Neden Arapça?

Arapça, ümmetin “vahdet” şuurunu perçinleyen bir memba idi. Günümüz İslâm coğrafyası parçalanıp bölünmüş, aralarında bağ kalmamışsa, bunun en büyük sebebi, ortak dillerinin olmamasıdır.

ZUHRUF Sûresi 3 ile Yûsuf Sûresi 2’nci âyetler birbirinin aynıdır.

اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ قُرْءٰناً عَرَبِياًّ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ

“Anlayabilesiniz diye, Biz onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik…”

Bundan mülhem, yazıma şöyle başlamak istiyorum: Kur’ân-ı Kerîm’i hakkı ile anlamak isteyen, Arapça öğrenmek zorundadır. Çünkü Kur’ân’ın dili Arapçadır. Ana kaynağı anlamak için başka suları karıştırıp bulandırmadan, en berrak, en duru hâli ile anlamak isteyen, Arapça öğrenmelidir.

Neden Arapça?

Bütün Müslümanların ortak dili, kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in dilidir Arapça. “Dil”, sadece lîsan demek değildir; kültürdür, tarihtir, sosyal hayattır. Dil, lisan; toplumu oluşturan kültürel yapıtaşıdır, kişiler arası iletişimdir, toplumun mayasıdır, hâfızasıdır, duygularıdır...  

Allah insana kelâmı, eşyanın hakikatini öğretti, Peygamberler gönderdi. Bizim Peygamberimizin dili Arapça idi. Arapça, biz Müslümanların ibâdet dili; Yaratanımıza yakarışımızın, O’nun gönderdiği kitabı anlamanın anahtarıdır Arapça. Osmanlı’nın, Selçuklu’nun yani bizim dilimizin ana unsuru idi Arapça. Bilim dili, ilim dili idi Arapça. Bir ağacın kökünü topraktan acı ile filiz filiz nasıl söküp koparılırsa, öyle kopardılar bizi kültürümüzden. Kendi kaynaklarımızı okuyamaz olduk. İlmî hazînelerimizden bîhaber kalıp, kendi ecdâdımızı cehâletle suçladık.

Lîsanımız çeşitli bâdirelerden geçti, “sadeleştirme” adı altında, 12 Temmuz 1932’de Türk Dil Tetkik Cemiyeti olarak kurulan kurum, o günlerde hâfızamızı kısırlaştırdığının farkına varmadan dilimizi yonttu. Ülkemizde, dilde “tasfiye” amacıyla Arapça ve Farsça kelimeleri atarak dili sadeleştirmeye, daha doğrusu, daraltmaya başladılar. Hâlbuki Arapça ve Farsça ile akraba olan Osmanlıca çok zengin, kıvrımlı, edebî bir dildi.

Türk Dil Kurumu, ilk kurulduğu yıllarda Arapça ve Farsça kelimelere savaş açmış, kurumun başkanlığına getirilen Agop Dilaçar bu tasfiyeyi akıl almaz bir hızla yapmaya başlamıştı. Agop Dilaçar Bey’in İstanbul doğumlu Ermeni vatandaşlarımızdan biri ve asıl adının “Agop Martanyan” olduğunu, ilk ve orta öğrenimini Gedikpaşa’daki misyonerlerin açtığı Amerikan Okulu’nda yaptığını biliyoruz. 

Peki, Arapçaya neden savaş açılmıştı? 

Arapça, ümmetin “vahdet” şuurunu perçinleyen bir memba idi. Günümüz İslâm coğrafyası parçalanıp bölünmüş, aralarında bağ kalmamışsa, bunun en büyük sebebi, ortak dillerinin olmamasıdır. Tüm dünyaya İngilizce dayatılırken, Müslümanlar, kendi dinlerinin dilini sadece Arap kardeşlerine hasredip kendileri unuttular; bu yüzden yaptıkları ibâdetin rûhunu, Yaratan’ın murâdını tam anlayamadılar. Sonra tesbih tanesi gibi darmadağın oldular. Dağılınca, zayıflayıp yem oldular. Ümmet bilincini kaybettiler, ezildiler, dil bazında inhisara maruz kaldılar ve sonları indisar oldu. Kültürel olarak teslimi silah ettiler ki İslâm coğrafyası için büyük zillet oldu. Cephede silahını teslim etmekten daha ağır oldu bu.

İslâm coğrafyası baklava dilimleri gibi parça parça oldu. Daha düne kadar Osmanlı vilâyeti olan Yemen, Suriye kan ağladı. Mısırlı Türk’ü, Türk Arap’ı ötekileştirdi. Müminler birbirlerini unuttu, din kardeşini ötekileştirdi ve yabancılaştırdılar. Kendi tarihlerini, dinlerini, düşmanlarının kaynaklarından öğrenmeye başladılar. Ortak dil kullanmadıkları için karşılarındaki kardeşleri hakkında kim ne dediyse, ne yazdıysa inanıp kardeşlerine düşman oldular. 

Hâlbuki her mümin, bir azanın uzuvları gibidir; müminler kardeştirler. Pek çok âyet ve hadîs-i şerif bize ümmet olarak tek vücût olmamız gerektiğini emir buyurur.

Yeniden tarihimize, dinimize sahip çıkmak için Arapça ve Osmanlıca seferberliği başlatılmalı. Şükür ki, bu işe gönül veren pek çok kurum ve muteber şahıslar var. Meselâ Ezher Üniversitesinin ülkemdeki mezunlarının kurduğu “EZDER” adlı dernek… EZDER Mısır, Ürdün ve Türkiye arasında akademisyen ve dil bilimci pek çok uzmanı Arapça sevdâlısı öğrencilerle buluşturuyor. Ahmet Dilmen Hoca, Mısırlı Türkiye âşığı Ömer Cemil Hoca, Vecih Hoca, Hatice Oruç, Ala Hoca, Lütfi Özbey Hoca, Prof. Hamdi El-Sağir, Mustafa Abudaher gibi pek çok akademisyen, öğrencileri âdeta Arapça ile donatıyor.  Ülkemde YDS sınavında artık Arapçanın da geçerli sayılması Arapçaya rağbeti arttırdı. Yine bu dilin mânevî güzelliği, dili öğretenlere de yansıdı; pek çok isim, gönüllü Arapça kursu vermeye başladı.

EZDER’den başka yine gönüllü dernek olarak İSKUDER, belediyelerimizin kursları, Hayrat Vakfı’nın Osmanlıca hizmetleri, ücretsiz gönüllü Arapça dersi veren pek çok kişi, Hüseyin Karaca, Selma Yadsıman, Mehmet Kılıçaslan, Faruk Çakır, Musa Yıldız, Seyfeddin Öztürk, Talha Zaim, Cihat Subaşı, İbrahim Oruç, Ahmet Ensar Kahraman, Nazım Cumhur ve Resul Sevinç gibi pek çok isim, gönüllü kurs veriyor. Hiçbir ücret almadan Arapça öğretiyor, yine hiçbir karşılık beklemeden herkesle sosyal medya aracılığı ile paylaşarak Kur’ân-ı Kerîm’in diline büyük hizmet veriyor, büyük gayret ve azimle uğraşıyor, kurumaya başlayan köklerimize can suyu veriyorlar. Hepsinden Allah râzı olsun! Yetiştirdikleri öğrenciler, müstefid olan Arapça sevdâlıları, onlar için kapanmayan amel defteri olsun!