SINIRLI
insan aklında ve sırların peşinde koşa koşa ancak zerresine nâil olan kalpte,
bir mucizevî ibâdetin lezzetine değinmek zamanıdır!
Birkaç âyet ile söze anlam
katmalı:
“Sabrederek ve namaz
kılarak (Allah’tan) yardım
dileyin. Şüphesiz namaz, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır
gelir.” (Bakara, 45)
“Ey iman edenler!
Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah
sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 153)
“Siz namaza çağırdığınız
vakit, onu alaya alıp eğlence yerine koyuyorlar. Bu, şüphesiz onların akılları
ermeyen bir toplum olmalarındandır.” (Mâide,
58)
“Ey iman edenler! İçki,
kumar, dikili taşlar, fal okları şeytan işi iğrenç şeylerdir. Bunlardan kaçının
ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içki ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin
sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz,
değil mi?” (Mâide, 90-91)
“Onlar namazlarını
vaktinde kılarlar.” (En’âm, 92)
“Kitaba sımsıkı
sarılanlara ve namazı dosdoğru kılanlara gelince, şüphesiz Biz, iyiliğe çalışan
(erdemli) kimselerin mükâfatını zayi
etmeyiz.” (A’râf, 170)
“Allah’ın mescitlerini,
ancak Allah’a ve âhiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve
Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu
bulanlardan olmaları umulur.” (Tevbe, 18)
“Mümin erkekler ve mümin
kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar.
Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte
bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve
hikmet sahibidir.” (Tevbe, 71)
“Onlar ki, namazlarında
derin saygı içindedirler.” (Müminûn, 2)
Sadece birkaç âyetle yola
çıktığımızda bile, namazın önemi ve değeri rûha nüfûz ediyor. Fakat kılmak
istediği hâlde kılamayan, namaz kılmayı istemek arzusuna erişemeyen, bu
güzelliği henüz keşfetmemiş ya da inanç eksikliği ile uzak durmayı tercih
ettiğini zanneden pek çok kişi var.
Hemen son cümleye bir
derinlik kazandırmak gerek: “Namazdan uzak durmayı tercih eden değil, tercih ettiğini
zanneden”...
Bütün ibâdetler için bu
böyledir. Bütün güzellikler ve hayırlarda insan ancak “maruz” kalabilir. Yani
hiç kimse kendi bilinciyle bir ibâdeti ya da hayrı yapmamayı tercih edemez. Ama
tercih ettiğini zanneder. Bu aslında nasipsizliktir. Fakat bir dipnota ihtiyaç
var!
İbâdet eden, namaz kılan
herkes nasipli ya da dosdoğru anlamına gelmiyor bu. Bunu elbette ben tayin
edemem. Kendimi bile belli bir mertebe ya da kategoriye koyamam. İbâdetlerim ya
da yapmaya çalıştığım hayırlı amellerle, yanlış ve günahlarımı bir matematik
hesabına tâbi tutamam. Bu hesaptan kendimi kârlı ya da zararlı çıkaramam.
Niyetimi bile kesin bir yargı hâlinde iç sesim dışında beyan edemem. Ben, bir
kul olarak, sadece gayret ederim. Gayretimin takdirini de Yaradan’a bırakırım.
İbâdet, insanın kendine
çalışmasıdır. Ne bir başkası içindir, ne de Allah’ın (cc) buna ihtiyacı vardır
(hâşâ).
İbâdet, insanı iyi insan
olmaya götüren bir yoldur. İç huzuruna ulaşmada ve Allah’ın rızâsını kazanmada
vesîledir. Bu, inancımızın bir gereği, kulluğun şükrü ve şartıdır. Fakat ibâdet
etmek ile ediyor görünmek ne kadar ince bir çizgiyse, ibâdet etmekle her
kusurunun kamufle edildiğini zannetmek de gafletin bir başka şeklidir. Bu
yüzden, tekraren ve defaatle yinelemem lâzım ki, beni ibâdetlerime yakışan
insanlığım kurtarırsa kurtarır. Beni ya da seni… Yani bizi...
Yoksa sâfî ibâdetle insan
olunmaz. Ya da çok iyi bir insan olup da “Bu bana yeter” demekle, ibâdete hiç
uğramamakla da insan ve kul olunmaz. Ve hiçbirimiz, hiçbirini kusursuz ve
mükemmel yapamayız.
Kulluk ve insanlık bir
gayret alanıdır. Biz yalnızca gayret ederiz. Takdir Hudâ’nındır.
O hâlde şimdi namazla
ilgili destek plânımı yürürlüğe koyabilirim, değil mi?
Namaz kılan herkesin
mükemmel olmadığını, kılmayan herkesin de imansız olmadığını yeteri kadar dile
getirdiğimi düşünüyorum. Sadece namaz kılmak isteyen ya da istemeyen, ama bu
satırlara denk gelen bir cânı, namazla ilgili bir kıpırdanışa davet etmek
istiyorum.
