Necip Fazıl

Üstad Necip Fazıl’ın “Bizim zamanımızda küfürden bir buzdağı vardı. Titreyen nefeslerimizle bu küfürden buzdağını erittik. Şimdi ise geç geçebilirsen çamurdan!” ifâdesi, tarihî bir gerçeği tespit etmektedir. Erittiği buzdağının çamurundan yeni bir nesil var ve bugün Türkiye’yi onlar yönetiyorlar.

“Nitekim her zorluğun ardında bir kolaylık vardır.” (İnşirah, 5)

***

ÜSTADIN vefâtı (26 Mayıs 1904-25 Mayıs 1983) üzerinden tam 38 yıl geçti. Tarihçiler 25 yılı bir nesil kabul etmektedirler, dolayısıyla Üstadın vefâtının üzerinden bir nesil geçmiş bulunmaktadır. Yani onun vefâtında dünyaya gözlerini açanlar bugün otuz üç yaşında ve kemâl/olgunluk dönemlerini yaşamaktalar. Bu yeni nesil, Üstad Necip Fazıl’ı tanıyor mu? Tanıyorsa, ne kadar tanıyor?

Tarihî kişiler ve olaylar, yaşa(n)dıkları dönemin şartlarına göre anılır, anlatılırlar. Anlatıldığı oranda da anlaşılır ve değerlendirilirler. Merhum Necip Fazıl, Osmanlı Devleti’nin çöküş döneminde doğmuş, Cumhuriyet dönemi şartlarında hayat sürmüştür. Üstad Necip Fazıl’ın yaşadığı dönemi ve şartlarını ne kadar biliyoruz? Onun içinde yaşadığı şartların bilinmesi gerekmekte.

Tarihi tanımlayan ve öne çıkaran önemli başka bir disiplinse edebiyattır. Edebiyat, medeniyetimizin temel unsurlarından biridir. Dünya milletleri arasında müstesna bir yere sahip olan Türk edebiyatı, üzerinde düşünülmesi, ayrıntıları ile çalışılması gereken bağımsız bilimsel bir alandır. Sadece Dîvân edebiyatı ve o edebiyata vücut verenler dahi başlı başına bir kurumdur. “Edebiyat” kelimesinin çağrışımları olan Fuzulî, Bakî, Nedim ve Şeyh Galip gibi isimler unutulabilirler mi?

Muhteşem ve azâmetli bir tarih geleneğine sahip Osmanlı’nın mîrası üzerine konan Cumhuriyet, âdetâ Osmanlı’nın kültürü, edebiyatı, sanatı ve hatta mîrasıyla savaşmıştır. Harf İnkılâbı, nesillerin mâziyle bağlarını koparmıştır. Sadece koparmak mı? Mâziye, geçmişe ve değerlerine düşmanca duygu ve düşüncelerle yeni nesiller yetiştirilmiştir. Edebiyat penceresinden bakılınca, Osmanlı’nın edebiyatı yok sayılmış, yeni ve asâleti olmayan bir edebiyat türü ihdas edilmiştir. “İnzibatı zail oldukça, edebiyat, Sormagir Mahallesi’ne döndü” diye nitelemektedir merhum Yahya Kemal.

Yahya Kemal, o dönemi şöyle tanımlamaktadır: “‘Biz nasıl bir şiir isteriz?’ diyen gayr-i mâruf insanlar, en mühim yevmî gazetelerin sahifelerinde mâziyi, hâli, mevcûdu yıkıp kavurarak, şahsî telakkîlerini mutlak hakîkatler gibi savurarak bağırmaya ve bağırdıktan sonra kaybolmaya, yerlerini diğer bağıranlara bırakmaya başladılar. Devletin resmî kitapları olan müntehabatlarda, seçme yazılarda ammenin ismini bile işitmediği gençlerin eserleri, Fuzulî, Bakî, Nailî’nin eserleri yanında görülür oldu. Sanat şahsî oldukça, şahısların renk renk bir kalabalık olduğu anlaşıldı. Gerçi hâlâ eski tebaiyyet âdetini terk etmemiş olan halk buna îtirâz etmedi ve yalnız hayretle baktı. Ancak seneler geçtikçe halkın nazarında ‘şâir’ demek, toy, küstah, balapervaz, sünepe, ciddiyetsiz, tufeyli ve bilhassa akılsız ve mektep kaçkını bir mahlûk olarak tecellî ediverdi.” (Edebiyata Dair, sayfa 19)

Muhtemelen Yahya Kemal, “Kâbe Arap’ın olsun, Anıtkabir bize yeter!” yâveleri okunduktan sonra bu kanaate varmıştır. O dönemde mevlit bile îcâd edilmiştir: "Ger dilersiz bulasız oddan necat!/ Mustafa-yı ba Kemal'e essalât!/ Ol Zübeyde Mustafa'nın anesi,/ Ol sedeften doğdu ol dürdanesi./ Gün gelip oldu Rıza'dan hamile,/ Vakt erişti hafta ve eyyam ile./ Geçti böyle nice ay, nice sene;/ Vakt erişti bin sekiz yüz seksene…"

İçinizden kaç kişi Behçet Kemal’in M. Kemal için kaleme aldığı mevlidi ve o çevrede oluşan edebiyatı okur veya bilir? Cumhuriyet dönemi edebiyatı, Osmanlı’nın edebiyatı ile mukayese edilemeyecek kadar zayıf, cılız ve köksüzdür. Bir asra yaklaşan sürede kendi mecrasını bulamamıştır. Cumhuriyet döneminin edebiyatından bazı belirgin simalar bulunmaktadır. Ama bunlar, Osmanlı irfan mektebinin bir devamı niteliğindedirler: Mehmed Âkif, Yahya Kemal, Tevfik Fikret…

Cumhuriyet dönemi edebiyatının aykırı kalemleri olmamış mıdır? Olmuştur şüphesiz. Bunların başında Üstad Necip Fazıl gelmektedir.

