
NECİP Fazıl Kısakürek (NFK),
İslâmî çevrelerde bilinen bir isimdir. O çevrelerde önemli etkisi de vardır.
Ancak dışarıdan İslâmî çevrelere bakanlar belki de en çok onun adını görmekte
ya da duymaktadırlar. Bunun pek çok sebebi var. Ancak bu sonuçta Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan’ın da önemli payı bulunuyor. Onun hemen hemen her toplantısında
NFK’dan söz etmesi ve şiirlerinden alıntılar yapması onu güncellemiş, yeni
kuşakların gözüne, kulağına taşımıştır.
İstanbul Sultanahmet’te bir köşkte doğup dedesinin özel himayesinde
ayrıcalıklı şartlar altında büyümüştür Necip Fazıl. Sevenleri, sayanları daha
çok fakir kesimin ezilmişleridir. Buna karşılık NFK, hayatının hiçbir döneminde
fakirler gibi yaşamamıştır. Hayatının önemli bir kısmını da İstanbul Erenköy’de
geçirmiştir. Şair olmayı doğuştan “Allah vergisi” özel bir meziyet saymıştır.
Her nasılsa bu meziyete yalnızca kendisinin sahip olduğunu bilmiştir. Çünkü
beğendiği hiçbir şair yoktur.
Meselâ Mehmet Akif’i hiç beğenmediği gibi şair bile saymamıştır. Kendine
göre önemsizliğini anlatmak için Akif’i Hazreti Muhammed dönemi şairlerinden
Hasan Bin Sabit ile karşılaştırmıştır. Benzeri bir karşılaştırmanın kendisi ile
Hasan Bin Sabit gibiler arasında yapılması hâlinde hangi öneme sahip
olabileceği sorusu ile ilgilenmemiştir. “Akif’in şair bile olmadığı” vurgusu
ile kendince önemsizliğini belirtmiştir.
“Edebiyat Mahkemeleri” ve “Tanrı Kulundan Dinlediklerim” adlı kitaplarında,
hatta verdiği konferanslarından oluşan “Konuşmalar” adlı kitabında Akif’i
yargılamış, “basit bir hikâyeci, mersiyeci” gibi bir üslûbundan söz etmiştir.
Necip Fazıl, sahip olduğu İslâm anlayışı dışındaki hemen türlü İslâmî
görüşü/tercihi mahkûm ettiğini “Doğru Yolun Sapık Kolları” adlı kitabında
göstermiştir. Afgani-Abduh ikilisini de çok ağır şekilde mahkûm etmeye
çalışarak İslâm’ı tahrif etmeye ve Batılıların hesabına çalıştıkları gibi
suçlamalara yer vermiştir. Kendisinin doğuştan sahip olduğu önemden dolayı
sanırım, yazdığı suçlamalar, hatta tarihî olaylar için bile kaynak göstermeyi
bir tenezzül meselesi saymış olmalı ki kaynak belirtmemiştir. Doğru yolun sapık
kolu olarak gördüğü akımların/anlayışların ortak özelliği olarak “tasavvuf
dışında olmaları ya da tasavvufa karşı olmalarını” göstermiştir.
Dolayısı ile doğru yol NFK’nın ima ya da açıkça vurgulamaları ile
tasavvuftan ibaret kalmıştır. Tasavvuf da kendi içinde çeşitlilik gösterdiğinden,
“Hangi tasavvuf anlayışı doğrudur?” sorusunu önemli ölçüde “O ve Ben” adlı
kitabında açıklamaya çalışmıştır. Kendisi ve şeyhi Abdülhakim Arvasî’yi, Narsisizmi
hatırlatan şekilde övmüştür. Şu fâni âlemde NFK kendisi, şeyhi ve Abdülhamid
Han dışında kayda değer, övülecek kimse bulamamıştır. Övülecek kimselerin
böylece çok az olmasından dolayı üzüldüğünü gösteren hiçbir işaret yoktur.
“Başbuğ Velilerden 33”, “Veliler Ordusundan 333” adını verdiği kitapları
ile tasavvuf alanında tanınan isimleri, itikat ilkelerini ve akıl sınırlarını
yok sayan, kaynağı belirsiz hikâyelerle süslemiştir. Elbette bütün bu hikâyelerinde
yalnızca Nakşibendi ekolünü överek oradan kendi şeyhine ulaşmıştır. “Kölesi
olmak devletine erdiğim büyük veli” diye kendisini ve şeyhinin durumunu ifade
etmiştir.
Ayrıcalıklı hayatını, ömrünün önemli bir kısmında yaşamıştır. Devlet
burslusu olarak gittiği Fransa’da kendi deyimi ile “mevsimler boyunca güneş
görmeden” geçirmiştir. Çünkü geceleri kumar oynayıp gündüzleri uyumuştur. Felsefe
bölümünü bitiremeden yurda dönmüş, İş Bankası Genel Müdürü Celal Bayar’ın özel
himmetiyle bu bankada müfettişlik yapmıştır.
