
GEÇEN ay tüm dünyanın en çok konuştuğu konu, şüphesiz ki Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta düzenlenen NATO zirvesi oldu. Dünya medyası Vilnius’ta adeta haber kapma yarışına girdi. NATO zirvesinin en önemli maddesi de İsveç’in NATO üyeliği idi elbette.
Ve şüphesiz NATO zirvesinin başrolünde de Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan vardı. “Zirve Erdoğan’ın çevresinde döndü, haberciler zirveden çok Erdoğan’ı takip ettiler” desek yanlış söylemiş olmayız sanırım. Medyanın en fazla ilgi gösterdiği ikili görüşmeler, içinde Erdoğan’ın da bulunduğu görüşmeler oldu başından sonuna kadar.
Bugün herhangi bir Avrupa ülkesine gidip İsveç’in başbakanını sorsanız, önemli bir çoğunluktan “Bilmiyorum” cevabını alırsınız. Ancak aynı kişilere Türkiye’nin Başkanını soracak olursanız tamamına yakınından da “Erdogan” cevabını almanız kuvvetle muhtemeldir.
Erdoğan’ın bu popülerliğini sadece NATO zirvesine bağlayamayız elbette. Zirvedeki liderlerin içerisinde en kıdemli olanı Erdoğan ve 2003 tarihli 1 Mart Tezkeresinden itibaren oyun kuran, kurulmuş oyunları ve ezberleri bozan, kendisine biçilen rolü reddeden, doğru bildiği yolda eğilmeden, bükülmeden yürüyen yeni bir lider profili ile tanıştı “tek dişi kalmış canavar”.
Öyle ki, seçimlere kadar Erdoğan’ın aleyhine yapılmadık haber ve yorum bırakmayan Batı medyası bile, artık Erdoğan’ın hakkını teslim etmek zorunda kalıyor. Superman’a benzetiliyor, “NATO’nun yeni güçlü adamı” olarak sıfatlandırılıyor Erdoğan.
Alman gazetesi Bild, aylardır bu köşeden defalarca söylediğimiz cümleleri aynen kuruyor: "Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın müdâhil olmadığı küresel bir siyâsî kriz neredeyse yok. Yeryüzünde katılmadığı bir karar yok denecek kadar az. Bir şey almadığı bir anlaşma görülmüş değil.”
Devam eden mezkûr gazete, “Erdoğan, Vladimir Putin ve Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ile iyi ilişkileri olan tek liderdir. Erdoğan, İsveç’in üyelik başvurusuna ‘Evet’ yanıtı vermek için NATO’yu aylarca bekletiyor. Ayrıca, F-16 ve AB ile daha yakın bir ortaklık için söz aldı” diye ilâve ediyor.
Bild’in Erdoğan ve yeni Türkiye ile alâkalı başkaca övgülerini internetten bulabilirsiniz. Biz konumuza dönelim efendim…
Dizilerin sezon finallerini yapmalı ve liglerin de bitmesi nedeniyle biz de ziyadesiyle aşırı dozda NATO yayınına maruz kaldık ve kendimizce birtakım notlar aldık. Zirve hakkında sık sorulan sorulara kendimce verdiğim cevapları paylaşmak isterim müsaadelerinizle.
Erdoğan, Türkiye’nin Başkanı seçildi yeniden. İsveç’in NATO üyeliği konusunda Türkiye ile anlaşmaktan başka çaresi kalmadı. Zira Türkiye bir NATO ülkesi ve Türkiye veto hakkını kullanarak İsveç’i kapıda bekletiyor.
1. İsveç nire, Türkiye nire? Ve bize ne İsveç’ten?
İsveç, İskandinavya yarımadasında Norveç ile Finlandiya’nın arasında kalmış zengin bir Baltık ülkesi. Batısındaki Norveç 1949’dan beri bir NATO üyesi. Doğusundaki Finlandiya ise bize verdiği sözleri yerine getirerek tarafımızdan bir “Aferin” aldı ve Nisan ayında NATO’nun çiçeği burnunda en yeni üyesi oldu.
İsveç de adam olsaydı, Türkiye ve Finlandiya ile birlikte altına imza attığı üçlü mutabakata uygun hareket etseydi, şimdiye bir NATO üyesi olabilirdi. Lâkin onlar terör örgütlerine destek vermeye -en azından engel olmamaya-, çulsuz-çapsızların gösterilerine göz yummaya, sinir uçlarımıza dokunmaya devam etmeyi tercih ettiler.
