TARİHİN en çetin,
en kapsamlı, en ilginç ve en kanlı savaşlarını Batı’ya karşı verdik. Bu
savaşlarda Batı dünyası hiçbir zaman gözümüzü korkutamadı, geri adım attıramadı,
ama bugün bu uğraşından vazgeçmiş bulunmaktadır. Onun yerini, bizi korkunç
gösteren çabalar aldı. Bir düşmanlık, bir barbarlık algısı oluşturmaya başladı.
Batılılara karşı verdiğimiz bütün
savaşlar, tam mânâsıyla hak-bâtıl savaşı olarak verilmişti. Gücün ve kuvvetin
değil, maddenin ve silahın değil, ruhun ve mânânın, sevginin ve imanın üstün
geldiği, en çetin şartlar altında bile kazanılmış birçok mucizevî zaferler elde
edildi bu savaşlarda. Dünyada buna bezer savaşları sadece İslâm dünyasında
bulmak mümkündür.
Batılarla yaptığımız savaşlarda her iki
tarafta da neredeyse tüm dünyanın içinde yer aldığı onlarca savaş yapılmıştır.
Şimdi tüm dünyaya karşı bizi korkunç, vahşi, kan döken bir millet olarak
göstermek için İslâmofobi projesini ürettiler. Oysa İslâm korku değil, selâm ve
barış dini, kardeşlik ve esenlik dinidir. İnsanı öldürmek için değil, kurtarmak
ve yaşatmak için gönderilmiştir. İslâm nefret değil, sevgi dinidir.
En büyük kandırılmışlıkların, aynı
zamanda en büyük kahramanlıkların yaşandığı bu savaşlardan sonra, şimdi yeni
kandırılmışlıkların peşinde koşuyor Batı dünyası. Haçlı ordusunun milletimizi
ve medeniyetimizi yok etmek için düzenlediği son hamleleri son mermilerle vurularak
kovulduğu savaşlardan çok acı hissetiler, büyük yaralar aldılar. Onun acısıyla
yeni hamlelere giriştiler ama bu sefer halkı uyandırmamak için gizli ve sinsice
saldırıyorlar. Bunlardan bir tanesi İslâmofobi projesidir. Akif’in dediği gibi Bedrin
aslanlarına, Uhud şehitlerine benzeyen şehitlerimizin ruhuyla kazanılan savaşlardan
sonra, yeni taktik ve yeni metotlarla yeni düşmanlıklar üreterek bizi bu
şehitlik mânâsından uzaklaştırmanın peşinde koşuyorlar şimdi. Öyle ki, İslâm’ın
birçok döneminde görülen Allah’ın yardımının açıkça görüldüğü, imanın
teknolojiyi yendiği birçok savaş verilmiştir Batılılara karşı.
Batı’ya karşı verilen mücadele ruhun
nefse, sevginin nefrete, imanın küfre üstün geldiği can pazarı olmuştur her
zaman. Âdeta bir kıyamet yaşanmıştır bu savaşlarda. Kurşun yağmuru altında
ölüme atlarcasına çatışmaya koşan, gözünü kırpmadan canını veren yiğit evlâtların
harmanlandığı cepheler görülmüştür bu savaşlarda. Bugün bu toprakları kazsanız
her tarafta şehit fışkırıp durur. Böyle bir toprak parçası dünyada çok az yerde
bulunur.
Yeni nesillere savaşları nasıl
kazandığımızı anlatmazsak, Batı’ya alet oluruz. Kendi kendimize engel oluruz. Ruhsuz
bir nesil yetiştiririz. Seyit Onbaşı’nın iki yüz altmış kiloluk mermiyi tek
başına nasıl kaldırıp topun ağzına sürdüğünü, düşmanın son gemisini nasıl
batırdığını anlatmazsak savaşların ruhu, şehitlerin ruhu anlaşılmaz. Bütün
zaferler ancak imanın ve ruhun üstünlüğü ile kazanılmıştır. Bu gerçek
anlatılmazsa yapılanların hiçbir önemi kalmaz. Düşmana karşı kazandığımız
zaferlerimizin ruhunu düşman bizden daha iyi anlamıştır. Bize karşı savaşıp
yenilen İngiliz donanma komutanı Winston Churchill, şunları söylemektedir:
“Anlamıyor musunuz, biz Çanakkale’de Türklerle değil, Tanrı ile harp ettik!