***
İstiklâl Marşı’nı Kemalist çevreler hiçbir zaman beğenmemiştir. 1938’de
Falih Rıfkı Atay’ın öncülük ettiği bir girişim ile değiştirmek istemişlerdir.
Ancak aynı yıl CHP Genel Başkanı Kemal Paşa’nın ölmesi bu girişimi başarısız
kılmıştır. NFK da “Büyük Doğu Marşı” adlı şiiriyle bu girişime katılmıştır.
Şiirde yer alan “klavuz”un Kemal Paşa olduğu suçlamalarına karşılık “Klavuzun
Hazreti Muhammed olduğunu” ileri sürmüştür.
1943’te şeyhi Abdülhakim Arvasî ile tanışmasını kendisi için bir milât
saymıştır. Ondan önce “saatinin çalıştığını ama kendisinin avare bir kasnak
gibi dolaştığını” ileri sürmüştür. Şeyhin kendisine hakikati gösterdiğini
belirtmiştir. Bu tanışma vesilesiyle yazdıklarına bakılırsa Büyük Doğu Marşı’nda
yer alan “klavuz” vurgusunun Hazreti Muhammed olması ihtimâli ortadan
kalkmaktadır.
Abdülhamid Han’ı da şeyhinin irşadı ile tanıdığını belirtmiştir. Şeyhinden
duyduklarını ve kendi bildikleri ile hayâl ettiklerini “Ulu Hakan Abdülhamid
Han” adlı kitabında gözle görünür bir tez hâline getirmiştir. “Ulu Önder
Atatürk” resmî görüşüne karşılık NFK’nın Ulu Hakan Abdülhamid Han tezini
geliştirdiği sıkça tekrarlanmaktadır. İnandırıcılık özelliği baskın olan bu
teze karşılık, yasal mevzuatın engellemelerinden dolayı kitapta “Ulu Hakan, Ulu
Önder” karşılaştırması yer almamıştır.
NFK’nın yazdıkları arasında çelişkiler görülse bile zaman içinde Kemalist
anlayışa muhalif bir çizgide karar kıldığı ve muhalefetinin giderek arttığı
bilinmektedir.
Nakşibendiliği doğru yolun ta kendisi olarak bilmesine ve Nakşibendi
şeyhlerini övmek için bütün övgü yeteneklerini seferber etmesine karşılık Şeyh
Said’i “Son Devrin Din Mazlumları” adlı kitabında ağır şekilde eleştirmiştir.
Nakşibendi şeyhleri için gösterdiği cömertliğini Şeyh Said için neden
esirgediğini açıklamak zordur.
Tarih konularına meraklı olan ve bu konularda her zaman yazıp konuşan NFK,
yazdıkları için kaynak göstermediğinden dolayı bu konu hakkındaki yazıları ve konuşmaları
da bir zaman ve kâğıt israfı örneğiyle hatırlatmaktadır.
NFK, Şeyh Said ve Dersim Olayları için kitap yazmış, ancak bir tane kaynak
göstermemiştir. Kendisi olayların içinde değildir. Olayların şahidi değildir.
Arşiv araştırması yoktur. Bu konuları Türkiye’de demokrasiye geçildikten sonra
önce Büyük Doğu dergisinde yazmış, sonra kitap hâline getirmiştir. Yazdığı hikâyelerin
bazıları için “ismi bizde mahfuz zatın söylediği gibi” kaydını düşerek tarih
biliminin binlerce yıldan beri yabancısı olduğu bir tarih yazma usulü
geliştirmiştir.
İsmi mahfuz olan kişi de NFK’nın ölümü ile birlikte yine tarihin, bilimin
dışında kalmıştır: “Doğrunun ve gerçeğin garantisi, başka bilgi ve kaynaklara
ihtiyaç göstermeden yazarın bizzat kendisidir.” (Ulu Hakan Abdülhamid Han)
***
İslâmcılık tezi NFK’nın çabaları ile iki büyük kırılma ya da iki büyük
değişim geçirmiştir. İlki, İslâmcılık tezinin ortaya çıktığı Birinci ve İkinci
Meşrutiyet dönemlerinde tasavvuf muhalifi değildir ancak o İslâmcılık tezinde
tasavvufun önemli bir yeri de yoktur. NFK ise tasavvuf dışındaki bütün İslâmî
anlayışları doğru yolun sapık kolları saymış, tasavvufu İslâmcılığın temeli
olarak göstermiş, tasavvufun geleneksel gücünün katkısı ile bu çabasında önemli
ölçüde başarılı olmuştur. Tek parti döneminde her çeşit İslâmî akımın
“Nakşibendi” adıyla etiketlenerek ezilmeye çalışılması da NFK’nın tezini tahkim
etmiştir.