Bir taraftan da Mayıs ayında yapılan Türkiye genel seçimlerini beklediler sinsice. Muhtemel bir iktidar değişikliği ile NATO’ya kolaylıkla, burunlarından kıl aldırmadan ve konforlarından taviz vermek durumda kalmadan girmeyi murat ettiler. (Neden böyle düşündüklerini aşağıda izah ediyor olacağım.)
Lâkin kazın ayağı öyle olmadı, böyle oldu. Erdoğan, Türkiye’nin Başkanı seçildi yeniden. İsveç’in NATO üyeliği konusunda Türkiye ile anlaşmaktan başka çaresi kalmadı. Zira Türkiye bir NATO ülkesi ve Türkiye veto hakkını kullanarak İsveç’i kapıda bekletiyor.
PKK/YPG’nin cirit attığı, FETÖ’nün de o ciridi tuttuğu İsveç’e Türkiye’nin onay vermesi de söz konusu olamazdı zaten. Aynı ailenin üyesi olmayı istiyorsanız, o ailenin fertlerine gerekli saygıyı göstermek ve onların hassasiyetlerine uygun hareket etmeniz gerekir. Ve Türkiye’nin de bazı hassasiyetleri var hâliyle.
2. İsveç’in NATO üyeliği neden bu kadar önemli? Kimin için önemli? NATO için mi, İsveç için mi?
Hiç “Monopoly” oyunu oynamış mıydınız? Oynamadıysanız, çocuklarınıza yahut oynamış olanlara sorabilirsiniz. Monopoly’de oyuncular, attıkları zar kadar hareket ederek oyun tahtasının etrafında dönerler. Üzerine geldikleri caddeleri satın alırlar.
Bir oyuncu diğer oyuncuya ait bir kareye gelirse ceza (yahut kira bedeli) ödemesi yapar. Şayet yan yana bulunan benzer renkli kareleri alıp parselleri birleştirebilirseniz buraya otel yapma hakkınız olur. Rakip oyuncu buraya düşecek olursa da ceza (yahut kira bedeli) çok daha ağır olur.
Sanırım ABD dünyayı bir Monopoly tahtası olarak görüyor. Norveç ve Finlandiya arasındaki İsveç’i de NATO’ya alırsa parselleri birleştirip otel kurmayı plânlıyor. İsveç de muhtemelen bir Ukrayna olmaktan, Rusya’nın tepesine çökmesinden korkuyor olmalı. Ancak bu korkunun ne derece haklı bir korku olduğu tartışma konusu. Zira Rusya ile İsveç arasında bir başka NATO ülkesi olan Finlandiya var.
Kimisi örümcekten korkar, kimisi arıdan, kimisi de pamuk gibi kediden. Zevkler ve renklerle birlikte korkular da tartışılmaz. Herkesin korkusu kendine, bize saygı duymak düşer.
İsveç’in korkusu mu büyük, ABD’nin “otel kurma” arzusu mu, bilemiyorum, ama bu iki duygu birbirini çekiyor olmalı. Gençler birbirini tanımışlar, sevmişler, Allah tamamına erdirsin.
Erdoğan, muhatapları için sinir bozucu bir müzakerecidir. NATO Zirvesi’nde yine yaptı yapacağını. “Biz elli senedir AB üyeliği için bekliyoruz, İsveç daha bir sene sabredemedi” diyerek masaya AB kartını sürdü. Bu çıkış ile sadece NATO ve AB’yi değil, tüm dünyayı ters köşe yaptı.
3. Erdoğan İsveç’in NATO üyeliği onay verdi mi?
“Evetimsi” bir “Hayır” ya da “hayırımsı” bir “Evet”...
Kaç gündür sadece muhalif kanat değil, Erdoğan destekçileri bile “Erdoğan’ın İsveç’in üyeliğine onay verdiğini” yazıp, çizip, söyleyerek ardından da saydırıp duruyorlar. Sanırsınız zirve bitti, şimdi de imza töreni için hazırlık yapılıyor. Üç beş güne kalmadan İsveç NATO’ya üye oluyor.
