Ne yazmalı ya da ne okumalıyım?

Kalemler yalnız ve yalnız “doğruyu” yazacak, hâkimler de hangi pozisyonda ve hangi mevkide olursa olsun, yalnız ve yalnız “adaleti” tesis edeceklerdir.

ANNEDEN sonra en doğurgan iki obje, kalem ve topraktır.

Bu hafta, elimizdeki kaleme bakarak bir yön tayin etmeye çalışacağız.

Kalem, hâkimin elinde tuttuğu adalet terazisi kadar hassas, bir diğer elindeki kılıç kadar da keskin olmalıdır.

Adalet ve hukuk alanında iştigal edenlerin yanı sıra ilgili bakanlık ve adliye koridorlarına yolu düşenlerle hukukçulardan kartvizit temin edenler bilirler ki, adalet dağıtan müesseselerin olmazsa olmazı, terazi ve kılıçtan oluşan figürdür.

Bilindiği üzere Themis’in sol elindeki terazi adaleti ve adaletin dengeli bir biçimde dağılmasını temsil etmektedir. 

“Terazi” figürünün en önemli detayı, her iki kefede bulunan hakkın ilgili taraflar için eşit bir şekilde değerlendirildikten sonra, delillerin adilâne şekilde mahkemeye sunulmasını sembolize etmesidir.

Bahse konu figürde Themis’in bir de sağ elinde bulunan obje dikkat çeker ve “kılıç” olarak göze ilişir. Adaletin öngördüğü, kanun ve hükümlerin gerektirdiği cezaların yerine getirilmesini, aksi durumda kılıçla “zor kullanmak” suretiyle bu görevin ifa edileceğini ifade eder.

Kılıcın her iki ucunun keskin olması ise, yine adaletin öngördüğü, kanun ve hükümlerin her iki tarafı “eşit” bir şekilde ilgilendirdiği ve gerektiğinde kesebileceğinin mesajını içerir.

Başlık “Ne Yazmalı ya da Ne Okumalıyım?” şeklinde belirlense de ardışık suallerden oluşan cümleler de kurdum: “Ne yapılmalı ya da ne yapmalıyım?” 

Bu sorulara cevap bulmazdan evvel “Neden?”, hemen akabinde ise yani bu soruya cevap bulunduktan sonra da “Nasıl yapmalıyım?” sorularına karşılık vermeye geliyor sıra.

Geçmişten günümüze sıklıkla duyduğumuz ve kulağımıza pelesenk ettiğimiz o meşhur sözü hatırlatarak yol almak istiyorum: “Kim, hangi pozisyonda olursa olsun, yaptığı işi en iyi şekilde yapmalı.” 

Bu ve buna benzer düsturları rehber edinmemiz durumunda daha az yorulacaktır muhataplarımız. Başta da adalet mekanizmasını yöneten erk sahipleri…

Bu hakikate rağmen günümüz hastalıklarından biri de eleştiri kolaycılığına kaçarak kendimizi “mükemmel” gösterme alışkanlığıdır. Her ne olursa olsun ve hangi koşulda olursa olsun, “beklenti” içine düşmeksizin, mesaimizi bizden istenenler ekseninde tam ve zamanında yapmalıyız. Bunu yaparken, bize kurulan bu ve buna benzer tuzaklarından kaçınmalıyız.

Adaletin tesis edilmesi, hak sahibinin hakkını tam ve vaktinde verdiğimiz gibi, cezaî müeyyide uygulanması gerekenlere de kanun hükümleri gecikmeksizin uygulanmalıdır.

Adaletin tam takır işlediği sistemler, dişlileri sistematik dönen çarklar gibidir ve kendinden beklenen performansı aksatmadan yerine getirirler. 

Adaletin herkes için “eşitlik” anlayışı içinde tam ve vaktinde uygulanması demek, tek tek saymak yerine “çok şey” demektir ki bu benim tercihimdir ve tercihimiz de böyle olmalıdır.

Tam da burada her şeyi devletten beklemek yerine, “Bize düşen nedir?” diyerek kendimize nasihatler mevzuunu açmalıyız. Ve o bahis sürdüğü müddetçe kar, bora, fırtına bize mani olmadan hedefe ulaşmak için daha az yorulacak, daha kestirme ve daha güvenli yollar bulmuş olacağız.

O hâlde okumak için durmaya, okumamak için de bahane üretmeye gerek kalmaksızın, “Adalet” diyoruz.

Kalemler yalnız ve yalnız “doğruyu” yazacak, hâkimler de hangi pozisyonda ve hangi mevkide olursa olsun, yalnız ve yalnız “adaleti” tesis edeceklerdir. 

Toprağın ne yapacağı merak konusu olsa da o işini bilir ve onun işine karışmadan, ama toprağı da mevsiminde karıştırmak suretiyle hangi ekinle buluşmak istiyorsak onun tohumunu toprakla buluşturmalıyız. Şimdi toprağın karnına düşenle kalemin bağrına düşen tohum müthiş bir benzerlik gösteriyor.

Toprağa düşmeden, adını biz koyalım mı?