
SONSUZLUĞA talip isek başkalaşıyor ömrümüzün menkıbesi. Değilsek,
sıradanlaşıyor güzel olan ne varsa…
Tez tükeniyor hazlar, tatlar, zamanın içinde saklı
armağanlar… Tükensin tükenmesine de, tükeniyoruz aynı zamanda.
İnsan olmaklığımızın şuurundan uzaklaşıyoruz. Ehl-i keyf
bir hercümercin içinde tatminsiz, hikmetsiz bir yolculuğun yorgunu oluyoruz.
Bu illet, sari bir hastalık hâliyle sirayet ediyor her birimize.
Büyük küçük, yaşlı genç, kadın erkek fark etmiyor. Kime hatırını sorsam “Yorgunum”
diyor. İtiraf ediyorum, kendimi de yakaladım bu ifade ile hâl beyanı yaparken.
Hâlbuki ezber etmiştim küçük yaşımda “İnnel insane lefi
husr” (Muhakkak ki insan hüsrandadır) ayet-i kerimesini.
İşitmiştim bir mütefekkirin şöyle feryat ettiğini: “Eyvah,
aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün
zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu
temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar gider.”
Ezber ettiklerimize, işitip hakikate dair hikmet
devşirdiklerimize aşinalık kesp etmenin rehaveti midir bizi böyle tükettiren,
tüketen?
Reva mıdır uçup gidecek olana gönül vermek? Değildir
elbet! Peki, nedir bu hâlimizi bize hatırlatmanın ve hatırlatılan üzerinden
şifa olanı devşirmenin çaresi?
Ah bu soruların cevabı ne de basit: Ezber bozmak!
Biliyor Cenab-ı Rabbü’l-Âlemîn bizi.
Ömürlerimizi disipline etmek için sunduğu ibadetlerle
silkelenmemize, kendimize gelmemize, kulluğumuzu ve insanlığımızı hatırlamamıza
vesile olurken, aynı zamanda yüce merhametinin ve şefkatinin izahını sunuyor
bizlere...
İşte öylesi şefkatli hatırlatmalarından ve ihtarlarından
biri olarak ikram ediliyor Ramazan-ı Şerif biz acz ve fakr içindeki kullarına!
“Kendini bilmeyen Rabbini bilmez” düsturunca önce
kendimizi bilmeyi, sonra Yaratıcısını bilip şükretmeyi ve hasılı yaratılmış
bütün nimetlerin farkına varmayı etüt ettiriyor bu mübârek ay vesilesiyle...
Evet, Ramazan-ı Şerif her yıl insan olmanın
sorumluluklarını, kul olmanın hassasiyetlerini tedris edeceğimiz bir okul
olarak sunuluyor bize.
Kamerî aylara mutabık olan bu mektebin tedrisat zamanı
farklı mevsimlere ve o mevsimlerin barındırdığı iklim şartlarına, nimetlerin
farklılıklarına şahit kılıyor ruhlarımızı.
Ömrümüz vaki olur ise, 33 yıllık periyodlarla ya bir kez
yahut iki kez aynı tedrisat önünde diz çöksün (Caşiye) istiyor kullarının.
Çöksün ki diz çöktürmesin önünde hiçbir canlıya! Çöksün
ki diz çökmesin fani olanın karşısında! Eğilmesin, bükülmesin beli rükûdan
gayri kendine benzeyenlerin huzurunda.
Caşiye ahvalinden kıyama kalktığında, dünyanın etrafında
tavaf etmek yerine dünyanın kendi etrafında tavaf eden bir nimetler ve
hikmetler manzumesi olduğunun idrakine varsın.
Her birimiz için nefislerimize diz çöktürme pratiği olan
bu mübârek ayda Rabbimizin ikram ettiği her bir nimetin tadı, kokusu, rengi,
biçimi zihnimize yeniden nakşolsun.
Hizmetimize sunulmuş enva-i çeşit nimetin şükrünü icra
edebilelim. O şükr ile ruhumuzu insan ve kul olmanın idrakiyle inşâ edebilelim.
İmsakî niyetlerimizle iftarî hikmetlere ram oldukça
tezyin olsun ömürlerimiz. Ki böylece inşâ edeceğimiz bir saray sonsuzlukta bizi
bekliyor olsun.
Rabbimiz, alışkanlıklarımızla aşinası olduğumuz ve
farkındalığımızı yitirdiğimiz her ne varsa yeniden keşfedelim istiyor. Ezber
bozmanın reçetesini sunuyor bizlere ki nanköre yazılmasın adımız!
Ramazan-ı Şerif’in eşiğinde birlikte duaya duralım
şimdiden:
“Rabbim, nefsimize ağır gelen oruç
ibadetini bize kolay kıl! Sana ihlas ile muti, bize bahşettiğin bu mübârek müfredata
muttali olmayı nasip eyle! Kalplerimizi rahmetinle şad, bizleri merhametinle irşat
eyle! Bizlere ömür mekteplerimizden hüsrana ve ziyana uğramadan, kavi
bir iman ile sonsuzluğa ilhak edebileceğimiz bir mezuniyet nasip buyur!” (Âmin.)
Ramazan-ı Şerifiniz kutlu olsun. Dualarınıza
katılmak temennisiyle, nice makbul zamanlarımız olsun…