Nas mı, Felak mı?

Meselâ Erdoğan ne yapsa seni memnun eder? Faizleri sürekli artırsa daha mı mutlu olursun? Ya da bir gün faizler sıfırlansa Erdoğan’a oy verecek misin? Senin derdin faiz maiz değil güzel kardeşim. Senin derdin memleket de değil aslında. Erdoğan gitsin de faizler isterse gecelik yüzde yedi bin beş yüz olsun 2001 krizinde olduğu gibi. Böyle bir kriz bile mutlu eder seni Erdoğan’dan “kurtulunca”.

SİZDEN iyi olmasın, güzel bir WhatsApp grubumuz var. Orada günlük meseleler hakkında yazışır, konuşuruz. Memleketi kurtarırız anlayacağınız. Memleket hep kahvehanelerde kurtarılacak değil ya…

Grubun ismi de pek havalı. Söylemeyeyim şimdi, reklâma girmesin.

Geçen hafta yine grupta mutat olarak günlük memleketi kurtarma işlerimizi ifa ederken, Hükümet’in faiz kararı geldi.

Bu kararla birlikte döviz ve altında yüzde beş seviyelerinde bir gevşeme yaşandı. Yani döviz ve altının değeri Türk lirasına göre yüzde beş değer kaybetti.

Grubumuzda bir dostumuz da, sağ olsun, biz küçük yatırımcıları düşünerek, “Şimdi tam dolar alma vaktidir. Yeniden yükselecek!” diye yazdı.

İlâhi arkadaş! Sen almazsan, ben almazsam, biz almazsak dolar neden yükselsin?

Evet, elbette sadece bizim almamızla dolar yükselmez lâkin dolar yeniden yükselecekse neden bu değirmene biz de su taşımış olalım?

Bizim alacağımız yüz doların makro ölçekte elbette kıymet-i harbiyesi yok. Ancak herkes yüzer dolar alırsa, yükselmeyecek doların bile aklına karpuz kabuğu düşmez mi?

Hem dolar yükselse senin kârın ne olacak? Velev ki parana kıydın, bin dolar aldın diyelim, dolar da yüzde on yeniden değer kazandı, kâr ettiğin iki bin lira mı seni kurtaracak?

Siz bu hesabı dilerseniz onla yahut yüzle çarpınız, yukarıdaki cümlenin ana fikri değişmeyecektir.

Değişmesi gereken bizim zihniyetimizdir; paradan para kazanma ve günü kurtarma kolaycılığı ile yarınlarımıza, çocuklarımıza, torunlarımıza yaptığımız haksızlık, hatta ihanettir.

Devletimiz uzunca bir süredir üretim, istihdam, ihracat ve büyüme temelli bir politika yürütmektedir. Onlar da bilir IMF’den gelecek sıcacık, gıcır gıcır ama borç paralar ile piyasayı rahatlatmayı.

Hatta böylesi onlar için çok daha konforlu olabilir siyâsî ikbâl açısından. Lâkin borç para ile günü kurtarmak yerine geleceği inşâ etme derdinde Hükümetimiz.

Pandemiye rağmen, asrın felâketi depremlere rağmen ve bandı daha da geriye sararsak bir çuval ihanet ve kalkışmalara rağmen ülke büyümeye, üretmeye, istihdam sahaları açmaya, ihracata devam ediyor.

Çin bu yolla Çin olabildi; üreterek ve ihraç ederek.

Biz de bu ülkenin, Türkiye’nin birer vatandaşı olarak az biraz dişimizi sıksak, az biraz sabredebilsek, ne güzel olacak!

Ama yok, biz acı reçeteye gelemiyoruz. “Kolay para kazanalım, en küçük krizi devasa fırsatlara çevirelim, günü kurtaralım” derdindeyiz.

Dolar az bir miktar başını kaldıracak, misâl yüzde beş yükselecek olsa en küçük esnaftan zincir marketlere kadar harıl harıl etiketleri değiştiriyoruz. Hem de yüzde beş artışla değil, yüzde otuz kırk bindirmelerle.