Dostlar, biraz sakin olalım lütfen! Erdoğan İsveç’e onay filan vermedi. Zaten buna tek başına yetkisi de yok. Erdoğan’ın yaptığı, profesyonel bir diplomasi hamlesi ile konuyu Meclis’e taşımak oldu sadece. Hangi Meclis’e? Tatile giren, üç ay sonra açılacak olan ve İsveç’in NATO üyeliği konusunu ne zaman gündemine alacağı şimdiden belli olmayan Meclis’e. Bilirsiniz, bizim Meclis’imiz yoğundur. Daima gündeminde önemli işler bulunur ve bu işler bir sıraya göre işler.
Hele bir yaz tatili bitsin, Meclis açılsın, önemli memleket meseleleri bir hâl yoluna konsun, acelemiz ne? Tabakhaneye sevkiyat mı yapıyoruz? Hay Allah, bu arada ülke yerel seçim sath-ı mahalline mi giriyor yoksa? Neyse, seçimden sonra bakarız olmadı…
Biz sittin senedir Avrupa Birliği üyeliği için bekliyoruz, insan sabırlı olmalı biraz, öyle değil mi?
Erdoğan, topu Meclis’e atarak çok yerinde bir hamle yaptı. Böylelikle muhataplarından aldığı sözlerin yerine getirilip getirilmeyeceğini bekleyip görme şansımız olacak.
4. İsveç’ten, ABD’den yahut Avrupa’dan hangi sözleri aldık?
“İsveç, ABD ve AB’den hangi sözleri aldık?” sorusuna NATO zirvesini takip eden gazetecilerin bile cevap verebileceği kanaatinde değilim. Zira onlar biliyor olsaydı bizler de biliyor olurduk. Ve bu yazıda bu soru yer almazdı.
Liderler defalarca kapalı kapılar ardında ikili müzakerelerde bulundular ve kartlarını masaya sürdüler, birtakım notlar aldılar ve toplantı tutanakları düzenlediler. Erdoğan’ı yeterince tanıyorsam (ki böyle olduğunu düşünüyorum) bu görüşmeler sonrasında yapılan kısa ve sathî açıklamalar, buzdağının görünen kısmı mesabesindedir zannımca.
Türkiye’nin eli güçlü şekilde oturduğu bu müzakere masalarından istediklerini almadan kalkacağı kanaatinde değilim; hele o masada Erdoğan varsa. Bunu da en iyi Erdoğan’ın muhatapları bilir. İfade edilen terör örgütlerine desteğin sonlandırılması, AB üyeliği ve F-16 konusu, basına verilen birkaç oyalayıcı gündem maddesidir sadece.
Hem Türkiye, hem de İsveç tarafı, yapılan pazarlıklar ve verilen sözler konusunda ketum davranıyorsa bunun bir nedeni mutlaka vardır. Bu aşamada bilmememiz gereken konular varsa bilmememiz daha hayırlıdır.
5. Ya İsveç yine verdiği sözleri tutmazsa?
İsveç yine verdiği sözü tutmazsa, vallahi Viking gönlü bilir. Daha önce de verilmiş sözleri, üçlü mutabakat metni altına atılmış imzaları vardı. Söz uçtu ama yazı ve imza kaldı. Uçan mürekkep kullanılmadı çünkü.
Türkiye üçlü mutabakat metnindeki sözlere göre Finlandiya ve İsveç’i takip etti; kim ne yapıyor, ne yapmıyor, gördü. Finlandiya’ya onay verdi, Finler NATO’ya girdi. Ancak İsveç kapıda kaldı.
İsveç verdiği sözleri tutup tutmamakta yine özgür olacak. Biz de izleyip göreceğiz. Meclis açılana ve İsveç konusu Meclis gündemine gelene kadar ak koyun, kara koyun belli olur zaten.
Türkiye bu kez sadece İsveç’i değil, ABD ve AB’yi de izliyor olacak üstelik. O taraflarda da somut gelişmeler olmazsa Meclis’imiz özgür iradesiyle İsveç’in adaylığını oylayacak. O oylamanın ne şekilde sonuçlanacağını elimizdeki karnedeki notlar belirleyecek.
ABD’nin senatosu varsa, bizim de Meclis’imiz var. Bu arada o oylamada CHP’nin ve HDP’nin ne yönde oy vereceğini merak eden bir ben miyim acaba? AK Parti ve MHP’nin oylarının rengini, şüphesiz ki verilen sözlerin yerine getirilip getirilmeyeceği belirleyecek. Peki, CHP’nin ve HDP’nin oyları? Ben bu soruyu sormuş olayım, siz bu sorunun cevabını biraz düşünedurun bence.
6. Başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere, muhalefet durumu fena eleştiriyor, “Hani Erdoğan ‘İsveç asla NATO’ya giremez’ demişti” diyorlar
Erdoğan, böyle iddia edenlerin aksine hiçbir zaman “Ben başta olduğum sürece İsveç asla NATO’ya giremez” demedi. Erdoğan’ın dediği, sunduğumuz şartlarımızı kabul etmezse ve teröre destek vermeye devam ettiği sürece İsveç’in NATO’ya giremeyeceği yönünde idi. Şu ana kadar da öyle oldu zaten. Nitekim bir önceki bölümde de Finlandiya’nın NATO’ya girdiğini, ancak İsveç’in hâlâ kapıda beklediğini söylemiştik.
Dünden bugüne İsveç’ten beklentilerimizde bir milim bir sapma yoktur. Yine aynı şeyleri istiyoruz İsveç’ten. Bunları yaparlarsa Türkiye sözünün eri bir devlettir, gereğini yerine getirir. Yok, hâlâ terör örgütleri Stockholm caddelerinde paçavralarını sallaya sallaya dolaşır, haraç ve militan toplama devam eder, kutsal değerlerimize aykırı eylemler gerçekleştirirlerse, İsveç bir başka bahara kadar o kapıda beklemeye devam eder.
Yani İsveç’in NATO üyeliği Meclis’imizin onayından önce, kendilerinin sergileyeceği tutuma bağlı. Bekleyip göreceğiz; İsveç NATO’ya gerçekten girmek istiyor mu, istemiyor mu?
İsveç muhtemelen bir Ukrayna olmaktan, Rusya’nın tepesine çökmesinden korkuyor olmalı. Ancak bu korkunun ne derece haklı bir korku olduğu tartışma konusu. Zira Rusya ile İsveç arasında bir başka NATO ülkesi olan Finlandiya var.
7. Üçlü zirve sonrası yayınlanan mutabakat metninden ne anlamalıyız?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İsveç Başbakanı Ulf Kristersson ve NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, NATO zirvesi öncesinde bir araya geldiler ve bu görüşme sonrasında yedi maddelik bir mutabakat metni yayınlandı.
Bu metne göre NATO bünyesinde ilk kez Terörle Mücadele Özel Koordinatörlüğü kuruluyor. İsveç kendi hâline bırakılmıyor ve bu koordinatörlükte Türkiye de yer alıyor. Bu organ İsveç’i yakından takip edecek ve terörle ilgili alınan kararların uygulanıp uygulanmadığını denetleyecek.
Yarından tezi yok, İsveç, terörizmin tüm şekil ve tezahürlerine karşı sürdürdüğü (yahut sürdüreceği) mücadelenin temeli olarak bir yol haritası sunacak. YPG/PYD/PKK terör örgütleri ile FETÖ’ye en ufak destek verilmeyecek, faaliyetlerine göz yumulmayacak.
Metinde FETÖ, “Türkiye’de FETÖ olarak tanımlanan örgüt” olarak geçiyor. Yani bir bakıma NATO ve İsveç, FETÖ’yü terör örgütü olarak görmüyor. Ancak bir NATO belgesinde FETÖ’nün isminin kendisi ile mücadele edilecek bir “örgüt” olarak geçmesi de şu aşamada kazanılmış bir mevzidir. Yarın ola, hayrola!
Ayrıca Türkiye üzerindeki açık ve örtülü tüm ambargoların kaldırılması, AB’ye giriş ve vize serbestisi konusunda Türkiye’ye destek verilmesi ve Gümrük Birliği Anlaşması’nın revize edilmesi hususunda da Türkiye lehine maddeler var.
Şayet ABD, NATO ve İsveç bizden bir şey istiyorsa, bizim de karşılığında haklı taleplerimizi dile getirmenin tam zamanıdır. Türkiye de bunu yapıyor. Ne kadar ekmek, o kadar köfte yani.
8. Muhalefet, mutabakat metninde FETÖ’nün terör örgütü olarak net şekilde yazılmamasından şikâyetçi, “Neden NATO ve İsveç FETÖ’yü açık şekilde terör örgütü olarak tanımlamadı?” diye soruyor
Muhalefet kanadının bu konudaki açıklamalarına bakınca, “Dinime küfreden Müslüman olsa” sözü aklıma geliyor nedense.
