
“EKMEĞE değer
verin, çünkü Allah da ona değer vermiştir. Kim ekmeğe değer verirse, Allah da
ona değer verir (ikramda bulunur).” (Taberâni, el-Mucemu’l-Kebir, Hadis no: 840)
***
“Nimet nedir?”
Bu soru cümlesi dile gelir gelmez, birkaç ekmek
kırıntısı düştü aklıma. Hakikatli bir iman ve huzur… Nereye baksa gözlerim,
nimet… Bakan, bakılan ve görmeyi mümkün kılan İlâhî sistemin tüm parçaları ve o
parçaları meydana getiren zerreler…
“Nimet” kavramı, beni varoluşun her bir parçasında,
kâinatın bütün atomlarında, içimde kol gezen hücrelerde, suyu meydana getiren
hidrojen ve oksijende, gökte ve yerde, usta ve histe, ne kadar isim ve sıfat
varsa hepsinde birden oturup da ömrün sonuna değin hamda öteliyor. Hepsinde
geziyorum fikrimin yollarında. Denizleri, okyanusları aşıyorum. Atmosferin
katmanlarında dolaşıyorum. Güneş’e dek gidiyorum. Güneş aydınlıyor yüzümü, “Nerede
süzülüyor?” diye soruyorum kendime. Atmosferin üçüncü katına çıkıyorum. Burada
İlâhî emirle Güneş’i insanoğlu için hazırlayan bir sisteme rastlıyorum.
Yanmayalım, donmayalım diye uğraşıyorlar. Zemini, toprağı ve yerin altındaki
madenleri kolaçan ediyorum. Yer çekimi düşüyor aklıma… Yere basan ayaklar…
Cesedi hareket ettiren ruh… Her biri fikrimde bütünleşiyor. İnsan ve insana
ahenkle iliklenmiş bir kâinat… Ve her yerde istisnasız ortak bir parça: Sevgi…
Atmosfer sevgiyle yaratılmış olmasa bu kadar çabalar
mıydı insanı yaşatmak için? İnsan sevgiyle var edilmiş olmasa sevmeyi bilir
miydi? Buğday tohumu Yaradan’ın sevgisiyle, merhametiyle bize sunulmuş olmasa
bunca kıymeti olur muydu?
Allah’tan gelen her şey nimet. Ne var ki, bütün kâinat
ve bütün bu girift sistem, bir ekmek kırıntısında özetlenmiş gibi… Tek bir
kırıntının şükrüne yetmeyecek ömürler sürüyoruz. Ve nasıl oluyorsa ekmeğin
azizliğine halel getirecek kadar düşüyoruz. Bu öyle bir düşmek ki beraberinde
bütün değerleri ayaklar altına alıyor.
Ekmek azizdir azizim! Çünkü ekmek buğdaydır, buğday
topraktır, toprak insandır, insan ayettir. Ekmek, Rabbin merhametini ve insan
elinin emeğini tasvir eder. Bir ekmek, binlerce tane demektir. Buğdayı ekmeğe
dönüştürene kadar toprak gayretle ve cömertçe çalışır, toprağa eken eller nasır
tutar, altın sarısı başaklar derilir, taneler saplardan ayrılır, değirmenlerde
öğütülür. Bunca emekle nihayet un hâline gelince usta ellerde yoğrulur,
fırınlanır, ekmek olur.
İnsana en yakın nimettir ekmek. Varlığı şatafatlı anlatılarla
el üstünde tutulmaz da yokluğu bütün yoklukları doğurur. Hiçbir şeyin azlığına
benzemez azlığı; çünkü buğday bitmeyen topraklar çorak demektir. Buğday
derilmeyen diyarlarda hıyanet vardır. Ya savaşların kanlı alayişleri toprakları
kırmızıya boyamıştır ya da yağmurun rahmeti toprağı terk etmiştir. Muhakkak bir
yerlerde birliğin kaleleri yıkılmıştır da ekmeğin tadı bile unutulmuştur. Ya
öyle bir açlık, öyle bir kıtlık vardır ki, insan ekmeği bile hatırlayamaz. Ya
öyle bir kuraklıktır ki, bir başak tanesi büyüyüp serpilemez. İşte ekmek yok
ise, insanı, milliyeti ve memleketi bir kimliğe sığdıran her şey yerle bir
olmuş demektir!
Böyle bir nimetin, böyle bir emeğin şükrü nasıl yapılır?
Dilde hamd ile elbette! Ama bu kadar değil. Hiçbir nimetin şükrü hiçbir ömre
sığmaz. Öyleyse ekmek gibi aziz bir nimetin şükrü, onu ziyan etmemektir. Ekmeğe
saygının bittiği diyarlarda bereketin huzurdan ninnileri de unutulur. Öyleyse
ekmeği el üstünde tutmalı, bir kırıntıda bin emeği görmeli, Kerîm olan Allah’ın
merhameti ve rahmeti olarak bilmeli.
Ekmek umut ve duadır.
Gitgide daralan göğüsler, bozulan fıtratlar, hiçbir
şeye yetmeyen para, mal, mülk; sağlıksız bedenler, geçimsiz insanlar;
bereketsizlik, huzursuzluk ve sevgisizlik bir ekmeğin ziyanında başlıyor,
şükürsüz ve nankörce israf edilen taneler insanı, insanlığı yerle bir ediyor.
Yerle bir olmamak için, yerde biten taneden gökten inen taneye değin
şükretmeli, kıymet bilmeli ve ziyandan kaçınmalı.
Tabiî ekmeğin şükrü için bir husus daha var ki, olmazsa olmaz: Ekmek, paylaşmaktır. Paylaşmalı!