Ev sahipleri fahiş kira artışları için formül arayışlarına girişiyor. Hal esnafı ertesi gün fiyatlar düşmesin diye taptaze domatesleri, salatalıkları, biberleri fakir fukaraya dağıtmak yerine çöpe boşaltıyor.

Yaptığımız, bir halka oluşturup herkesin bir yanındakinin ayağına sıkmasından ibaret. Son kurşun dönüp dolaşıp kendi ayağımıza geliyor.

Doları da yükselten biziz, enflasyonu körükleyen de. Ah şunun farkına varabilsek!

Yaptığımız her Şark kurnazlığı, Devlet’in çizmeye çalıştığı büyük resimde küçük küçük delikler açıyor. Sonra bu delikleri yine Devlet’in kapatmasını bekliyoruz. Olmayınca da Devlet’e, Hükümet’e verip veriştiriyoruz.

Oh ne âlâ memleket!

Biz hiç dişimizi sıkmayalım, zinhar zora gelmeyelim, az buçuk sabredemeyelim, hatta Hükümet’in yapmaya gayret ettiği şeylere köstek olalım, sonra da işin ucu biraz bize dokununca feveran edelim.

Olmaz güzel kardeşim, böyle olmaz!

Emeksiz yemek, külfetsiz nimet olmaz. Bedava peyniri sadece fare kapanında bulabilirsin. Yine de sen bilirsin.

Ya böyle küçük hesaplarla güçlü bir Türkiye geleceğinin önünde takoz olmaya devam edeceksin ve bu katar sana rağmen ağır aksak ilerleyecek yahut bu yürüyüşe destek olup onu da yapamıyorsan az biraz sabredip en azından engel olmayacaksın, hep birlikte güçlü Türkiye’yi inşâ edeceğiz.

Mavi hap mı, kırmızı hap mı? Karar senin!

***

Merkez Bankası’nın faiz kararıyla birlikte alışkın olduğumuz üzere yeniden “nas” geyikleri yapılmaya başlandı.

“Nas nedir?” diye sorsan cevap veremez ama olsun, duymuş bir yerden, terennüm edip duruyor kendince. Erdoğan da nassı sizden öğrenecekti.

Bak kardeşim! Erdoğan’ın faize olan bakışını en az sen de bizim kadar biliyorsun. Erdoğan senden benden daha çok istiyor faizleri sıfırlamayı.

Lâkin faiz düşecek olsa höykürüyorsun, artsa yine höykürüyorsun. Faiz dediğimiz şey pi sabiti değildir. Gerektiğinde düşürülür, gerektiğinde de artırılır. Tüm dünyada da böyledir bu.

Faizin yüzde dört seviyesine indiğinde de biliyoruz biz seni. Gezi Parkı’nda “Tayyip istifa!” diye oturma organını zorluyordun. Hatırladın mı?

Karın ağrısı ile hastaneye giden iki hastanın birisine ilaç yazılıp gönderilir, diğeri de ameliyata alınabilir. Her karnı ağrıyana ilaç verip gönderelim ya da hepsini kesip biçelim mi yani?

Durum neyi gerektiriyorsa onu yapmak esastır.

Meselâ Erdoğan ne yapsa seni memnun eder? Faizleri sürekli artırsa daha mı mutlu olursun? Ya da bir gün faizler sıfırlansa Erdoğan’a oy verecek misin?

Senin derdin faiz maiz değil güzel kardeşim. Senin derdin memleket de değil aslında. Erdoğan gitsin de faizler isterse gecelik yüzde yedi bin beş yüz olsun 2001 krizinde olduğu gibi. Böyle bir kriz bile mutlu eder seni Erdoğan’dan “kurtulunca”.

O yüzden bana “nas”la filan gelme.

Ha, ille bana “nas” geyiği yapacaksan, en azından ve bir zahmet “nas” ne demek, öğren de gel. Terminoloji tartışması ile vakit kaybetmeyelim.

Kalınız sağlıcakla efendim…