BU hayatta
kelimelerimize hâkim olduğumuz kadar iddia sahibi olabiliriz. Kelimeler bizi bu
dünyada söz ve güç sahibi yapar; gücümüz, sözümüzün kuvvetinden gelir.
Osmanlı
devrinde, Cuma hutbelerine kılıçla çıkılırdı. Bunun sebeplerinden birisi de
kılıcın şeriatı, Kelîmetullah’ı yani İslâm dâvâsını temsil etmesiydi. Bu, güçtü.
“Excalibur”
adlı kılıç, taşa saplanmış bir kılıçtır ve bu kılıcı oradan çıkartan kişinin
ülkenin kralı, hâkimi yani sözün sahibi olacağı vurgulanmıştır. İngilizcede “word”
kelimesi “sözcük”, “sword” ise “kılıç” mânâsına gelir. Sword kelimesinin
başındaki “s” harfinin “secret” (sır) olarak kullanılanageldiği söylenir ve “sword”
kelimesinin de bu yüzden “gizli söz” mânâsına delâlet ettiği etimologlar
tarafından belirtilir. Ezcümle, söz güçtür!
Kelimelerimize
yani söylediklerimize hâkim olmak, bizi daha donanımlı, hangi sözcüğü nerede
kullanılacağımıza dair bilinç ve bilgi sahibi kılar. Açıklamak gayreti içerisinde
olacağım şekliyle, lügâtimize Arapça ve Farsçadan yerleşen ve dikkatimi
cezbeden kelimeleri yazmak gayreti içerisinde olacağım. Bu sözlerin hayatımızda
tabelâ mahiyetinde olması için duâ ederim. Gayret bizden, tevfik Allah’tan…
Sefer-der vaten: Pikniğe giderken yanımızda
buzdolabı ya da çamaşır makinesi götürmeyiz, değil mi? Babamız Âdem’den ötürü aslen
hepimiz Cennetliyiz yani kütük, Cennet’te. Dönmek nasip olur inşallah… Yani bu
dünyada bir yolculuktayız. Asıl evimiz olan Cennet’e gitmek üzere ömür yolu
üzerinde yürüyoruz. Cennet kapısının anahtarları Kitab-ı Hakîm’de ve Sünnet-i
Nebî’de yazılı; sırt çantamıza bunların dışında bir şey alırsak, Sırat köprüsünde
giderken dengemizi kaybeder, düşeriz.
Nazar-der kadem: Bir sohbette işitmiştim; başı boş
olan, gözleri havada yürür. Başı ağırsa önüne bakar zaten… Kafamızın içinde
daima düşünmek, sınav vakitlerinde kafamızda problem çözmek, otobüste giderken
bile yaptığımız ezberi tekrar etmek, bir süre günün 24 saatten daha fazla
olduğunu hissettirecektir bize. Edep, bizim en büyük fildişi ayaklarımızdandır.
Fazla şey görmemek, temiz bir kâğıt olan zihnimizi boş şeylerle doldurmamak
için iyi bir çözümdür nazar-der kadem olmak. Yani gözler ayaklarda… “Yürüdüğün,
gittiğin yere dikkat et” demektir aslında bu. Hele bu zamanlarda, şer
odaklarının bütün füzelerini üstümüze saldığı bu zamanda böyle olmak gerektir.
Hûş der-dem: Bir anlık dahi gaflet içinde
olmamak… Her nefes alışverişinde uyanık olmak… Uyurken bile uyumamak aslında.
Büyüklerin uykusu böyledir. Uyurken dahi Allah Azze ve Celle’den gafil olmamak…
Her nefesin farkında olmak, o nefesi bize kimin verdiğini bilmek ve bu tefekkür
ile yaşamak…
Dil
canlı bir varlıktır ve insanlar yani kültürler gibi birbirlerinden etkilenirler.
Yazımının ilerleyen seyrinde vereceğim örnekler beni çok hayrete düşürmüştü,
umarım sizin de dikkatinizi çeker.
Hint-Avrupa
dil ailesindeki dillere kısaca bir göz gezdirelim: İngilizce (temelde Lâtince),
İspanyolca, Hintçe, Portekizce, Rusça, Almanca, Fransızca ve Urduca... Lâtin
rakamlarının ikincisi, “di” şeklinde seslendirilir. İngilizcede ise “two”
olarak yazılır, “tu” olarak seslendirilir. Urducada “دو ” olarak yazılır, “duu”
olarak dile gelir. Farsçada ise “dü”, “iki” mânâsına geliyor. Hintçede ise “दो” şeklinde yazılan
kelime “doow” şeklinde okunur ve “iki” mânâsına geliyor. Sadece iki rakamında
dahi görebildiğimiz bu diller arası geçiş, aslında kelimelerin büyük bir mîras
ve tarih üzerine oturduğunun göstergesi olmaya yeterli olsa gerektir.
İngiltere-Hindistan
arasının yaklaşık olarak 10 bin kilometre olduğunu düşünürsek, epey ilginç bir
durum!
Yazdıklarımda
hatâlarım vardır, surç-u klavye etmiş isem affola, günahlarım da bağışlana…