“NE işimiz var
Akdeniz’de?”… Elbette bu soruyu sormuyorlar, soramıyorlar. En azından şimdilik…
Henüz
bu soru cümlesini kurmamışlarsa, tepkilerden çekindikleri içindir.
Ya
da hâlihazırda Akdeniz sahillerinde denizin ve güneşin tadını çıkarmaktalar…
Lâkin
akıllarından geçirmiyorlar da değiller bu suali. Kurdukları cümlelerden
anlayabiliyoruz niyetlerini.
Akdeniz’de
gerginliği tırmandırıyormuşuz, buna gerek yokmuş…
Diplomasi
yoluyla pekâlâ çözebilirmişiz meseleleri…
Muhataplarımızla
masaya neden oturmuyormuşuz?
Akdeniz’de
yalnız kalıyormuşuz…
Savaş
mı çıksın istiyormuşuz; “Yurtta sulh, cihanda sulh”…
Falan
da filan…
Bahsettikleri
muhataplarımız kimler?
Zaten
diyalog ve iş birliği içerisinde olduğumuz için darbe ile devrilen ve şehit
edilen Mursi’nin yerine koydukları kukla, darbeci Sisi…
Tokalaşmak
için elinizi uzatsanız kolunuzu kökünden sökecek olan İsrail…
Bir
devlet olarak tanımadığımız ve asla tanımayacağımız Güney Kıbrıs Rum Kesimi…
Yüzyıllardır
kardeşçe (!) yaşayageldiğimiz “komşi” Yunanistan…
Yunanistan’ı
piyon gibi iki kare öne sürüp karşı hamlemizi görmek isteyen Fransa, Almanya, İtalya,
velhasıl AB’nin ta kendisi…
Yıllardır
PKK’yı, PYD’yi, YPG’yi, FETÖ’yü besleyen, gözeten, koruyan, onlara lojistik
destek sağlayan müttefikimiz (!) ABD…
Ha
bir de birkaç tayyaresi ile Girit’te bekleyen, Akdeniz’e bir karış sınırı bile olmayan
körfez ülkesi Birleşik Arap Emirlikleri… Sanırım onlar da İsrail’in dostları
için ayrılan kontenjandan faydalanıp geldiler.
Bu
zevatı dinleyen de, Akdeniz bizim için dost ve müttefik kaynıyor da biz masaya
oturmuyoruz sanacak.
“Muhataplarımızla
masaya oturalım”
diye talkın verenler, konu Libya ile oturduğumuz masa ve yaptığımız deniz iş
birliği anlaşması olunca ağız dolusu çemkirecek kadar da omurgasızlar aynı
zamanda.
Yine
aynı zevat epeyce bir süredir Ege’de 18 adanın Yunanistan’a peşkeş
çekildiğinden de şekvacıdırlar bu meyanda. Bu adaların hangileri olduğunu
öğrenemedik henüz, ama olsun, kesin bir bildikleri vardır.
Öyle
ya, plajdaki cankurtaranların sahilde çektikleri emniyet şeritleri ve dubalara
kadar olan deniz neyimize yetmiyor?
Balıkçılarımız
da oraya kadar açılsınlar, oltaları öbür tarafa sallasınlar, tamamdır.
Huzur
içerisinde kızgın kumlardan serin sulara dalsak, sonra da plajda marsık gibi
kararsak, neyimize yetmiyor?
Sahilde,
ateşin başında “Akdeniz Akşamları”nı söylemek varken, jetlerin sesini dinlemek
zorunda mıyız?
Hem
denizdeki bu savaş havası, huzur bulmaya ve kafa dinlemeye gelen turistleri de
kaçırmaz mı efendim?
Karadeniz’de
üç beş metreküp gaz çıktıysa ne olmuş? Akdeniz’de gaz olup olmadığı bile belli
değil. Hem çıksa ne kadar çıkacak ki? Yaptığımız sondaj, ürküttüğümüz Yunan’a
değecek mi? Zeki Müren de bizi görecek mi?
Gaz
bulmuş olsak bile kaç yıl sonra faydalanmaya başlayacağız? Cebimize ne faydası
olacak?
Bir
de sismik arama ve sondaj gemilerine o kadar para verdik. Bunun yerine kaç
heykel yapılabilirdi, Yılmaz Özdil’in özel baskı kaç kitabı alınabilirdi,
düşünsenize!
Savaş
çıkarsa Yılmaz Özdil’in -kaçak- villası değer kaybetmez mi, Allah muhafaza!
Ekrem
İmamoğlu Cumhurbaşkanı olunca, ihtiyaç fazlası tüm sismik arama ve sondaj
gemilerimizi Yenikapı Limanı’na çekecek. Az biraz dişimizi sıkalım.
Sahi,
bu arada Muharrem, inceden bir Memleket Hareketi başlatacaktı, ne oldu,
bileniniz var mı? Biz bunlarla ilgilenirken adamceğizin başına bir şey gelmiş
olmasın sakın?
Kalınız
sağlıcakla efendim…