın duygularını kökten sarsacak olan unsurlar olabilir.

Hele fırsatı ele geçirince intikam almalar, rövanşist davranmalar, yok saymalar, görmezden gelmeler, ayrımcılık yapmalar işi hepten çığırından çıkarmakta ve nefret duygusunu daha da körükleyerek meseleyi içinden çıkılamaz bir hâle getirmektedir.

Zaman içerisinde bu durum “Gordion’un kör düğümü”ne evrilmekte ve meselenin çözümünü bir hayli zorlaştırmaktadır.

Beşerî münâsebetlerdeki fertler (bireyler) arası ilişkilerde meydana gelen nefret duyguları bir tarafa, asıl tehlikeli olanı, toplumda ve toplumdaki sosyal, siyasal ve dinsel gruplar arasında oluşan ve gelişen nefret duygularıdır.

Bu tür nefret duyguları son derece tehlikelidir, uzun yıllara sâridir, gittikçe yaygınlık ve genişlik kazanır, tahrike ve her türlü provokasyona açıktır, toplumsal çatışmalara ve istenmeyen sonuçlara sebebiyet verebilir. Onun için herkesin bu mânâda dikkatli ve teyakkuz hâlinde olmasında büyük faydalar vardır.

İnsanlar arasında nefret duyguları oluşturan, var olan nefret duygularını körükleyen, topluma nefret duyguları aşılayan kesimler arasında en fazla ileri gidenleri ne yazıktır ki siyâset bezirgânlığı yapan siyâsetçiler, aşırı partizanlık yapan particiler ve dini çığırından çıkararak (akıl, mantık, iman, itikat, ilim, tevhit, ahlâk, adâlet ve merhamet dini olan İslâm’ı) bir nefret objesi hâline dönüştüren din tâcirleridir. Bu durum tam anlamıyla bir savrulmadır. Savrulmaların nerede duracağı ve nasıl sonuçlanacağı da bir muammadır.

Hâlbuki bizim şiarımız, nefret ettirmeden sevdirmek, zorlaştırmadan kolaylaştırmak olmalıydı. Kindar insanlar ve kindar nesiller yerine seven ve sevilen insanlar ve Müslümanlar olmalıydık. Ama ne yazık ki olamadık ve başaramadık!

Çünkü İslâm, kindar olmayı değil, merhameti önceliyordu. İslâm, düşmanlık yapmayı değil, affetmeyi öngörüyordu. İslâm, ahlâklı ve adâletli olmayı emrediyordu. Ama heyhat, başaramadık!

Onun için “Zararın neresinden dönülürse kârdır” anlayışından hareketle, bugünden tezi yok, yeniden tüm insanlığa “İslâm insanlık medeniyeti projeleri”ni sunmak zorundayız. Bu, Allah’ın bize yüklediği bir mükellefiyettir. Bundan kaçmak asla mümkün değildir.

Tabiî ki öncelikli olarak nefret duygularımızı terbiye ve tezkiye etmek şartıyla…