Necip Fazıl

İslâmi kesim, NFK’yı Kemalizm’e karşı öfkeli, sorgulayan ve mahkûm eden hâliyle benimsemiş ve takdir etmiştir. İslâmî kesimde NFK’nın bütün eserlerinin okunmayışı da onun bu çelişkilerinin görünür olmasını engellemiştir. NFK, kendisinin 400 yıldır beklendiğini iddia etmesine karşılık, AK Parti döneminde ulaştığı itibar bakımından adının okullara, kütüphanelere, caddelere, meydanlara verilmesi hususunda başlatılan yarış ve de adına her yıl ödül törenlerinin düzenlenmesi, muhtemelen kendisinin bile hayâl edemediği bir sonuçtur.

NECİP Fazıl Kısakürek (NFK), İslâmî çevrelerde bilinen bir isimdir. O çevrelerde önemli etkisi de vardır. Ancak dışarıdan İslâmî çevrelere bakanlar belki de en çok onun adını görmekte ya da duymaktadırlar. Bunun pek çok sebebi var. Ancak bu sonuçta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da önemli payı bulunuyor. Onun hemen hemen her toplantısında NFK’dan söz etmesi ve şiirlerinden alıntılar yapması onu güncellemiş, yeni kuşakların gözüne, kulağına taşımıştır.

İstanbul Sultanahmet’te bir köşkte doğup dedesinin özel himayesinde ayrıcalıklı şartlar altında büyümüştür Necip Fazıl. Sevenleri, sayanları daha çok fakir kesimin ezilmişleridir. Buna karşılık NFK, hayatının hiçbir döneminde fakirler gibi yaşamamıştır. Hayatının önemli bir kısmını da İstanbul Erenköy’de geçirmiştir. Şair olmayı doğuştan “Allah vergisi” özel bir meziyet saymıştır. Her nasılsa bu meziyete yalnızca kendisinin sahip olduğunu bilmiştir. Çünkü beğendiği hiçbir şair yoktur.

Meselâ Mehmet Akif’i hiç beğenmediği gibi şair bile saymamıştır. Kendine göre önemsizliğini anlatmak için Akif’i Hazreti Muhammed dönemi şairlerinden Hasan Bin Sabit ile karşılaştırmıştır. Benzeri bir karşılaştırmanın kendisi ile Hasan Bin Sabit gibiler arasında yapılması hâlinde hangi öneme sahip olabileceği sorusu ile ilgilenmemiştir. “Akif’in şair bile olmadığı” vurgusu ile kendince önemsizliğini belirtmiştir.

“Edebiyat Mahkemeleri” ve “Tanrı Kulundan Dinlediklerim” adlı kitaplarında, hatta verdiği konferanslarından oluşan “Konuşmalar” adlı kitabında Akif’i yargılamış, “basit bir hikâyeci, mersiyeci” gibi bir üslûbundan söz etmiştir.

Necip Fazıl, sahip olduğu İslâm anlayışı dışındaki hemen türlü İslâmî görüşü/tercihi mahkûm ettiğini “Doğru Yolun Sapık Kolları” adlı kitabında göstermiştir. Afgani-Abduh ikilisini de çok ağır şekilde mahkûm etmeye çalışarak İslâm’ı tahrif etmeye ve Batılıların hesabına çalıştıkları gibi suçlamalara yer vermiştir. Kendisinin doğuştan sahip olduğu önemden dolayı sanırım, yazdığı suçlamalar, hatta tarihî olaylar için bile kaynak göstermeyi bir tenezzül meselesi saymış olmalı ki kaynak belirtmemiştir. Doğru yolun sapık kolu olarak gördüğü akımların/anlayışların ortak özelliği olarak “tasavvuf dışında olmaları ya da tasavvufa karşı olmalarını” göstermiştir.

Dolayısı ile doğru yol NFK’nın ima ya da açıkça vurgulamaları ile tasavvuftan ibaret kalmıştır. Tasavvuf da kendi içinde çeşitlilik gösterdiğinden, “Hangi tasavvuf anlayışı doğrudur?” sorusunu önemli ölçüde “O ve Ben” adlı kitabında açıklamaya çalışmıştır. Kendisi ve şeyhi Abdülhakim Arvasî’yi, Narsisizmi hatırlatan şekilde övmüştür. Şu fâni âlemde NFK kendisi, şeyhi ve Abdülhamid Han dışında kayda değer, övülecek kimse bulamamıştır. Övülecek kimselerin böylece çok az olmasından dolayı üzüldüğünü gösteren hiçbir işaret yoktur.

“Başbuğ Velilerden 33”, “Veliler Ordusundan 333” adını verdiği kitapları ile tasavvuf alanında tanınan isimleri, itikat ilkelerini ve akıl sınırlarını yok sayan, kaynağı belirsiz hikâyelerle süslemiştir. Elbette bütün bu hikâyelerinde yalnızca Nakşibendi ekolünü överek oradan kendi şeyhine ulaşmıştır. “Kölesi olmak devletine erdiğim büyük veli” diye kendisini ve şeyhinin durumunu ifade etmiştir.

