Ne işimiz var Kudüs’te?

Bu sefer ne oldu da üzerine ölü toprağı serpilmiş Filistin halkı sokaklara döküldü? Bunu sadece “Zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz kalmadı” öfkesine bağlamak kolaycılık olabilir mi? Peki, Ürdün’den, Lübnan’dan, Mısır’dan Filistin sınırına yürüyen Müslümanlara ne demeli? Sizce daha önce neredeydiler? Mescid-i Aksâ’nın çevresinde toplanan Filistinliler, ellerinde Türk bayrakları ve dillerinde Türkiye’ye dair sloganlar ile direniyorlar. Bunun anlamını düşündünüz mü?

“Kudüs anadır; her dem Selahaddinlere gebe…” (K.G.)

***

HAZRETİ Muhammed’in (sav) dedesi Abdülmuttalib, Ebrehe’den el koyduğu yüz devesini geri istediğinde, Ebrehe, “Ben, Kâbe’yi yıkmak için geliyor ve bundan vazgeçmem için rica etmenizi bekliyorken, siz develerinizin derdine düşüyorsunuz, öyle mi?” diye sormuştu.

Abdülmuttalib ise, “Ben develerin sahibiyim ve onları istiyorum. Kâbe’nin sahibi Kâbe’yi koruyacaktır!” demişti.

Gerçekten de Kâbe’nin Sahibi, Harem-i Şerif’i korumuştu. Ebrehe’nin ordusundaki dev filler bir noktadan sonra ayak diremişler, Kâbe’ye yaklaşmamışlardı bile. Ebrehe’nin ordusu ise ebabil kuşları tarafından telef edilmişti.

Kâbe’nin Sahibi, muhakkak ki Mescid-i Aksâ’nın da sahibidir. Müslümanların ilk kıblesini ve Hazreti Muhammed’in (sav) miraca yükseldiği bu mukaddes mekânı da korumaya muktedirdir O.

Bunu nasıl yapacağı, Yüce Yaradan’ın takdiridir. O gün ebabiller memur edilmişti Allah’ın mekânını muhafazaya; bugünün ebabillerinden ne haber vardır?

***

Yahudiler enteresan geleneklere sahiptir, bilirsiniz.

Meselâ Cumartesi günleri arabaya binmezler, paraya dokunmazlar. Hatta Cumartesi günleri asansörleri bile çalıştırmazlar.

Uçağa bindiklerinde -korkudan da olabilir- yol boyunca sallana sallana duâ ederler, yanında oturanları uyutmazlar. “Payot” dedikleri perçemlerini uzatırlar.

Bir Yahudi, Yahudi olmayan birinden borç aldıysa, bu borcu ödemek zorunda değildir. Zaten Yahudi olmayanlara insan gözü ile de bakmazlar, hayvandan farkı yoktur onlar için.

Böyle düşündükleri için Filistinlilerin evlerine çökerken ve onları çoluk çocuk kapı dışarı bırakırken vicdanen rahatsızlık bile duymazlar.

Midye, karides ve tavşan eti yemezler.

Yahudilerin bir geleneği de, her Ramazan ayında Mescid-i Aksâ’ya ve el kadar Gazze’ye saldırmaktır. Bu Ramazan yine yaptılar.

İsrail’in Aksâ’da ve Gazze’de sergilediği azgınlık ve zulümleri burada sıralayacak değilim. Buna başlarsam bu yazıya sığmaz. Yaşanan insanlık dışı vahşeti ve zulmü zaten haber bültenlerinden takip ediyorsunuzdur.

An itibariyle Filistin’de çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 150 şehit olduğunu ve saldırıların aralıksız devam ettiğini söylemekle yetineyim. Siz bu yazıyı okuyana kadar şehit sayısının kaça yükseleceğini kestiremiyorum bile…

Maalesef medenî (!) Batı için Filistin’de yaşanan vahşet, artık haber değeri taşımıyor. Ve maalesef bizler de alıştık bu bilindik manzaralara.