İslâmcılık tezi, Birinci ve İkinci Meşrutiyet dönemlerinde mutlakıyet (tek
adam) yönetimine karşı meşrutiyeti, basın özgürlüğünü ve seçimleri savunmuştur.
Abdülhamid Han’a şiddetle muhalefet etmiştir. Buna karşılık NFK ise Ulu Hakan
Abdülhamid Han vurgusu ile İslâmcılığın bu tezini tersine çevirmede epeyce
etkili olmuştur. Cumhuriyet döneminde İslâmî çevrelerde Abdülhamid Han hayatta
iken sahip olmadığı itibara ve sevgiye sahip olmuştur. Kemalist anlayışın yerli
yersiz bütün kötülüklerin/yanlışların kaynağı olarak Abdülhamid’i gösterme
çabasına karşılık Ulu Hakan Abdülhamid Han tezinde bütün kurtarıcı
uygulamaların ve iyiliklerin odağında “Abdülhamid” adı yer almıştır. Bu yüzden
Cumhuriyet dönemi İslâmcılığında Abdülhamid sevgisi ve bağlılığı baskın hâle
gelmiştir. Abdülhamid Han’ın tasavvufçu olması ve tasavvuf ekolüne büyük
kolaylıklar sağlamış olması dikkate alındığında, NFK’nın Abdülhamid Han’a
duyduğu bağlılık ve sevginin önemli bir açıklaması da bu olabilir.
NFK’nın İslâmcılık anlayışını en açık anlatan eseri, kendi deyimi ile
“başeseri”, İdeolocya Örgüsü’dür. Doğrusu başeserin adında “ideolocya”
teriminin olması, kendi tezleri bakımından önemli bir talihsizliktir. NFK
burada ısrarla bir “İslâm inkılabı” vurgusu yapmaktadır. Tanzimat’tan beri
süregelen sahte inkılaplara karşı Türkiye’nin kurtuluşu için bir İslâm inkılabı
istemiştir. İdeolocya Örgüsü’nde, ordu övücülüğü olduğu gibi Türkiye dışında
olup bitenlerle de ilgilenmez. İslâmcılık ve milliyetçilik iç içedir. Tarifi
belli olmayan bir “Türk’ün ruh kökü” vurgusu esere hâkimdir. Hiçbir toplulukta
olmayan bir ruh köküne sahip olmakla övdüğü “Türklerin tarihte kayda değer
tefekkür erbabının olmadığı” vurgusu çelişkili görünse de başka bir sonucu
açıklamaktadır. Çünkü NFK’nın kendisi 400 yıldan beri beklenen bir
mütefekkirdir.
Görüldüğü gibi NFK’nın durumunu yalnızca Narsisizm gibi bir terimle
açıklamak hayli müşküldür. Narsisizm ötesi bir durumdur bu.
İdeolocya Örgüsü’nde “Başyücelik Devleti” adını verdiği bir idarî yapıdan
söz etmiştir. Daha çok yukarıdan aşağıya doğru uzanan bir tek partili
diktatörlük şemasına benzemektedir. Başyücelik adına yetki kullananların
yetkilerini ne zaman, nereden, niçin aldıkları belli olmadığı gibi, o
yetkilerin bir sınırı ve hesabının nasıl sorulacağı da belli değildir. “İslâmî
idare” diye bir diktatörlük şemasının süslenerek takdim edilmiş hâlidir bu.
NFK, duyguları ve heyecanları oldukça taşkın olan biridir. Öfkesi her zaman
kabarıktır. Öfkeli, taşkın, alttan almayan hâli büyük sempati toplamıştır.
Özellikle Kemalist kesime karşı üstten bakan, öfkeli, sorgulayan, iğneleyen
hâli İslâmî kesimden büyük takdir toplamıştır. Özel hayatında İslâmî ilkelere
dikkat etmeyişi, siyâsî çizgisindeki gelgitlere (CHP, DP, AP, MSP, MHP) sahip
olmadı. 27 Mayıs’ta mağdur olmasına ve 27 Mayıs Darbesi’ni mahkûm etmesine
karşılık 12 Eylül Askerî Darbesi’ni övmesi ve kurtarıcı olarak görmesi gibi
çelişkileri ise ikinci plânda kalmıştır.
İslâmi kesim, NFK’yı Kemalizm’e karşı öfkeli, sorgulayan ve mahkûm eden hâliyle
benimsemiş ve takdir etmiştir. İslâmî kesimde NFK’nın bütün eserlerinin
okunmayışı da onun bu çelişkilerinin görünür olmasını engellemiştir. NFK,
kendisinin 400 yıldır beklendiğini iddia etmesine karşılık, AK Parti döneminde
ulaştığı itibar bakımından adının okullara, kütüphanelere, caddelere,
meydanlara verilmesi hususunda başlatılan yarış ve de adına her yıl ödül törenlerinin
düzenlenmesi, muhtemelen kendisinin bile hayâl edemediği bir sonuçtur.