Nazar değil faiz değdi, cin değil israf çarptı

Hiç kimse size derman olamaz. Derdinizin dermanı sizde. İşin ta başından itibaren muhabbeti, sevgiyi, saygıyı, kanaati, yetinmeyi, paylaşmayı, akrabalığı, dostluğu, karşılıklı sevgi ve muhabbeti ön plâna çıkarın. İşe banka kapılarından başlarsanız, soluğu mahkeme salonlarında alırsınız!

EVLİLİĞİN arkasından daha kırkı çıkmadan ailelerde huzursuzluk, geçimsizlik, kavga, gürültü, anlaşmazlık alıp başını gidiyor. Netice ise malûm, acı son... Peki, neden?

Aşkımlar, canımlar, cicimler, bir tanemler, sevgilimler nasıl bu kadar çabuk eskiyor, yıpranıyor, tükeniyor? Tabiî ki bunun birçok sebebi var. Tek bir sebebe bağlamak doğru değil elbette. Ailedeki eğitim eksikliği, ahlâkî değerlerin yıpranması, maddiyatın ön plâna çıkması, ailelerin birbirlerini kıskanmaları, üstünlük mücadelesi, sen ben gururu, bitip tükenmek bilmeyen açgözlülük, evin bereketini kaçıran yaşam tarzı, doyumsuzluk, kanaatsizlik, tahammülsüzlük, Allah'ın koyduğu ölçüleri ayaklar altına almak gibi daha nice nedenler sayılabilir. Elbette böyle bir ortamda evlilikleri aile eğitim seminerleri ile kurtaramazsınız!

Ne kürsülerde, ne vaazlarda, ne hutbelerde bu konuları cesaret edip konuşacak âlim de kalmadı. Zaten onlar da bu ateşin içindeler. Herkes başka dünyalarda, farklı âlemlerde geziyor. Yangın daha da alevlenmiş ve her yeri yakıyor; bizim daha büyük dertlerimiz ve meselelerimiz var. Tabiî ki önce onları hâlletmek gerek ama nasıl olacaksa?

Evinde eşine, kızına, oğluna lâf geçiremeyenler, âleme nizam verme derdindeler. Oğlu ve kızıyla iki kelâm edemeyenler, bu âlemde edebiyat kesip her konuda bilmişlik taslıyorlar. Hâl böyle olunca evlerdeki ateşi göremiyoruz. Ya da kendimizi bir şeylerle meşgul edip avutuyoruz.

Değerli dostlar! Gençleri evlendirirken içine düştüğümüz en büyük hata, aşırı israf ve onları buna sürükleyerek altından kalkılmaz bir külfete ortak etmektir. Daha düğüne gelmeden, kızlarımızın söz elbisesi, nişan elbisesi, kına elbisesi, gelinlik derken erkek tarafına öyle bir yük yükleniyor ki bu yükün altından kalkmak imkânsız hâle geliyor. Arkasından görgüsüzce aşırı altın sevdası, “Falanca şunu yapmış, benim kızım kimseden geri kalamaz” saçmalığı... Eşya çılgınlığı, gösteriş merakı derken evlenecek kişinin yaptığı ilk iş bankaya koşmak oluyor. Daha Allah’ın adı ile yuvasını kurmanın ilk adımında Allah’ın lânetlediği faizin içine bulaşılmış olunuyor.

Zaten yapılan israf ile adam kendine büyük bir sermaye sağlar ama cehalet diz boyu maalesef! Bir de bakıyorsunuz, İslâm’da da, âdette de, kültürümüzde de hiç yeri olmayan kapı kesmeler, kuşak bağlamalar, eşya çıkartmalar, resim çekmeler ve daha nice saçma sapan şeylerle kızlar âdeta satılır hâle geliyorlar. Bu uygulamaların hepsi para kazanma aracı olmuş. Hani aşk, sevgi, muhabbet, akrabalık, dostluk, sevgi, saygı? Damadın canını çıkar, ondan sonra da dost olmak iste… 

Fazla zaman geçmeden, “Ne oldu bize, acaba nazar mı değdi?” sorgusu… Neyin değdiği ortada! Fakat asla nazar değil. İşin salonlardaki abartılı hâli ve oradaki durumlar, kelimelerle ifade edilemeyecek şekildeki perişanlık ise ayrı bir hezeyan. Müslüman ailelerin işledikleri haram cinayetlerine, açık saçık hâllerine hiç girmek istemiyorum. Nereden baksak tutarsızlık, nereden baksak ahmakça! Böyle bir yükün altına adam nasıl girecek?