Ancak bu kez İsrail’in işgal ettiği topraklarda alışkın olmadığımız şeyler yaşanıyor. İsrail’in demir kubbesi deliniyor, işgal ettikleri topraklarda hiçbir İsrailli güvende değil.

Mescid-i Aksâ yanarken dans eden Yahudilerin günlerinin önemli kısmı şu sıralar sığınaklarda geçiyor. İşgal altındaki tüm şehirlerde sirenler aralıksız çalıyor. Sokağa çıkma yasaklarını ve izinlerini El-Kassam Tugayları belirliyor.

Şehirlerdeki Müslümanlar ayaklanmış ve sokaklara dökülmüş durumda. İşgal altındaki Batı Şeria, Şufat, Aşdod, Aşkelon, Nablus, Beerşeba, Cenin, Beyt Lahiya, Tul Karam, Baka el-Garbiye, Yafa, Lod gibi şehirlerde sokak hâkimiyeti Filistinlilere geçiyor.

Son sistem askerî teçhizatlarına ve silahlarına rağmen İsrail askeri çaresiz.

İsrail’in enerji santralleri, petrol tankları, boru hatları alev alev yanıyor.

Ülkeden kaçmaya çalışan Yahudiler, Ben Gurion Havaalanı’nda izdiham meydana getirmiş vaziyetteler.

Ayrıca Ürdün, Lübnan ve Mısırlı Müslümanlar da akın akın Filistin sınırına dayanıyorlar.

El-Kassam Tugayları, Tel Aviv’i altı ay boyunca aralıksız vurabilecek mühimmata sahip olduklarını ve ateşkese yanaşmayacaklarını açıklıyorlar.

Filistin topraklarında İsrail için oyunun kuralları can sıkıcı şekilde değişmiş durumda.

Güya Filistinlileri korumak üzere defaatle bölgeye gelmiş ve hatta İsrail tarafından vurulmuş olan Birleşmiş Milletler Barış Gücü, yakında hâmisi oldukları İsrail için yine gelirlerse sürpriz olmasın.

Peki, Filistin’de ne değişti bu sefer ve bu sefer kazın ayağı öncekilerden neden farklı dersiniz?

Daha önce atılan birkaç el yapımı roket Tel Aviv’e bile ulaşamazken, şimdi yüzlercesi birden nasıl ateşlenebiliyor ve demir kubbeyi delik deşik edebiliyor?

Bunca roket ve mühimmat hangi ara, MOSSAD’dan bile habersiz nasıl bir gizlilikle tedarik ve stok edilebildi?

Demir kubbe bu roketleri nasıl engelleyemedi?

Bu sefer ne oldu da üzerine ölü toprağı serpilmiş Filistin halkı sokaklara döküldü? Bunu sadece “Zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz kalmadı” öfkesine bağlamak kolaycılık olabilir mi?

Peki, Ürdün’den, Lübnan’dan, Mısır’dan Filistin sınırına yürüyen Müslümanlara ne demeli? Sizce daha önce neredeydiler?

Mescid-i Aksâ’nın çevresinde toplanan Filistinliler, ellerinde Türk bayrakları ve dillerinde Türkiye’ye dair sloganlar ile direniyorlar. Bunun anlamını düşündünüz mü?

Filistin’de bir şeyler değişiyor. Ve bu direniş, Allah’ın izni ile yeni bir kırılmaya ve kıyama işaret ediyor.

Ne işimiz var Suriye’de, Libya’da, Akdeniz’de, Karabağ’da?” diyen tayfa, henüz “Ne işimiz var Filistin’de?” dememişse, neler olup bittiğini henüz kavrayamamış olduklarındandır.

Bundan şikâyetçi olduğumu düşünmeyiniz. Aksi durumda bu yazının konusu Mescid-i Aksâ’nın, Kudüs’ün önemini ve bölgedeki tarihî sorumluluklarımızı anlatmak üzerine olabilirdi.

İşler -biiznillah- biraz yoluna girsin, onlara “eski bir kart atarım Mekke ya da Kudüs’ten”…

Elimize mi yapışacak?

Kalınız sağlıcakla efendim.