Ne buldun?

Adımları akarcasına takip etti birbirini. Kenarda köşede unutulmuş seksekler gerçek miydi, yoksa zihni ona türlü oyunlar mı oynuyordu, ayırt edemedi. Bunun bir ihanet olduğunu düşündü. Hiçbir oyun çocuksuz kalamaz!

VAPURDAN indiği anda ayaklarını ezen kalabalığı bir çalı süpürgesiyle denize itelemeyi düşündü. Durmaksızın bir hedefe doğru koşar adım ilerleyen robotların arasından burnuna ulaşmayı başaran keskin iyot kokusunun yardımıyla bu fikirden çarçabuk kurtuldu. Seçtiği yol, kin tutmasına müsaade etmiyordu.

Avucunda sakladığı zaman, cazip fırsatlar sunmadı hiç. Erteledi nefreti ve kavgayı. Yıllar eskidikçe kavileşen yumrukları görünmez olsunlar diye dua etti her gece. Fakat alnı gitmezdi secdeye. Durmadan gökten dilerdi. Omzu düşerken sağa sola savrulmasından olacak, yanında yamacında durmazdı kimsecikler. Bir dua ediyorsa binlerce kez de sitem savururdu acizliğinden. Yalvarmayı öğrenmedi. Bir baloncunun ardı sıra ağlayıp nazlanmayı bilmediğinden, gidemezdi suyuna kimsenin.

Martı seslerinin zihninde alaşağı ettiği düşüncelerle birlikte çarpık kentleşmeye lânetler okuyarak hislerinin çapraşık yollarında ilerlemeye devam etti. Plânı, rotası ya da bir hedefi yok gibiydi. Gün geçtikçe ilâhlaşan, koca insanlığı avucunun içine hapseden intikam, onun meskenine uğramadı. Görse de tanımazdı ya, bu durum canını sıkmazdı. Çok sık açılmazdı kapısı insanlara. Biri yoksa kavga da olmazdı, elini kolunu bağlayan hınç da. Karanlıkla dövüşecek hâli yoktu.

Omuzlarını kulak memesi hizasına kadar çekip aylardır berber yüzü görmemiş saçlarını çiseleyen yağmur altında temizlediğine inanarak yoluna devam etti. “Ne aradın beyim?” diye sorsa yoldan geçenlerden biri, diyeceğini toparlayana kadar sorduğuna soracağına pişman ederdi adamı. Yadırgamazdı da. Zaten bu zamana dek kiminle kırabilmişti ki iki lâfın belini?

Elbet bulmuştu öfkesini dindirecek bir yol. Yıkık dökük bir harabe içerisinde, pencerelere yapıştırılmış gazete kâğıtlarının arasından sızan ışığa yalvarırcasına bakıyor olacaktı onu bulduğunda. Yıllardır kurtulamadığı hastalığın pençesinde bir ölü gibi yatıyor olacaktı. Medet umacaktı, aman dilenecekti kalkamadığı yerden gözleriyle. Fakat o, o an üzerine dikilmekte olan bakışların gerçekten ne denli acımasız olduğunu hiçbir zaman aklından silemediğinden, bunlara aldanmayacaktı. Yıllar evvel her gece kaldırıma oturup soğuktan tir tir titrerken bile beklemekten vazgeçmediği zamanları aklına getirecekti. Payına düşen yalnızlığını, kafasında onlarca kez kurup bozduğu kavuşmayı kaldırımlara çizerek dindirmeye çalıştığı geceleri bir an olsun unutmayacaktı. Yollar boş ve kimse karışmıyorsa, yorgunluktan bayılana kadar oynayarak aştığı günleri nasıl hiç yaşanmamış gibi yapabilirdi?

Omuzları düşük fakat son derece mağrur bir edayla döndü köşeyi. Hiç zorlanmadı. Oysa dün gece bu ânı binlerce kez kurgularken her seferinde ayağı takılmış, midesi bulanmıştı. Bu kadar cüretkâr olmayı kendine yakıştıramadı.

Adımları akarcasına takip etti birbirini. Kenarda köşede unutulmuş seksekler gerçek miydi, yoksa zihni ona türlü oyunlar mı oynuyordu, ayırt edemedi. Bunun bir ihanet olduğunu düşündü. Hiçbir oyun çocuksuz kalamaz! Hemen ötede bir an evvel akşam olsun diye defalarca tırmanıp geri indiği erik ağacını gördü. Yalnızca köklerinden ibaret kalan kadim dostunu… Dirildi kini. İntikam ya da yüzleşme, adı her neyse, en çok onun hakkıydı.

Sevilmemiş, onaylanmamış, ne yaparsa yapsın takdir edilmemiş olduğu hâlde, inadına tutunduğu hayattan alacağı vardı. Bu duruma ne kadar alışırsa alışsın, en azından kendini incitmemeyi öğrenmeliydi. Bulutları Allah sandığı günlerde göğe lânetler yağdıranları gördükçe içi soğuyordu her şeyden. Durmaksızın bir şeyleri sevmeye çalışmak mümkün değildi. Fakat denemek günah sayılmıyordu henüz, reddedilmiyordu. Bir şeylere, birilerine dair umudu gittikçe azalarak kemirmeseydi düşlerini, dost diye kucaklayabilirdi eski günlerini. Çürümeye yüz tutmuş tahtaların üstünde umutsuzca ilerlerken, zihni ona, burada olmaması gerektiğini söylüyordu. Kulaklarını tıkayıp kilidi tutmakta pek de başarılı olmayan ipi tek hamlede koparttı. Bu iş onu biraz zorlasa hemencecik vazgeçmeye hazırdı oysa…

Kapı acı bir sesle açıldı. Bir şeyleri temizledi bu gürültü. Kiri, pası ve tereddüdü… Her ne kadar karanlık olsa da her yanı saran örümcek ağlarını görmemek imkânsızdı. Kalbindeki titremenin önüne geçemeyerek devam etti. Zaten hiç beceremezdi. Zamanın darmaduman ettiği merdivenin kalıntılarının arasından tüm evin anılarıyla birlikte başına yıkılmaması duasıyla ilerledi. Fakat emindi. Bir yatak yoksa bile o buradaydı. Ölü ya da diri…