Nedâmet

Pişmanlık, kaybedilmiş yollardır… Unutulmuş güzel hatıralardır… Kırılmış, incinmiş kalplerdir pişmanlık… Pişman olan insanın iyiye ihtimali vardır. Güzele, doğruya, hakka gidiş biletidir. Düzeltmeye, tamir etmeye, telafi etmeye bir ümittir. Fakat bir kalpte pişmanlık duygusunun izine rastlanmadıysa, orada doğru gitme ihtimali henüz mevzubahis olmamış demektir.

GÜZEL bir mevsimde, güzel bir iklimdeyiz. Sahurlar, iftarlar birer birer geliyor, birer birer gidiyor. İnsan bu mübârek zamana eriştiğinde şöyle bir kendine bakıyor. Aslında bu bakış öyle kendiliğinden, öyle savunmasız ve ani bir sağanak gibi indiriyor ki, hiç elde olmadan birtakım sorular ve sorunlar da beraberinde geliyor.

Sanırsam tüm tespitlerin ve uyanışların en hakikatlisi, insanın kendine yönelttiği soyut bir göz atma ile meydana geliyor. Bu elbette hakikatli olduğu ölçüde, nedâmetle de eş anlamlı bir duygu birikimini ayyuka çıkarıyor. 

Nedâmet… Ne riyasız bir hissediş! Can yakıcı bir karakteri var, doğru… Fakat bir o kadar da gerçekçi. Bir düşündüm de, binbir çeşit duygu ve akıl yürütme safhası içinde bu acımtırak hissediş olmasaydı, koca koca boşlukları dolduracak o elzem parçaları bulmak mümkün olmayacaktı. Çünkü ancak bir hüzün ve pişmanlık içinde olanın bir arayış derdi olur. Ve ancak bir arayışta olanın bulabileceği ihtimaller vardır. Kayıp ve yazık parçaları bulabilmenin yolu aramak, arayabilmenin yolu da dertlenmektir. 

Biri çıkıp “Hayatta hiçbir şeyden pişman olmadım” dediğinde duyduğum ürperti ve kaçış coşkusunu başka çok az şeyde bulabilirim korkarım. Evet, bu cümle nerede ve hangi mecliste kurulursa kurulsun, bende var ettiği ilk duygu ürperti, hemen ardından gelen ve daha saldırgan tabiatlı olanı da kaçmak arzusu… 

Bu cümle, “Benim pişman olunması gereken bir yanlışım yok!” anlamını ihtiva etmez. Bu ayrıca cümleyi kuranın kim olduğuyla da ilgili değildir. Bu tamamen hayattaki akıl ve vicdan sınırları içindeki olasılıklarla ilgilidir. Daha sarih olmak gerekirse, pişman olmamak, hiç nedâmete düşmemek, hiçbir yanlış yapmamakla mümkün olması gereken bir sonuçsa bu zaten insan için geçerli olmayan bir şarta bağlanmış demektir. Akıl ve vicdan, insanın hatasız olamayacağı gerçeğini çoktan kabullenmiştir.

Öyleyse…

Bahsi geçen cümle kim tarafından ne şartlarda ve nasıl bir ortamda kurulmuş olursa olsun, biliriz ki bu, onun hatasızlığını anlatmıyor. Peki, neyi anlatıyor? Bu cümlenin iddia ettiği şey “Ben hatasızım” gibi ütopik bir tez olamayacağına göre geriye tek bir ihtimal kalıyor. Hiçbir şeyden pişmanlık duymadığını iddia eden kişinin savunduğu tek gerçek, yaptığı hata ve kusurları ve bilhassa da onlarla çevreye verdiği zararı önemsemiyor oluşudur. Süslenip püslenip, çeşitli kılıflara sarılıp, kenarından köşesinden kırpılıp son hâlini ılıman bir karakterle almış olan bu kibir cümlesi, “Günahımdan, hatamdan, suçumdan ve insanlara verdiğim zarardan pişman değilim”in kamufle edilmiş şeklidir.  

Pişmanlık, kaybedilmiş yollardır… Unutulmuş güzel hatıralardır… Kırılmış, incinmiş kalplerdir pişmanlık… Pişman olan insanın iyiye ihtimali vardır. Güzele, doğruya, hakka gidiş biletidir. Düzeltmeye, tamir etmeye, telafi etmeye bir ümittir. Fakat bir kalpte pişmanlık duygusunun izine rastlanmadıysa, orada doğru gitme ihtimali henüz mevzubahis olmamış demektir.

Öyle ya… Şu mübârek Ramazan-ı Şerîf’le birlikte pişmanlığı elde ettiysek, düzeltmeye de ümidimiz var demektir.