Necip Fazıl’ı farklı kılan, Cumhuriyet’in despot ve diktatoryal baskısı altında, daha anlaşılır bir ifâdeyle, çetin ve yaşanması zor döneminde kalemi ve düşüncesi ile ufuk açmış ve duruş sergilemiş olmasıdır. Necip Fazıl’ı Necip Fazıl yapan, bu duruş ve eylemidir. Çünkü o, şâirliğinin yanında bir aksiyon adamıdır. Anadolu’da düşünce ufkunu açan konferanslarının ilkinin adı, “Îman ve Aksiyon” serlevhasını taşımaktadır. Bu konferansı Erzurum’da vermiştir.

İnşirah Sûresi’nin 5. âyeti ışığında değerlendirecek olursak, Üstad, bir “yüsra”dır. Çünkü çok zor bir zamanda, düşüncesi ve kalemi ile yol göstermiştir.

Üstad Necip Fazıl’ın “Bizim zamanımızda küfürden bir buzdağı vardı. Titreyen nefeslerimizle bu küfürden buzdağını erittik. Şimdi ise geç geçebilirsen çamurdan!” ifâdesi, tarihî bir gerçeği tespit etmektedir. Erittiği buzdağının çamurundan yeni bir nesil var ve bugün Türkiye’yi onlar yönetiyorlar.

Üstad Necip Fazıl’ın “Bir tesirim varsa eğer, ya budalaca coşturuyor ya da kusturuyor!” sözü, vefâtından sonra da tecellî zemini buluyor. Üstadın “Cehil taarruzu” dediği ve “En ulvî tecrit ve mânâlandırmalara en süflî teşhis ve maksatlandırmalar musallattır!” sözünü hatırlamanın tam zamanı!

1940’lı yıllardan günümüze kadar bütün nesillerin îman, tarih, dil ve ahlâk şuurlarının oluşmasında, fikir genlerinde emeği bulunan Üstadı anlatmalı veya onun başta tarih olmak üzere hayatın her alanına dair tespitleri bir bir ortaya konulmalı.

Üstad Necip Fazıl 82 yıl önce (1 Mayıs 1939) “Ben Buyum” başlıklı yazısında, “Bu devirde eline kalem almak cesâretini gösteren her insan, yapacağı en beylik teşbih ve kullanacağı en ucuz nükteyi bile herkesçe malûm bir dünya görüşünün ölçülerine dayamak zorundadır” der. 1952 yılında “matbuat ağacımızın röntgeni”ne dair (16 Mayıs 1952) kaleme aldığı “Biz Neyiz?” başlıklı yazısında da, “Millî tefekkür ve tahassüs teknesinde yoğurulmuş büyük ‘entelektüel’ler yerine çeyrek münevverler, günübirlik açıkgözler, basit heves ve küçük teşebbüs adamları vardır; onları takip eden dünküler ve bugünkülerse züppelikte, sahtelikte, kışkırtıcılıkta, istismarcılıkta, riyakârlıkta, eyyamgüderlikte şehinşah rütbesindedirler” der.

Üstad Necip Fazıl’ın düşünce dünyasının olgunlaşmasında ve yol göstericiliğinde hiç şüphesiz Abdulhakim Arvasî’nin irşadı bulunmaktadır. Necip Fazıl’ı anarken onu hatırlamak, aynı zamanda bir vefâ borcudur. Ama isterseniz Efendi Hazretlerini (1860-1943) Üstadın kaleminden okuyalım:

“Sonsuzluk plânının irşat kutbu… Ferdi, Muhammedî hakîkat vârisi... Tespihin son tanesi… Benim Kurtarıcım, Müjdecim, Mürşidim, Şeyhim, Nûrum, Rûhum, Canım, Efendim, Topyekûn Hayatım! Kelimeler dize gelsin!

Onun için dize gelmiş kelimelerle ayrı bir eser yazdım: ‘O ve Ben’… Kapkaranlık dünyanın bütün kapıları kapanırken Büyük Kapı’yı bekleme nöbeti kendisine gelen, büyük büyük, kullara ve bağlılara mahsus bütün büyüklerin üst üste bindikçe yanında küçük kaldığı büyük Allah dostu…”

Sevgili Necip Fazıl gönül dostları, hiç şüphesiz Cumhuriyet döneminin en büyük kalemi ve düşünürü Üstad Necip Fazıl’dır. Kısa bir tanımlama ile şairliğiyle birlikte tiyatro, biyografi, hikâye, deneme eserlerinin yanında bir başka özelliği de müthiş bir demogoji üstadı olmasıdır. Çünkü kendisine sataşanları, bir daha konuşmamak üzere cevaplandırırdı.