Ayrıcalıklı hayatını, ömrünün önemli bir kısmında yaşamıştır. Devlet burslusu olarak gittiği Fransa’da kendi deyimi ile “mevsimler boyunca güneş görmeden” geçirmiştir. Çünkü geceleri kumar oynayıp gündüzleri uyumuştur. Felsefe bölümünü bitiremeden yurda dönmüş, İş Bankası Genel Müdürü Celal Bayar’ın özel himmetiyle bu bankada müfettişlik yapmıştır.

***

İstiklâl Marşı’nı Kemalist çevreler hiçbir zaman beğenmemiştir. 1938’de Falih Rıfkı Atay’ın öncülük ettiği bir girişim ile değiştirmek istemişlerdir. Ancak aynı yıl CHP Genel Başkanı Kemal Paşa’nın ölmesi bu girişimi başarısız kılmıştır. NFK da “Büyük Doğu Marşı” adlı şiiriyle bu girişime katılmıştır. Şiirde yer alan “klavuz”un Kemal Paşa olduğu suçlamalarına karşılık “Klavuzun Hazreti Muhammed olduğunu” ileri sürmüştür.

1943’te şeyhi Abdülhakim Arvasî ile tanışmasını kendisi için bir milât saymıştır. Ondan önce “saatinin çalıştığını ama kendisinin avare bir kasnak gibi dolaştığını” ileri sürmüştür. Şeyhin kendisine hakikati gösterdiğini belirtmiştir. Bu tanışma vesilesiyle yazdıklarına bakılırsa Büyük Doğu Marşı’nda yer alan “klavuz” vurgusunun Hazreti Muhammed olması ihtimâli ortadan kalkmaktadır.

Abdülhamid Han’ı da şeyhinin irşadı ile tanıdığını belirtmiştir. Şeyhinden duyduklarını ve kendi bildikleri ile hayâl ettiklerini “Ulu Hakan Abdülhamid Han” adlı kitabında gözle görünür bir tez hâline getirmiştir. “Ulu Önder Atatürk” resmî görüşüne karşılık NFK’nın Ulu Hakan Abdülhamid Han tezini geliştirdiği sıkça tekrarlanmaktadır. İnandırıcılık özelliği baskın olan bu teze karşılık, yasal mevzuatın engellemelerinden dolayı kitapta “Ulu Hakan, Ulu Önder” karşılaştırması yer almamıştır.

NFK’nın yazdıkları arasında çelişkiler görülse bile zaman içinde Kemalist anlayışa muhalif bir çizgide karar kıldığı ve muhalefetinin giderek arttığı bilinmektedir.

Nakşibendiliği doğru yolun ta kendisi olarak bilmesine ve Nakşibendi şeyhlerini övmek için bütün övgü yeteneklerini seferber etmesine karşılık Şeyh Said’i “Son Devrin Din Mazlumları” adlı kitabında ağır şekilde eleştirmiştir. Nakşibendi şeyhleri için gösterdiği cömertliğini Şeyh Said için neden esirgediğini açıklamak zordur.

Tarih konularına meraklı olan ve bu konularda her zaman yazıp konuşan NFK, yazdıkları için kaynak göstermediğinden dolayı bu konu hakkındaki yazıları ve konuşmaları da bir zaman ve kâğıt israfı örneğiyle hatırlatmaktadır.

NFK, Şeyh Said ve Dersim Olayları için kitap yazmış, ancak bir tane kaynak göstermemiştir. Kendisi olayların içinde değildir. Olayların şahidi değildir. Arşiv araştırması yoktur. Bu konuları Türkiye’de demokrasiye geçildikten sonra önce Büyük Doğu dergisinde yazmış, sonra kitap hâline getirmiştir. Yazdığı hikâyelerin bazıları için “ismi bizde mahfuz zatın söylediği gibi” kaydını düşerek tarih biliminin binlerce yıldan beri yabancısı olduğu bir tarih yazma usulü geliştirmiştir.

İsmi mahfuz olan kişi de NFK’nın ölümü ile birlikte yine tarihin, bilimin dışında kalmıştır: “Doğrunun ve gerçeğin garantisi, başka bilgi ve kaynaklara ihtiyaç göstermeden yazarın bizzat kendisidir.” (Ulu Hakan Abdülhamid Han)

***

İslâmcılık tezi NFK’nın çabaları ile iki büyük kırılma ya da iki büyük değişim geçirmiştir. İlki, İslâmcılık tezinin ortaya çıktığı Birinci ve İkinci Meşrutiyet dönemlerinde tasavvuf muhalifi değildir ancak o İslâmcılık tezinde tasavvufun önemli bir yeri de yoktur. NFK ise tasavvuf dışındaki bütün İslâmî anlayışları doğru yolun sapık kolları saymış, tasavvufu İslâmcılığın temeli olarak göstermiş, tasavvufun geleneksel gücünün katkısı ile bu çabasında önemli ölçüde başarılı olmuştur. Tek parti döneminde her çeşit İslâmî akımın “Nakşibendi” adıyla etiketlenerek ezilmeye çalışılması da NFK’nın tezini tahkim etmiştir.

