
SEKSEN yıl boyunca büyük dedeleriniz, dedeleriniz ve babalarınızın başına geldiği gibi bir gün sizin eviniz de hiç tanımadığınız birileri tarafından gasp edilse, onlarca yıldır ailenizle birlikte oturduğunuz evinizden bir valiz bile alamadan çıkmak zorunda kalsanız…
İte kaka iptidaî şartlarda bir mülteci kampına sürülmüş olsanız…
Bir gün tepenize bombalar yağmaya başlasa, çevrenizdeki komşularınızın evleri yerle yeksan olsa…
Meselâ tepenize broşürler atılsa, okuduğunuz kâğıtta bulunduğunuz yerlerin güvenli olmadığı, güneye gitmeniz gerektiği yazsa…
Çoluğunuzu çocuğunuzu alıp yollara koyulsanız, güvenli olduğu söylenen yerlere doğru yayan şekilde aç biilaç yola revan olsanız…
Elinizde beyaz bayraklarla güvenli olduğu söylenen bölgelere giderken yolda bombalansanız; çocuklarınız, eşiniz, komşularınız, dostlarınız gözlerinizin önünde katledilmiş olsa…
Güvenli olduğu söylenen yerlere ulaştığınızda hâlâ tepenize bombalar yağmaya devam etse…
Hatta daha da güvenlidir diye sığındığınız hastane bile bombalansa, yerle bir edilse, o hastanenin altından beş yüz ceset çıkarılmış olsa ve bu ölülerin çoğunun çocuk ve kadın olduklarını görseniz…
Camide namaz kılarken bile tepenize bombalar atılmış olsa…
Yahut annesi, babası, kardeşleri öldürülmüş, hayatta yapayalnız kalmış bir çocuğun yerinde olsanız…
Saatlerce, hatta günlerce süren fosfor yanığı ile cildi kavrulmuş, ömrü boyunca iyileşmeyecek bu yanıklarla yaşamak zorunda kalan bir çocuğun yerinde olduğunuzu düşünün meselâ…
Çocuklarını, bombalanarak yıkılan evinin altından çıkaramayan, beton blokların altında bırakan bir anne yahut baba olmuş olsanız…
Ya da çocuğunuzun vücudunun parçalarını bir poşete toplamaya çalışan bir anne, baba olsanız…
Sığındığınız hastaneden diğer yetişkin erkeklerle birlikte toplanıp, üzeriniz soyulup, sadece iç çamaşırınızla bırakılsanız, bu hâlinizle “terörist” diye teşhir edilseniz…
Yemeğe, suya, ilaca, sağlık hizmetlerine, yakıta erişimi tamamen engellenmiş bir vaziyette aylarca yaşamak zorunda kalsanız…
Kendi ülkenizde kendiniz ve kaldı ise aileniz için bir santimetrekare yer kalmamış olsa…
Seksen gün boyunca ölümün her türlüsünü, en acılarını, en zalimlerini görmüş olsanız…
Gözlerinizin önünde binlerce çocuk, kadın, masum acı şekilde katledilmiş, organları kopmuş, sağa sola savrulmuş olsa…
Velhasıl daha düne kadar iyi kötü soluk aldığınız, yaşadığınız, hatıralar serpiştirdiğiniz eviniz, mahalleniz, köyünüz, şehriniz yerle bir edilmiş, taş üstünde taş bırakılmamış olsa…
Listeyi daha da uzatabilirim ama bu kadarı yeterli. Bütün bunları yaşamış olsanız ne hissederdiniz?
İçinizdeki hâkim his ne olurdu?
Ben söyleyeyim: Öfke ve intikam.
İsrail kendince HAMAS’ı bitirmeye çalışıyor ama seksen gündür kelimenin tam anlamıyla batağa batmış durumda.
Gazze Şeridi, beceriksiz İsrail ordusunun binlerce askerine mezar oldu. Lâkin HAMAS’ın kayıpları belki yüz bile değil. Peki, kazanımları?
İsrail’i gelecek için bekleyen en büyük tehlike ise Gazze Şeridi’nde birikmiş olan o öfke ve intikam bulutudur. Seksen gün önce HAMAS’a karşı mesafeli ya da nötr bir pozisyonda bulunan bütün Gazzeliler, an itibariyle içlerinde biriken öfke ve intikam hissi ile birer HAMAS üyesi pozisyonundadır.
İsrail için, ailesinin tamamını ve geleceğe yönelik bütün ümitlerini yitirmiş bir Gazzeli kadar tehlikeli başka kim olabilir ki?
İsrail, tarihin bu en kanlı ve en vahşi sahnesinde bir “şey” başarmışsa, o da Gazze’nin tamamını HAMAS’lı yapmış olmasıdır.
Velhasıl, İsrail’in yanlış hesabı ve politikaları ve de dünyanın gözleri önünde yapmaya çalıştığı soykırım neticesinde Yahudiler için Tel Aviv de dâhil olmak üzere dünyada güvenli bir yer kalmamıştır.
Bu öfke ve intikam bulutu her bir Yahudi’yi nerede olursa olsun takip etmeye devam edecektir.
Kalınız sağlıcakla efendim.