Bu satırları ne zaman okursunuz bilmiyorum ama yazdığım tarih tam da 15 Temmuz. 15 Temmuz Kalkışması için “tiyatro” ve “kontrollü darbe” diyen bir kafa söylüyor bunları. Vatandaş sokağa dökülmüşken FETÖ’cü teröristlerin tanklarının arasından sıvışıp geçen, gelişmeleri güvenli bir yerde izleyen, takım elbise ve kırmızı kravat ile günün sonunda kendisine tevdi edilecek görevi bekleyen kafa bu. Kamudan KHK ile atılan FETÖ’cülere sorgusuz sualsiz görevlerini iade edeceğini seçim vaadi olarak bağıra çağıra, açık açık ve defalarca söyleyen kafa…
Yerel yönetimler için özerklik, kayyum uygulamalarının kaldırılması, Demirtaş’a özgürlük gibi epeyce sıkıntılı vaatler de bu parantez içerisine eklenebilir.
Kaldı ki, YPG/PYD, CHP’den önce NATO’nun belgelerine terör örgütü olarak girdi. Bay Kemal’e sorsanız, “YPG/PYD kendi bölgelerini savunan silahlı bir oluşum” ve hatta “YPG bize mi saldıracak?” modunda kendileri.
Seçim gününe kadar NATO’nun tüm tezlerini savunan, NATO’nun ve ABD’nin aparatı gibi görev icra eden CHP’nin bu zirve konusunda hiç yorum yapmaması daha yerinde olurdu. Seçime kadar terör örgütleri ve onların uzantıları ile açık ve aleni ortaklık kuranların bugün terör örgütlerine karşı Devlet’in âli menfaatlerini savunuyor olmaları, nasıl söylemeli, biraz komik kaçıyor.
Cumhurbaşkanlığı Seçiminde Bay Kemal’in ittifak ortaklarının kim olduğuna bakmak, Kandil’den gelen destek açıklamalarını hatırlamak yeterli olacaktır sanırım.
Dostlar, biraz sakin olalım lütfen! Erdoğan İsveç’e onay filan vermedi. Zaten buna tek başına yetkisi de yok. Erdoğan’ın yaptığı, profesyonel bir diplomasi hamlesi ile konuyu Meclis’e taşımak oldu sadece.
9. Kılıçdaroğlu, “Biden Erdoğan’ı aradı; eminim (Erdoğan) derhâl ayağa fırlayıp, esas duruşa geçip ‘Ne emrediyorsunuz?’ demiştir; sonra da Erdoğan 180 derece döndü” dedi, gerçekten böyle mi oldu?
Yine bir söz geldi aklıma: “Kişi, kendinden bilir işi.”
Eli cebindeki büyükelçiler karşısında elini önünde bağlayıp el pençe divan duran Kılıçdaroğlu, işi kendisinden biliyor sanırım. Muhtemelen kendisi aynen böyle yapardı.
Erdoğan’ın Biden ile yaptığı tüm görüşmelerindeki fotoğrafları biliyoruz. Bırakınız telefonun ucunda, Biden’in karşısında bile Erdoğan’ın en ufak falsosunu bulamazsınız. Erdoğan, karşısındaki muhatabının kim olduğu fark etmeksizin vücut dili ile üstünlüğü eline alır, gerekirse koltukta yana kaykılır, gerekirse bacak bacak üstüne atar, gerekirse de postayı koyup ceketini alır gider. Bunu Erdoğan’ı takip eden, kendisini seven sevmeyen herkes bilir.
Bay Kemal bu iddiasını dile getirmeden evvel “Eminim” de diyor. Kendisi seçimi kazanacağından da emindi. Eline Man adası ile ilgili saçma sapan belgeler verildiğinde de emindi. Katarlı öğrenciler konusunda sosyal medya mesajı atarken de emindi. Lefter’in Fenerbahçe kalecisi olduğu hususunda da ziyadesiyle emindi. Hatta 17/25 Aralık’ta FETÖ’nün servis ettiği tapeleri Meclis çatısında yayın yaparken de emindi. Bay Kemal, emin olduğu konularda “hep” yanılmasıyla ve bu yüzden birçok kez tazminat ödemesiyle meşhur bir siyasetçimizdir. O yüzden, Bay Kemal hangi konuda eminse, tersinin doğru olacağını düşünmeniz yerinde olacaktır.