İşin en kolay gibi görünen yolu, yine bankaya koşmak… Milyonlar, hatta daha büyük rakamlar havada uçuşuyor. Düğün telaşında fark edilmeyen bu işin acısı sonradan hissedilmeye başlanıyor. Cicim günleri geçiyor. Yavaş yavaş, “Şimdi bu kredi nasıl ödenecek?” diye kara kara düşünülmeye başlanıyor. Tabiî takıların pazarlıklarını yapan aileler de yok değil. Evlilik değil, dostluk değil, sanki ticarî anlaşma yapılıyor. İş ortamını da düşünürsek, artık yavaş yavaş evde huzursuz olmaya başlıyorlar. Derken “Şunu yaptınız, bunu ettiniz, beni dara düşürdünüz, sıkıntıya soktunuz” gibi karşılıklı tartışmalarla olaylar taraflara yansıyor. Tarafların da olaya dâhil olması ile “Senin oğlun”, “Benim kızım” derken daha işin cicim zamanları geçmeden ortam darmadağınık hâle geliyor.

Ne oğullarımıza, ne de kızlarımıza hayata ve evliliğe, eş olmaya ve paylaşmaya, sevmeye ve sabretmeye dair tek kelime etmeden, onları büyük bir yükün altına sokup evlendirecek, üstelik korkunç bir maddî yükün altına sokacak, bir de evde yalnız kalıp kavga etmelerine zemin hazırlayacak, sonra “Ne oluyor bu gençlere?” diyeceksin… Elinin körü oluyor!

Bu zemini sen hazırladın anne, baba, aile olarak. Bir meslek eğitimi en az üç yıl sürerken, sen bu koskoca yükün altına hiçbir birikimi olmayan çocukları sokarsan, elbette bu evlilik bitecek, başka bir yolu yok! Senin derdin, “Çocuklarım nasıl bir yuva kurar da huzur bulurlar?” değil, “El âlem ne der?” telaşı.

Bir de annelerin mükemmel tavsiyeleri var: “Aman kızım, kendini ezdirme!”, “Aman oğlum, sakın dizginleri gevşetme!”… Artık İspanya’da boğa arenasına mı çocukları hazırlıyoruz, yoksa toplumun temeli olan aileyi mi kuruyoruz, belli değil!

Değerli dostlar, her şeyin bir ruhu vardır. Ailenin ruhu da kanattır. Çocuklarımızın eğitim alacağı en güzel okul, anne-baba okuludur.

Anne ve babadan daha güzel, daha iyi, daha verimli öğretmen yoktur. Aile ortamı, en mükemmel eğitimin alındığı medresedir. Çocuklarınızı varlık delisi değil, geçim delisi yapın. Geçimi ve geçinmeyi bilsinler. Kanaat etmeyi, sabretmeyi öğrensinler. Bazen yokluğu tatsınlar. Mutluluğun varlıkta değil, paylaşmakta olduğunu anlasınlar. Altın, para, kredi ve de israf ederek kazanılan eşya ile huzur bulunmaz. Huzur, her türlü hayat şartını karşılıklı paylaşmak ve onlara göğüs germekle olur. Mütevazı bir hayat, ahlâk ve edep üzerine bina edilecek bir huzur ortamıyla bu mümkün.

“Aman kızım, kendini ezdirme!” demekle kızınız huzurlu olmayacaktır. “Kızım Fatıma, sen Ali’ye eş olursan, o da sana köle olur!” diyen Peygamberimiz (sav) kızına ne vermişti ki huzurun yuvası onları evi oldu acaba?

Onca külfetin altına soktuğunuz damadınıza bu zulmü yaparsanız, acısını fena çekersiniz. Evlenene, ev yapana Allah (cc) yardım eder. Ama insanlar zulmediyorlar.

Eskilerde, bazı yörelerde kızları evlendirenler başlık parası alırlardı. Bunun ne dinimizde, ne de kültürümüzde yeri var. Cahilce bir uygulama… Sonradan bu uygulama sözde kaldırıldı ama bugün daha da ağır şartlar kendiliğinden oturdu. Kızınızı satmayın, güzel bir yuva kurun! Damadınız sizin öz evladınızdır. Gelininiz sizin öz kızınızdır. Evlatlarınıza bu kötülüğü yapmayın. Allah’ın razı olmadığı yollardan yuva kuranlar asla huzur bulamazlar! Sonra “Cin mi, şeytan mı, nazar mı?” diye kapı kapı gezmeyin.

Hiç kimse size derman olamaz. Derdinizin dermanı sizde. İşin ta başından itibaren muhabbeti, sevgiyi, saygıyı, kanaati, yetinmeyi, paylaşmayı, akrabalığı, dostluğu, karşılıklı sevgi ve muhabbeti ön plâna çıkarın. İşe banka kapılarından başlarsanız, soluğu mahkeme salonlarında alırsınız!