VAPURDAN indiği anda
ayaklarını ezen kalabalığı bir çalı süpürgesiyle denize itelemeyi düşündü.
Durmaksızın bir hedefe doğru koşar adım ilerleyen robotların arasından burnuna
ulaşmayı başaran keskin iyot kokusunun yardımıyla bu fikirden çarçabuk
kurtuldu. Seçtiği yol, kin tutmasına müsaade etmiyordu.
Avucunda
sakladığı zaman, cazip fırsatlar sunmadı hiç. Erteledi nefreti ve kavgayı.
Yıllar eskidikçe kavileşen yumrukları görünmez olsunlar diye dua etti her gece.
Fakat alnı gitmezdi secdeye. Durmadan gökten dilerdi. Omzu düşerken sağa sola
savrulmasından olacak, yanında yamacında durmazdı kimsecikler. Bir dua ediyorsa
binlerce kez de sitem savururdu acizliğinden. Yalvarmayı öğrenmedi. Bir
baloncunun ardı sıra ağlayıp nazlanmayı bilmediğinden, gidemezdi suyuna
kimsenin.
Martı
seslerinin zihninde alaşağı ettiği düşüncelerle birlikte çarpık kentleşmeye lânetler
okuyarak hislerinin çapraşık yollarında ilerlemeye devam etti. Plânı, rotası ya
da bir hedefi yok gibiydi. Gün geçtikçe ilâhlaşan, koca insanlığı avucunun
içine hapseden intikam, onun meskenine uğramadı. Görse de tanımazdı ya, bu
durum canını sıkmazdı. Çok sık açılmazdı kapısı insanlara. Biri yoksa kavga da
olmazdı, elini kolunu bağlayan hınç da. Karanlıkla dövüşecek hâli yoktu.
Omuzlarını
kulak memesi hizasına kadar çekip aylardır berber yüzü görmemiş saçlarını
çiseleyen yağmur altında temizlediğine inanarak yoluna devam etti. “Ne aradın
beyim?” diye sorsa yoldan geçenlerden biri, diyeceğini toparlayana kadar
sorduğuna soracağına pişman ederdi adamı. Yadırgamazdı da. Zaten bu zamana dek
kiminle kırabilmişti ki iki lâfın belini?
Elbet
bulmuştu öfkesini dindirecek bir yol. Yıkık dökük bir harabe içerisinde,
pencerelere yapıştırılmış gazete kâğıtlarının arasından sızan ışığa
yalvarırcasına bakıyor olacaktı onu bulduğunda. Yıllardır kurtulamadığı
hastalığın pençesinde bir ölü gibi yatıyor olacaktı. Medet umacaktı, aman
dilenecekti kalkamadığı yerden gözleriyle. Fakat o, o an üzerine dikilmekte
olan bakışların gerçekten ne denli acımasız olduğunu hiçbir zaman aklından
silemediğinden, bunlara aldanmayacaktı. Yıllar evvel her gece kaldırıma oturup
soğuktan tir tir titrerken bile beklemekten vazgeçmediği zamanları aklına
getirecekti. Payına düşen yalnızlığını, kafasında onlarca kez kurup bozduğu kavuşmayı
kaldırımlara çizerek dindirmeye çalıştığı geceleri bir an olsun unutmayacaktı. Yollar
boş ve kimse karışmıyorsa, yorgunluktan bayılana kadar oynayarak aştığı günleri
nasıl hiç yaşanmamış gibi yapabilirdi?
Omuzları
düşük fakat son derece mağrur bir edayla döndü köşeyi. Hiç zorlanmadı. Oysa dün
gece bu ânı binlerce kez kurgularken her seferinde ayağı takılmış, midesi
bulanmıştı. Bu kadar cüretkâr olmayı kendine yakıştıramadı.
Adımları
akarcasına takip etti birbirini. Kenarda köşede unutulmuş seksekler gerçek
miydi, yoksa zihni ona türlü oyunlar mı oynuyordu, ayırt edemedi. Bunun bir
ihanet olduğunu düşündü. Hiçbir oyun çocuksuz kalamaz! Hemen ötede bir an evvel
akşam olsun diye defalarca tırmanıp geri indiği erik ağacını gördü. Yalnızca
köklerinden ibaret kalan kadim dostunu… Dirildi kini. İntikam ya da yüzleşme,
adı her neyse, en çok onun hakkıydı.
Sevilmemiş,
onaylanmamış, ne yaparsa yapsın takdir edilmemiş olduğu hâlde, inadına
tutunduğu hayattan alacağı vardı. Bu duruma ne kadar alışırsa alışsın, en
azından kendini incitmemeyi öğrenmeliydi. Bulutları Allah sandığı günlerde göğe
lânetler yağdıranları gördükçe içi soğuyordu her şeyden. Durmaksızın bir
şeyleri sevmeye çalışmak mümkün değildi. Fakat denemek günah sayılmıyordu
henüz, reddedilmiyordu. Bir şeylere, birilerine dair umudu gittikçe azalarak
kemirmeseydi düşlerini, dost diye kucaklayabilirdi eski günlerini. Çürümeye yüz
tutmuş tahtaların üstünde umutsuzca ilerlerken, zihni ona, burada olmaması
gerektiğini söylüyordu. Kulaklarını tıkayıp kilidi tutmakta pek de başarılı
olmayan ipi tek hamlede koparttı. Bu iş onu biraz zorlasa hemencecik vazgeçmeye
hazırdı oysa…
Kapı acı bir sesle açıldı. Bir şeyleri temizledi bu gürültü. Kiri, pası ve tereddüdü… Her ne kadar karanlık olsa da her yanı saran örümcek ağlarını görmemek imkânsızdı. Kalbindeki titremenin önüne geçemeyerek devam etti. Zaten hiç beceremezdi. Zamanın darmaduman ettiği merdivenin kalıntılarının arasından tüm evin anılarıyla birlikte başına yıkılmaması duasıyla ilerledi. Fakat emindi. Bir yatak yoksa bile o buradaydı. Ölü ya da diri…