“Necip” milletin “Fâzıl” üstadı

Selâm sana, duâlarımız senin için! İstediğin gençlik neşv ü nemâ etmekte, bilesin! Ve bilesin ki, İslâm’a hâdim olacak taze filizler yeşermekte… Bilesin ki, ebedî uykunda rahat uyuyasın. Rahat uyu kavi yürekli, vakarlı, mert, muazzez insan rahat uyu!

GEREK tarih sayfalarında adını liste başı yazdıracak kadar kuvvetli şahsiyetler, gerek düşüncenin akıl ve ilimle ulaşılabileceği zirvede bulunan fikir adamları arasında her insanın kendine yakın bulduğu, ruhdaş olduğu prototipler, idoller vardır.

Başka türlü anlatacak olursak, her insanın rehber edindiği, kendine yakın bulduğu pişdârı, mürşîdi, ihtiram gösterdiği kılavuzu, kendi kişilik ve düşünce yapısına yakın bulduğu örnek şahsiyetleri vardır. Ben (haddim olmayarak) olaylar karşısındaki tepkisi, fikrî yapısı, kızdığı meseleleri imtinâ etmeden, alenen söyleyen secaatiyle Hz. Ömer’i kendime yakın bulurum. Şecaati, ufkunun açık olması ve yumruğun masaya vurulması gerektiği demde gözünü budaktan sakınmadan, mertçe “Ben varım!” demesi o kadar yerinde, o kadar doğru gelir ki, “Ne başka ifade, ne başka hareket bundan daha doğru olmazdı” dedirtir. Zâlime göre çok sert gelen üslûbu, mazluma göre çok yerli yerindedir.

Hz. Ömer gibi kendime yakın bulduğum, yakın tarihimizde yaşayan bir isim daha var. Yazdıklarını okudukça “Çok doğru
söylemiş, ne kadar bediî ifade etmiş, hiç çekinmeden ve korkmadan gerçekleri haykırmış” dediğimiz bir isim… Ona karşı saygının ötesinde sevginin de yüreğimde harmanlandığı, “Keşke daha çok yaşasaymış” dediğim bir isim…

Ülkemizin zor zamanlarında zor işlere kalkışan, elini taşın altına koymaktan bir an bile imtinâ etmeyen, hapishaneleri mesken tutan (ki yalnızlığı “Cinnet Mustatili”ni yazacak kadar ürkütücü bulduğu hâlde defalarca o acı hapishane tecrübesini yaşayan) ve yine de dâvâsından bir lâhza bile taviz vermeyen bir yiğit adam…

Söz ehli, kalem ehli ve ülkemizde vatan sevgisi, dâvâ aşkı denilince ilk akla gelen, mertlik yarışında ipi ilk göğüsleyenlerden olan bir isim…

Kendini “Sâbık Şâir” diyerek eski günlerini, eski şâiri (kendini), hatalarını en acımasızca eleştiren bir isim… Korkusuzca, haksızlık karşısında boğazı damar damar oluncaya kadar haykıran bir isim… Sadece siyasî alanda değil, edebî alanda da ülkemize çok şey kazandıran bir isim…

Evet, Necip Fâzıl Kısakürek… Mert duruşu, derin düşünce yapısı, zor zamanlarda bütün ülkeye yön veren nefesi ile ülkemizin kaderini belirleyen etkin kişiliklerden biri… Mazlumların hakkı yenildiğinde, zayıflar ezildiğinde, istibdat kol gezdiğinde, zâlimin karşısına çıkacak çelik gibi bir yürek ve vakarla dimdik duracak, mazlumun yaslanacağı dağ olacak bir şahsiyettir Necip Fâzıl Kısakürek.

Mazlumun karşısında merhametten iki büklüm olan Üstad, zâlim söz konusu olduğunda ise şecaati ön plânda olan dev bir isimdir. Onu okudukça, insanları hem bir mürebbî disiplini, hem bir baba şefkati ile esas duruşa geçiren saygın bir zât-ı şahâne hayâl ediyorum.

Lise çağlarında onun kitapları ile coşuyor, heyecanıma heyecan katıyordum. İlk “Aynadaki Yalan”ı okumuştum. İlk gençlik dönemimde hak ile haksızlık arasındaki farkı onu okuyarak öğrenmiştim. Sonra onu tanıdıkça onun hem şâir, hem hatip, hem yazar kişiliğinin karşısında kâim, kavi duruşlu bir “düşünce adamı” olduğunu anlamıştım. Ülkenin zor dönemeçlerden geçtiği günlerde haksızlıklar karşısında “susmamak” gerektiğini ondan öğrendim.

Kutsalının alaşağı edilmeye çalışıldığı demde bir sırtlan cevvaliyeti ile düşmana hâddini bildirmeyi onun mısralarından, onun makalelerinden öğrendim. “Çöle İnen Nur” ile Resûlullah aşkını tattım, “Bâb-ı Âli” ile o zamanki İstanbul’u, Bâb-ı Âli’yi, en çok da kendisini tanıdım. “İslâm Tasavvufu ve Batı Tefekkürü” ile “ham softayı, kaba yobazı” tanıdım; felsefenin ne olup ne olmadığını anladım ve yitiği arayan felsefenin karşısına kâmil “Din-i İslâm”ı koyan Üstad’dan İslâm’ın âlemşumûl olduğunu, İslâm’ın kâmil bir din olduğunu bir kez daha öğrendim.

“Büyük Doğu”nun büyük dâvâsı olduğunu, maddî sıkıntılarla bir ara kapansa da arkasında koca yürekli insanlar var oldukça aslında hâlâ yüreklerde basılıp yayıldığını gördüm. “Sakarya Türküsü” ile mayışan gençliğin ayağa kalkışını, şahlanışını temâşâ ettim.

