Necm

O’nun aşkıyla dağları ve çölleri aşmış, sonunda O’na varmış. Elinde zincir, ayağında pranga… Kırıyor hepsini o kalbindeki aşk. Diyor ki Allah Resûlü’ne, “Bu dünyada Seninle olamadım, Ebû Bekir gibi duramadım yanında; bari beni elbisenle kefenle de kabirde Seni koklayayım”.

O’na kalpleriyle hicret etmişlerdi. Hayatlarıyla, her şeyleriyle bir hicretti bu. Dağları aşmadan, yollar geçmeden bir bakış ile hicret…

Çünkü gözler O’nu görünce güzel olur, dağlar O’nu görünce parlar ve sanki hayat, O’nu görünce düzene girer. Çünkü sen O’na bir kelime ile hicret edersin, O sana dağların dahi taşıyamadığı mukaddes dâvâ ile gelir. Sen O’na selâm ile gidersin, O sana fazlasıyla gelir…

“O’na bir sahabe olsaydım” deriz ya, “O zamanlarda yaşasam, imanım daha sağlam olurdu”… Bir de Ebû Abdullah’ın gözünden bakalım O’na. Ne kadar zordur, değil mi? Güvenilir bildiğiniz kişi çıkıyor ve size, atanızın dininden dönmenizi, tek hakikatin İslâm’da olduğunu anlatıyor. Diyor ki, “İslâm’da kölelik yok! Yegâne kölelik Allah’a”. Mekke’deki bütün devrimleri deviriyor, bütün akıllar deliriyor…

Siz de kölesiniz; sahibiniz, atasının dinine tâbi ve size eziyet ediyor. Ama sahibinize bir şey söyleyemiyorsunuz. Sonra biri geliyor, siz düşecekken sizi kurtarıyor uçurumun kenarından. Siz de bütün benliğinizi ona ve onun yoluna adıyorsunuz. Böyle bir psikolojiden bakın şimdi konuya!

Yıl, zamanın sona yaklaşmamak için ilerlemekten hayâ ettiği bir zaman… Mekân, acının ve çilenin ve de imanın verdiği huzur ile dolu... Bazılarının bedenleri köle, bazılarının malları var. Ama hepsi Allah Resûlü’ne meftûn ve hepsi çileye talip! Köleler yegâne köleliğin Allah’a olduğunu anlarlar ve yegâne hürriyeti İslâm’da bilirler. Mal sahipleri, mallarının onları Cennet’e götüren bir anahtar olacağının farkına varırlar. Ve gözler O’nu görmüş ki renk dolmuş, kalpler O’nu hissetmiş de huzur bulmuştur. Ayaklar O’na yürüyünce şeref bulmuş sanki… Günlerce çöllerde aç susuz yürüyen sahabe, Allah Resûlü’nü görünce “مىت يا رسول الله” (Öldüm ben Yâ Resûlullah!) diyor. Çünkü O’nun aşkıyla dağları ve çölleri aşmış, sonunda O’na varmış. Elinde zincir, ayağında pranga… Kırıyor hepsini o kalbindeki aşk. Diyor ki Allah Resûlü’ne, “Bu dünyada Seninle olamadım, Ebû Bekir gibi duramadım yanında; bari beni elbisenle kefenle de kabirde Seni koklayayım”.

Allah Resûlü’nün bir kerecik bakışı yakar insanı. O’na arkadaş olmanın bir bedeli olmalı. O bedeli ödemeyi göze almalı insan. Sıcak kumlarda üstüne taşlar konulmasını, yollarına dikenler dökülmesini göze alarak çıktı Ashâb-Kirâm yola. Bizler ise Efendimiz’in, Allah’ın Kulu ve Elçisi olduğuna iman ediyoruz. İmanımızın gereklerini getiremiyoruz yerine. Ancak imanın bir bedeli olmalı. Gerekirse asırlardır ümmete önder olmaya talip olan kişiler gibi, Allah Resûlü’nün nidasını yaymaya çalışacağız. Bu yolda şehit olacak, gazi kalacağız. Bedenimiz toprak olduktan sonra Allah Resûlü’nün sevgisinin aşılandığı meyveler yeşerecek üstümüzde.

Esedullah, El-Emîn’in emanetleri emanet edecek kadar güvendiği sahabe… Bir kıssa, tüylerimi diken diken eder. Bundan sebep, annemin bana “Aslan oğlum!” demesini isterim hattâ…

Hayber’in fethi sırasında zor günlerden geçiliyor. Saadet Asrı’nda şehadet aşkıyla çarpışma var. Allah Resûlü müjdeliyor yıldızlara: “Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki Allah ve Resûlü onu sever, o da Allah ve Resûlü’nü sever. Allah onun eliyle fethi gerçekleştirecektir.”¹

Hazreti Ömer’den şöyle nakledilir: “Kumandanlığı o gün ki kadar arzu ettiğim zaman olmamıştır.”²

Bunlar üzerine bir sonraki gün, Hazreti Peygamber, Hazreti Ali’yi göremez ve sorar sahabelerine. Onlar da gözünün ağrıdığını, geride olduğunu söylerler. Bunun üzerine Allah Resûlü gözleri için duâ eder ve şifâ vukû bulur. Hazreti Ali zırhını giyer. Kılıcı kuşatılır Yegâne Önder tarafından. Velhasıl, Allah’ın Arslanı emirin karşısına çıkar. Emir kibirli kibirli, “Ben, konuştuğunda aslanların bile korktuğu adamım” der. Aslanların şâhı da, “Ben de anasının ‘Arslan’ dediği oğluyum” der. Bunun üzerine Hazreti Ali, Zülfikâr’ını çeker, kellesini alır yerinden.

Hazreti Peygamber’e arkadaş olmak isteriz tabiî. Arkadaşlığına lâyık mıyız peki? Kaçımız “emr-i bi’l-maruf, nehy-i ani’l-münker”i korkusuzca yapıyoruz? Yapmak için ortam o kadar müsait ki... Allah Resûlü’nün döneminde olduğu gibi değil. Çevremizdekiler Müslüman anne ve babalardan doğuyor. Bütün kalplere “Hak yol İslâm” yazmak artık daha da kolay! Dayılarımız bizi kovmak için hiçbirimizi çocuklara taşlatmıyor. Hiçbirimizin üstüne işkembe atılmıyor. Yollarına diken serilmiyor hiçbirimizin. Hiçbirimize hakaret etmiyorlar O’na edilen kadar. Hiçbirimiz çok sevdiği memleketinden hicret etmek zorunda kalmıyor...

“Yazacağımız kelimeler âciz kalır O’nu anlatmaya/ Gidilen bütün yollar tökezletir O’nsuz/ Görülen güller solgundur O’nsuz/ Yaşanan bütün hayatlar bitiktir sanki O’nsuz/ Okunan tüm şiirler sanki hep O’na…”

 

----------------------

¹Buhari, 3:51              

²Müslim, 4:1872 11/A 1569