
KUDÜS, bir peygamberler
şehridir. O nebîler ki, Allah’ın mübarek kıldığı bu kutsal topraklarda
yaşamışlardır. Yeryüzünde Mekke ve Medine’den sonra en mukaddes mekânlardan
sayılan Kudüs, aynı zamanda semavî dinlerin, semalara uzanan nebîlerin de bir
beldesidir.
Âdeta
her bir toprağında nebîlerden izlerin olduğu bu kutlu şehir, Hz. İbrahim’den
Hz. Musa ve Hz. Harun’a, Hz. Davut’tan Hz. Süleyman’a, Hz. Zekeriya’dan Hz.
İsa’ya ve Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Efendimiz’e (sav) kadar birçok nebîye
gönlünü açmıştır.
Nebîlerden
bahsetmişken, Hz. İbrahim’in, hanımı Hz. Sara ile Kudüs yakınlarındaki Sebu’da
yaşadığını, Hz. Lut’un gençliğini Hz. İbrahim ile bu mukaddes beldede
geçirdiğini, Hz. Musa ve Hz. Harun’un Kahire’den Kudüs’e hicret eylediğini, Hz.
Davut’un sapanıyla Calut’u öldürdükten sonra muzaffer bir asker edası ile bu
şehre girdiğini, Hz. Zekeriya’nın testerelerle burada doğrandığını ve Hz.
Yahya’nın da başının burada kesildiğini, Hz. Meryem’in Mescid-i Aksa’nın
yakınlarında itikafa çekildiğini, Hz. İsa’nın bu kutlu beldeye komşu olan
Beytüllahim’de bir mucize olarak babasız doğduğunu ve sonrasında bu kutlu
beldede insanları Hak Din’e davet ettiğini, tıpkı Efendimiz (sav) gibi bu kutlu
şehirden semalar ötesine, Rabbinin katına yükseldiğini, Peygamberimiz’in (sav)
Hicret olayından sonra on yedi ay boyunca namaz kılarken Mescid-i Aksa’yı kıble
edindiğini, ve tabiî yine Peygamberimizin Miraç yolculuğunda Burak’a binip Mekke’den
Kudüs’e, Kudüs’ten de Arş-ı Â’lâ’ya yolculuk yaptığını belirtmek de gerekir.
Nebîler
sonrasına da bakacak olursak, gerek Hz. Ömer gibi Halife dönemlerinde, gerekse
de Osmanlı gibi dönemlerde her zaman sahip çıkılmaya özen gösterilmiş bir
şehirdir Kudüs. 638 yılında İkinci Halife Hz. Ömer (ra) döneminde gerçekleşen
fetihle zulme son verilmiş ve adalet, şehrin her bir yerinde hüküm sürmüştür. Şehrin
fethinde oluşan manidar bir olay bile bizlere Hz. Ömer’in adaletini gönülden
hissettirir vaziyettedir.
Ebu
Ubeyde bin Cerrah komutasındaki İslâm orduları Kudüs’ü kuşatmış, şehrin âdeta
düşeceğini fark eden Patrik de bir şartla teslim olacağını ve anlaşmayı bizzat
İslâm Ordusu Emiri ile gerçekleştirmek istediğini belirtmiş. Ebu Ubeyde, “Emir
benim, buyurun şartları görüşelim” deyince, Patrik ise, “Hayır, ordu komutanına
değil, şehri bizzat Devlet Başkanınıza teslim edebilirim” diye ısrar etmiş ve
bunu haber alan Hz. Ömer de, Medine’de yerine Hz. Ali’yi vekil tayin edip yola
çıkmış.
Uzun
bir yol ve bu kutlu yolda iki gönül insanı... Biri adalet timsali Hz. Ömer,
diğeri de kölesi… Sadece bir binekleri var ve sırayla biniyorlar. Ardından da bir
tepeye ulaşıyorlar. Hz. Ömer binekte, köle yürüyor. Efendi, nöbet sırasının
bittiğini belirtmek için tekbir getiriyor. Tepe, hemen o gün, orada “Tekbir
Dağı” adını alıyor ve hâlâ bu adla anılıyor. Binme sırası kölede ama itiraz
ediyor: “Köle bineğin üzerinde, efendisi hayvanın yularını tutmuş vaziyette
şehre girmek uygun olmaz. Bu da zaferimize gölge düşürür.”
Adalet
timsali Hz. Ömer ise “Sıra seninse, senindir!” diyor. Hıristiyan halk da, şehirlerini
teslim almaya gelen Devlet Başkanını karşılamak üzere Şam Kapısı’nda
toplanıyor. Başlarında da Patrik… Halk, köleyi hayvanın üstünde görünce
saygılarını sunmak üzere önünde secdeye kapanıyor. Köle, elindeki âsâ ile
onları dürtüyor ve “Yazıklar olsun size!” diye haykırıyor, “Allah’tan başkasına
secde edilmez”.
Arkasından
halka, kendisinin köle, Devlet Başkanınınsa yuları tutan kişi olduğunu
söylüyor. Bunları duyan Patrik, hemen bir köşeye çekilip ağlamaya başlıyor. Hz.
Ömer neden ağladığını soruyor. “Saltanatı kaybettiğim için mi ağladığımı
zannediyorsunuz? Allah’a ant olsun ki, bunun için ağlamıyorum! Sırf sizin hâkimiyetinizin
sonsuza dek kesintisiz devam edeceğini anladığım için ağlıyorum. Zira zulmün
hâkimiyeti bir andır. Adaletin hâkimiyeti ise kıyamete kadardır. Ben sizi
fethedip geçen, sonra yıllar içinde kaybolup giden bir yönetim zannetmiştim” diye
cevap veriyor Patrik.
Hz.
Ömer dönemi gibi, Osmanlı döneminde de bu kutlu beldede 401 yıl adalet hüküm
sürdü. Osmanlı bu bölgede sağladığı barış ve huzur atmosferi ile ırk, dil ve
din ayrımı gözetmeksizin adaletli bir yönetim izledi. Gerek vakıflar aracılığıyla,
gerekse devlet eliyle birçok yardım bu kutlu beldeye ulaştırıldı. Kanunî Sultan
Süleyman’ın zamanında Kudüs’e 40 milyon akçe (bugünkü rayiçle yaklaşık 1
trilyon 500 milyar lira) gibi bir parayı vakfetmesi bile buralara verilen önemi
gösterir mahiyettedir. Bu yardımların dışındaysa birçok eserle de Kudüs’ü imar
ve ihya ettirmiştir.
Nebîler,
Halifeler ve ecdadımız Osmanlı döneminde her zaman sahip çıkılan bu mazlûm
diyar, ne yazık ki bugün o özlem duyduğu adalet duygusuna ve huzur atmosferine derinden
muhtaç bir durumda. Temennimiz ve duamız şudur ki, bu mukaddes şehrin artık kan
ve gözyaşı yerine huzur ve adalet ile anılması. Rabbim, mazlumların ve hakkın
yanında olacaktır. Ve er ya da geç, o beklenen adalet de tecelli edecektir!
Duamız, taşı ve toprağı nebîler kokan bu kutlu şehre; gönüller diyarı ve mazlûmlar yurdu mukaddes Kudüs’e...