Arvasî’nin dizinin dibinde tüm toyluklarını, nefsî hezeyanlarını törpüleyen Üstad’ın kitaplarının gölgesinde, nefsimin başkaldıran kötü yanlarını törpülemeyi, kendimden geçip erimeyi, eriyip yeniden neşv ü nemâ bulmak için yanmanın ne demek olduğunu öğrendim.

Çok küçükken hayâl meyâl hatırladığım, babamın da saklayarak okuduğu “Rapor” isimli küçük risâleleri “sakıncalı kitap” diye bir ara darbecilerin kara listesinin başköşesinde olan Üstad’ın kitaplarındaki ihlâslı duruşu okuyunca, o zor zamanlarda ancak gerçek yiğitlerin milleti kendine getirmek için çalıştığını öğrendim. Bu yiğitlerin liste başında da Necip Fazıl Kısakürek vardı.

“Çile” kitabı ile sevmeyi, dâvâ aşkını ve ölüme farklı zâviyeden bakmayı öğrendim.

“Deryada sonsuzluğu zikretmeye ne zahmet!/ Al sana deryâ gibi sonsuz Karacaahmet!/ Onda sırların sırrı: Bulmak için kaybetmek…/ Parmakların saydığı ne varsa hep tüketmek…/ Ebedî gençliğin taht kurduğu yer mezarlık…/ ‘Ebedî gençlik ölüm’ desem kimse inanmaz!/ Karacaahmet bana neler söylüyor neler,/ Diyor ki, ‘Viran olmaz tek bucak viraneler’…”

Basîret sahibi insan neden yaratıldığını düşünür; Üstad’ın bu konuda ne kadar kafa yorduğunu ve ölümün künhüne erdiğini şiirlerinden öğrendim: “Öleceğiz, müjdeler olsun, müjdeler olsun!/ Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!”

“Tohum”la, “Bir Adam Yaratmak”la, “Reis Bey”le kendimi sorgulamayı öğrendim. “İdeolocya Örgüsü”yle kirli düşünceleri ve o düşünceleri yeri geldiğinde hiç beklemeden irdeleyip silkelemek gerektiğini öğrendim.

Ahlâkın, erdemin önemini Üstad’ın içten hitabı ile dinlediğim kasetlerindeki hitaplarından öğrendim. Beliğ, fasîh Türkçe kullanımına her seferinde gıpta ettim. Bazen onu ve Mehmed Âkif’i rü’yâlarıma konuk ettim, rü’yâmda onların ayakkabılarını giymek üzere iken uyandığımda, gözlerimi yumup o rü’yânın devam etmesi için duâ ettim.

Hülâsa, Üstad’ın okuduğum bütün eserleri hâfızamda, kişiliğimde derin izler bıraktı. “Cinnet Mustatili”ndeki hapishane hayatını o kadar güzel anlatmıştı ki, yattığı odayı, hatta yağtalanmış yastığını, mahkûmların yatak içinde otururken duvara dayadıkları başlarının zamanla duvarda bıraktığı gölge gibi izleri görmüş gibi biliyordum.

“Bir Adam Yaratmak” eseri ile ne kadar düz düşündüğümüzü, beynimizin kıvrımlarında aslında neler saklı olduğunu ve bir iğne ucunun acısına dayanamayan insanın Yaratan güç verdiğinde nelere dayanabildiğini öğrendim. “İdeolocya Örgüsü”nde hak edenlere hak ettikleri üslûpla konuşmak gerektiğini, Batı’nın batasıca kültürü karşısında İslâmî duruşun, insanlığın necatı/kurtuluşu olacağını öğrendim.

“Ey akıl, nasıl delinmez küfen?/ Ebedî oluşun urbası kefen!/ Kursa da boşluğa asma köprü fen,/ ‘Allah’ derim, başka hiçbir şey demem!”

Bunun gibi nice mısraları ile Allah sevgisinin Üstad’da nasıl temâyüz ettiğini, bu sevgisini mısralara, kelimelere nasıl da mâhirce dökebildiğini görüp onu bir kere daha sevdim. Dâvâ uğruna elimizden geleni yapmakla mükellef olduğumuzu şu mısraları ile bir kez daha öğrendim: “Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!/ Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!”

Onun mısraları ile coştum, onun mısraları ile duruldum.

Ey aklı ile bu millete yön çizen, parmakları ile gençliğe yol gösteren, kalbi ile bu milletin kalbini fetheden, Sakarya gibi yüzüstü giden gençliği ayağa kaldıran Üstad, sana selâm olsun!

Selâm olsun ey Üstad! Hani vasiyetinde “Benim adıma namaz kılın, Kur’ân okuyun” demişsin ya, bilesin, yıllardır vasiyetini yerine getiren sevdâlıların var.

Selâm sana, duâlarımız senin için! İstediğin gençlik neşv ü nemâ etmekte, bilesin! Ve bilesin ki, İslâm’a hâdim olacak taze filizler yeşermekte… Bilesin ki, ebedî uykunda rahat uyuyasın. Rahat uyu kavi yürekli, vakarlı, mert, muazzez insan rahat uyu!

“Göğe çıkanlar vardı zikirden kanatlarla;/ Şimdi de çıkanlar var betonarme katlarla...” demiştiniz ya, emîniz, siz de o kanatlılardansınızdır.

“Kapı kapı, bu yolun her kapısı ölümse,/ Her kapıda ağlayıp son kapıda gülümse!” diyen Üstad, ebedî istirahatgâhında sen de ebeden gülümse!