Tabiî ki yenildik.”
İşte Churchill’in itiraf ettiği gibi,
biz savaşları Allah’ın yardımı ile kazandık. Bugün genç nesillerimiz bu gerçeklerden
habersiz, bu ruhtan uzak yetişiyorlar. Okullarımızdan bu ruh kovulmuş
durumdadır. Okullarımızda matematik, fen ve sosyal bilgiler verilmeden önce bu
ruh verilmek zorundadır. Bu gerçeği gören medeniyetimizin ezelî düşmanları, bir
kez daha bu ruha, bu imana sahip olmayalım diye bizi kendilerine benzetmeye
çalışmakta, diğer taraftan da İslâmofobi gibi projelerle dünyayı bize karşı
cephe almaya zorlamaktadırlar. Bundan dolayı bize dost görünmektedirler. Yoksa
bu emellerinden asla vazgeçmiş değiller.
Unutulmaması gerekir ki, bizim ezelî
düşmanlarımız ve onların sinsi plânları, bizi yok etme politikaları hakkında uyanık
ve tedbirli olmazsak, aynı durum karşısında aynı kararlılığı, aynı
kahramanlığı, aynı başarıyı gösteremeyiz. Batı’ya karşı bizi üstün kılan,
kazanmamızı sağlayan ruh, Kur’ân’dır. O ruh imandır, namustur, sevgidir. İşte bundan
dolayı Churchill diyor ki, “Eğer Türklerin elinden Kur’ân’ı alamazsanız, mümkün
değil, onları yenemezsiniz”.
Bundan dolayı bizi tarih sahnesinden
silmek, yok etmek için en hassas yerimizden, imanlı kalplerimizden vurmak üzere
tüm güçleriyle çalışıyorlar. Bunun için zehirli dinsizlik oklarını kalbimize
doğru çevirmiş bulunmaktadırlar. Hıristiyan, emperyalist Batı dünyasının bu sevdadan
vazgeçtiğini söylemek, cehaletten başka bir şey değil. Bu yalana inanmak için
ancak gaflet içinde olmak gerekir. Günümüzde bu amaçlarına ulaşmak ve sınırlarımızı
geçebilmek için sadece yöntem değiştirdiler. Bugün kendilerine uyum ve
bütünleşme için bize dayattıkları şartlar, çıkarılan yasalar hep bu amaca
yöneliktir. Amaç; ahlâk ve maneviyatı yok etmek, kalplerimizdeki imanı
boşaltmak ve iman ruhunu unutturmaktır.
Dost ve müttefik görünen emperyalist
vahşi Batı’nın gerekirse ülkemizi yeniden işgal edebileceğini etrafımıza baktığımız
zaman anlayabiliriz. O hâlde iman ruhundan asla vazgeçemeyiz! Hatta savaşlarla
sınırlarımızı geçemeyen vahşi Batı, bugün onları engelleyen Irak’a, Suriye’ye,
Mısır’a, Libya’ya, Afganistan’a ve daha pek çok ülkeye fiilen girmiş
durumdadır. Hiç şüphesiz, sıranın bir gün bize de geleceğini herkes
söylemektedir. Bunu engellemenin bir tek yolu vardır; o da iman kalesini tahkim
kılmak ve iman kardeşliği ruhunu yeniden diriltmektir.
Düşmanın savaşla, topla, tankla, uçakla geçemediği sınırlar bugün geçilecek mi, geçilmeyecek mi? Bunun cevabı, bunun kararı, ülkemizde verilen ruh ve iman eğitimiyle verilecektir. Eğer bindiğimiz atın toynakları varsa, gideceğimiz yere rahat varabiliriz, yoksa yarı yolda kalabiliriz.