İslâmcılık tezi, Birinci ve İkinci Meşrutiyet dönemlerinde mutlakıyet (tek adam) yönetimine karşı meşrutiyeti, basın özgürlüğünü ve seçimleri savunmuştur. Abdülhamid Han’a şiddetle muhalefet etmiştir. Buna karşılık NFK ise Ulu Hakan Abdülhamid Han vurgusu ile İslâmcılığın bu tezini tersine çevirmede epeyce etkili olmuştur. Cumhuriyet döneminde İslâmî çevrelerde Abdülhamid Han hayatta iken sahip olmadığı itibara ve sevgiye sahip olmuştur. Kemalist anlayışın yerli yersiz bütün kötülüklerin/yanlışların kaynağı olarak Abdülhamid’i gösterme çabasına karşılık Ulu Hakan Abdülhamid Han tezinde bütün kurtarıcı uygulamaların ve iyiliklerin odağında “Abdülhamid” adı yer almıştır. Bu yüzden Cumhuriyet dönemi İslâmcılığında Abdülhamid sevgisi ve bağlılığı baskın hâle gelmiştir. Abdülhamid Han’ın tasavvufçu olması ve tasavvuf ekolüne büyük kolaylıklar sağlamış olması dikkate alındığında, NFK’nın Abdülhamid Han’a duyduğu bağlılık ve sevginin önemli bir açıklaması da bu olabilir.

NFK’nın İslâmcılık anlayışını en açık anlatan eseri, kendi deyimi ile “başeseri”, İdeolocya Örgüsü’dür. Doğrusu başeserin adında “ideolocya” teriminin olması, kendi tezleri bakımından önemli bir talihsizliktir. NFK burada ısrarla bir “İslâm inkılabı” vurgusu yapmaktadır. Tanzimat’tan beri süregelen sahte inkılaplara karşı Türkiye’nin kurtuluşu için bir İslâm inkılabı istemiştir. İdeolocya Örgüsü’nde, ordu övücülüğü olduğu gibi Türkiye dışında olup bitenlerle de ilgilenmez. İslâmcılık ve milliyetçilik iç içedir. Tarifi belli olmayan bir “Türk’ün ruh kökü” vurgusu esere hâkimdir. Hiçbir toplulukta olmayan bir ruh köküne sahip olmakla övdüğü “Türklerin tarihte kayda değer tefekkür erbabının olmadığı” vurgusu çelişkili görünse de başka bir sonucu açıklamaktadır. Çünkü NFK’nın kendisi 400 yıldan beri beklenen bir mütefekkirdir.

Görüldüğü gibi NFK’nın durumunu yalnızca Narsisizm gibi bir terimle açıklamak hayli müşküldür. Narsisizm ötesi bir durumdur bu.

İdeolocya Örgüsü’nde “Başyücelik Devleti” adını verdiği bir idarî yapıdan söz etmiştir. Daha çok yukarıdan aşağıya doğru uzanan bir tek partili diktatörlük şemasına benzemektedir. Başyücelik adına yetki kullananların yetkilerini ne zaman, nereden, niçin aldıkları belli olmadığı gibi, o yetkilerin bir sınırı ve hesabının nasıl sorulacağı da belli değildir. “İslâmî idare” diye bir diktatörlük şemasının süslenerek takdim edilmiş hâlidir bu.

NFK, duyguları ve heyecanları oldukça taşkın olan biridir. Öfkesi her zaman kabarıktır. Öfkeli, taşkın, alttan almayan hâli büyük sempati toplamıştır. Özellikle Kemalist kesime karşı üstten bakan, öfkeli, sorgulayan, iğneleyen hâli İslâmî kesimden büyük takdir toplamıştır. Özel hayatında İslâmî ilkelere dikkat etmeyişi, siyâsî çizgisindeki gelgitlere (CHP, DP, AP, MSP, MHP) sahip olmadı. 27 Mayıs’ta mağdur olmasına ve 27 Mayıs Darbesi’ni mahkûm etmesine karşılık 12 Eylül Askerî Darbesi’ni övmesi ve kurtarıcı olarak görmesi gibi çelişkileri ise ikinci plânda kalmıştır.

İslâmi kesim, NFK’yı Kemalizm’e karşı öfkeli, sorgulayan ve mahkûm eden hâliyle benimsemiş ve takdir etmiştir. İslâmî kesimde NFK’nın bütün eserlerinin okunmayışı da onun bu çelişkilerinin görünür olmasını engellemiştir. NFK, kendisinin 400 yıldır beklendiğini iddia etmesine karşılık, AK Parti döneminde ulaştığı itibar bakımından adının okullara, kütüphanelere, caddelere, meydanlara verilmesi hususunda başlatılan yarış ve de adına her yıl ödül törenlerinin düzenlenmesi, muhtemelen kendisinin bile hayâl edemediği bir sonuçtur.