SİLECEKLER bir sağa bir sola
doğru savruluyor, cama henüz yeni düşüveren minik yağmur damlaları böylece uzun
uzadıya çizgiler çekiyordu Nedim’in önünde. Sabahın ilk saatleriyle havada
ferah bir esinti vardı. Aşağıdan göğün yukarılarına dek sıralanan kırmızı,
pembe, turuncu, sarı, yeşil, mor ve mavi renkleri birbirilerine geçişlerinde
bir suluboya fırçasıyla dağıtılmış gibi fezaya neşe katıyorlardı.
Sabahın
soğuk havaları insana temiz hava soluyormuş hissi verirdi. Nedim, ufak ufak
çiseleyen yağmura aldırmadan koca tırının camlarını ardına dek açtı. Güneşin
huzmeleriyle tepeden yerlere değin süzülen toz tanecikleri içeriye havanın
nüksetmesiyle birlikte hızla uçuşmaya başlamışlardı. Aracın ön kısmında
otururken etrafını saran eskimişliğin kokusuna burnu alışmıştı artık Nedim’in. Alabildiğince
derin bir nefes soludu. Yolunun bitmesine çokça az kalmıştı. Uzun saatlerdir
yolda olduğu düşünüldüğünde önünde onu bekleyen iki saat, yolun çokça az kalmışlığına
bir işaret sayılmaya kolaylıkla imkân tanıyordu.
Bu
kulağa azıcık gelen son iki saatin aksine yol bir yandan önünde git gide uzuyor,
bir diğer yandan ise zaman bir türlü geçmek bilmiyordu. Öyle ki, yola çıkmaklar
da, yoldan dönmekler de hep bir noktada zor gelirdi Nedim’e. Yuvasından
ayrılmak içini daraltır, evinden uzak kalmak canını kül edercesine yakardı.
Kapıdan adımını henüz atmadan, yalnızca evinden çıkıp dönene dek yuvasının
sıcaklığını asla hissedemeyeceğini bilmenin yükü göz altlarına dolardı.
Karaltılar çehresini sarar, huzursuzluğu hemencecik anlaşılırdı. Yıllar,
dudaklarının kenarında iki çizgiyle yaşanmışlığını apaçık gösterirdi simasında
böyle anlarda. Sanki o zamana dek yaşadığı tüm tatsızlıkların her biri aynı
anda ilk defa yaşanıyorlarmışçasına yüzüne yansırlardı.
Bu
hâli yakınlarını şaşırtırdı her defasında. Onu tanımayan alelâde biri için bu
durum oldukça kabul edilebilir, hatta belki de fark edilmez görülse de onu
yakından tanıyanlar Nedim’i bu simayla görmekten hiç mi hiç hoşlanmazlar, âdeta
ona karşı duydukları sevgiyle onun yüzünde gördükleri bu huzursuzluğu aynen
edinirlerdi. Nedim’in karşısındakine neşe katan gülüşlerini, onları ilgiyle
dinleyişlerini, keyifle bir şeyler anlatışlarını, huzur saçan varlığını
hissedenler onun bu aksi hisle doluşunu görmeye yürek yetiremezlerdi.
Tıpkı
gitmeklerin zor oluşu gibi dönmekler de kavuşmak arzusundan mütevellit bir çırpıda
geçmek bilmezdi. Evinde onu aşkla bekleyen karısı ve gece uyumadan evvel o
güzel sesinden masallar dinlemeyi dileyen bir kızı varken dönmek zamanı âdeta
bambaşka bir zaman kavramıyla yeniden var olurdu. Nedim, bir an evvel
kıymetlisine, karısına, huzurla sarılmayı bizzat sabrıyla sabırsızlanarak
bekler, sevgiyle saçlarını okşayarak uyutacağı kızına hangi masalları
okuyacağını düşünürdü yolun geçmek bilmeyen sonları boyunca.
Hatırına
kendi çocukluğu geldi. Babasını heyecanla bekleyen bir tek o olurdu. Annesi
alışmışlık ve umursamazlık içeren “Ne yapalım yani canım?” sözleriyle kendi
odasına gider, yatağına da bir güzel sarınır, elleri alnında söylene söylene
uyuyakalırdı. Ablası Nihan, mutfakta loş ışıklar altında defterine bir şeyler
yazar olur; kendisinden neredeyse bir yaş küçük erkek kardeşi Ali ise,
arkadaşları hariç kimseyle diyalogda olmaz, ailesiyleyken ise kendi içine
gömülerek salonun bir köşesine sinerdi. Nedim ise babasının geliş saatlerine
yakın tüm bu ev halkının hâlinin aksine bir o yana bir bu yana mutlu bir
telaşla koşturur dururdu. Yiyecek bir şeyler ısıtıverir, babasının terliklerini
dış kapı yanına hazır eder, ona ulaştırması gereken faturaları masanın bir
yanına ders defterleriyle beraber iliştirirdi.
Zamanında yine böyle bekleyişlerinden birinde Halim ağabeyden aldığı haberin zihnine bir anda yeniden düşüvermesiyle irkildi Nedim. Derince bir nefes aldı. Nisan’ın bu tatlı yağmuru altında evine kalan yolu, yuvasına kavuşacağı son dakikaları yüreğinde bir burukluk ve dudaklarında huzurlu bir tebessümle saymaya devam etti…