Erdoğan, Biden’e bir telefonla taviz verecek bir lider olsaydı şimdiye kadar güney sınırımızda çoktan terör devleti kurulmuştu ve biz Ukrayna’nın yanında ve Rusya’nın karşısında bir cephe almıştık bile. Ne S-400’leri almış olurduk, ne de nükleer santral bu aşamaya gelmiş olurdu. Daha size onlarca örnek verebilirim.
Siz siz olun, Bay Kemal’in ipi ile kuyuya inmeyin dostlar, benden size bir kardeş tavsiyesi!
10. “Abi sen onu bunu boş ver, AB’ye girebilecek miyiz? Önümüzü açacaklar mı?”
Erdoğan, muhatapları için sinir bozucu bir müzakerecidir. NATO Zirvesi’nde yine yaptı yapacağını. “Biz elli senedir AB üyeliği için bekliyoruz, İsveç daha bir sene sabredemedi” diyerek masaya AB kartını sürdü. Bu çıkış ile sadece NATO ve AB’yi değil, tüm dünyayı ters köşe yaptı.
Sonuçta ortada bir pazarlık söz konusu ve Türkiye’nin de haklı talepleri mevcut. Bugünden “Evet, AB’ye gireceğiz” demek çok iyimser bir yaklaşım olacaktır. Ben, AB’ye girebileceğimizi düşünmüyorum. Aslına bakarsanız, girmemizin de doğru bir karar olmayacağı kanaatindeyim. AB, hâlihazırda kendi dertleri ile cedelleşen hantal bir yapıya dönüşmüş durumda.
İngiltere’nin Brexit kararı tam yerinde ve zamanında atılmış bir adımdı bence. Uzun bacaklı İngiliz AB’den çıkmışsa, mutlaka bir bildiği vardır.
Erdoğan masaya AB kartını sürdü ama günün sonunda kafasındaki mevziinin vize serbestisi olduğunu düşünüyorum. Birkaç ay sonra AB bölgesine vizesiz seyahat kararı çıkarsa bu benim için sürpriz olmayacaktır. Zira o kapalı kapılar ardında bu konunun da gündeme geldiği kanaatindeyim.
AB onların olsun, vize serbestisi bize yeterli olacaktır.
Hülâsa
Ülkeler arasında ebedî dostluk veya ebedî düşmanlık diye bir şey yoktur. Dünya savaşları boyunca Avrupa’nın tüm ülkeleri birbiri ile savaştı, milyonlarca Avrupalı öldürüldü. “Avrupa’da birbiri ile savaşmayan ülke kalmadı” desek yeridir. Ancak günün sonunda menfaatleri onları bir araya getirdi. Bizim tarihimiz de Çarlık Rusyası ile yaptığımız savaşlarla dolu. Daha düne kadar İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan ülkemizi işgal etmiş ve bölüşmüş durumdalardı.
Ne yapacağız şimdi? Hep düşman mı kalacağız? Bu savaşı sürdürecek miyiz?
Geçmişi unutmadan, düşmanlarımızın (biz onlara “müttefik” diyoruz) oyunlarına gelmeden, ülkemizin menfaatleri için mücadele edeceğiz. Yeri gelecek silahla, yeri geldiğinde de müzakere ve diplomasi yolu ile…
Yunanistan NATO’ya girerken bir toplu iğne başı bile alamayan Türkiye, şimdi masa kuruyor, masa dağıtıyor, taleplerini dikte ediyor, kendisine rağmen kurulan plânları bozuyor. Sadece bölgesinde değil, Orta Asya’dan Afrika’ya, Balkanlardan Orta Doğu’ya kadar her yerde gelişmeleri takip ediyor, müdâhil oluyor ve tarihin gidişatını şekillendiriyor. Nerede bir masa kuruluyorsa o masanın başına ilk önce Türkiye’nin koltuğu konuluyor. Türkiye bu noktaya kolay gelmedi. Buradan da kolay kolay gidecek değil!
Hülâsa, kimse “İsveç’in NATO üyeliği onaylandı, biz de bir şey alamadık” diye enseyi karartmasın. İsveç’in üyeliği henüz onaylanmış değildir. Bunu İsveç’in, ABD’nin ve AB’nin verdiği sözleri yerine getirip getirmeyeceği belirleyecektir.
Bizim için hava hoş! Erdoğan’ın dediği gibi, biz AB’nin kapısında sittin senedir bekliyoruz, İsveç de biraz bekleyiversin.
Kalınız sağlıcakla efendim…