Namaz durmaktır
Daha önce de dile
getirmiştim, baktım hâlâ eskimemiş. Hâlâ anlatımda en büyük destekçim: İbâdet,
dünyanın telâşından sıyrılıp durmak ve kendini anlamaktır…
“Hiç yorulmadım” diyen var
mı? Tükenmişliği hissetmeyen var mı?
Hep bir anlamlandıramama
hâli ile kompleks duygu girdilerinin kölesiyiz. Duygular birbirleri arasında
görünmezler ama sağlam nakışlarla bağlılar. En uç duygular arasında anlık
geçişlere müsaidiz. Yoruluyor, tükeniyor ve yolu kaybediyoruz.
Tüm çıkış duygularımızı
besleyen görüşlerimiz, ideolojilerimiz, biriktirdiklerimiz ve doğumdan bugüne
gördüklerimizle bir karşıtlık mücadelesi içindeyiz. Bu sahip olduğumuz her şey,
birilerine kızmak ya da onlarla amansız kavgalara tutuşmak için birer dayanak.
Hâlbuki bu kavgaların kazananı yok, kaybedeni çok!
Nefes aldıkça bitmeyecek
şeyler var oysa! Bir yerlerde geçim mücadelesi verilecek, bir yerlerde
hastalıklar, bir yerlerde kırılan, incinen gönüller, bir yerlerde güneşi yalnız
batıranlar ve birilerine hasret yaşayanlar… Bunlar hiç beklenmedik bir şekilde
tekrar ede ede sarmalıyor ömrümüzü. Hep bir kaygı olacak içeride… Hep bir korku
bizimle yoldaş… O zaman durmalı işte!
Hiç bugüne kadar namaza
yeltenmediysen, şeytanın fısıltısı güçlüdür. Her konuda değilse de bu konuda
seni ikna etmişe benziyor. Çünkü ikna olmasaydın, bugün bütün bahanelerini bir
kenara atar ve bu huzur ikliminin lezzetine talepkâr olurdun. Şeytanın ve
nefsin bu konuda kalıplaşmış ama karışık aklımızı mağlûp edecek kadar etkili
birkaç cümlesi vardır. Ama bu cümleleri de öyle herkese söylemezler.
Bu cümleler, kişinin imanî
ve insanî yönelimlerine göre sarf edilir. Öyle ustaca kurulur ki bu cümleler,
nabza göre şerbet vermenin en bâriz örneğidirler.
Allah’ın varlığına ve
birliğine inanan ama ibâdetlere hiç uğramayan birine kurduğu cümleyle, bütün
ibâdetleri yerine getiren ama namaza tembellik edene kurduğu cümleler
farklıdır. Bir ateiste çok farklı mesnetler sunarken, namaz kılan ama
insanlığıyla kıldığı namazı hiç edene çok daha başka yerlerden saldırır. Ama
istisnasız hepimize hazır, kalıp cümleleri vardır.
Bizim, hangi cümleyle ikna
olduğumuzdan çok, esefle, ikna olmuş olmamız üzücü…
Ama o cümlelere birkaç
örnek veriyorum. Bilmediğinizden değil, bazen sözlere dökmekle aklın savunma
mekanizmasını güçlendirmek mümkün olur. Bazen insanın içten içe bildiğini bir
başkasından da duymak, o inancın ve bilginin sağlaması niteliğindedir. Her
neyse, ben birkaç tane örnek vereyim de, şeytanın ve nefsin bu lâf cambazlığına
kendimin ve bir başka cânın böyle kolay teslim olmaması için bir hareketim
olsun. “Hareket berekettir” derler hem…
Hiç namaz kılmayana,
şeytan ve nefis aşağıdaki tezleri sunar:
-Namaz kılınca uçacak mısın?
-Yatıp kalkmakla ibâdet mi olur?
-Namaz kılana kadar git, bir fakiri doyur? (Bu cidden zekice kurulmuş bir şeytan ve nefis
cümlesidir. Hemen bütün ibâdetleri bıraktırmak için kullanır. Ama büyük
kayıplara gebedir.)
-Bugüne kadar kılmadın, bir şey olmadı, bundan sonra
da kılmasan ne olur?
-Namaz kılanları da gördük!
-Bak o namaz kılıyor, ama kul hakkı da yiyor!
-Sen iyi bir insansın, namaz kılmana gerek yok!
Namaz kılmak isteyip de
kılamayana şeytan ve nefsin kompozisyonu aşağıdaki gibidir:
-Herkesin günahı var, senin de bu günahın olsun!
-Ya bir gün elbet kılarsın, acelen ne?
-Namaz kılanların zamanı bol, senin vaktin olsa sen de
yapardın!
-Allah affeder!
-Bugün de böyle geçsin, yarın muhakkak başlarsın.
Arada bir namaz kılana da
şeytanın ve nefsin mükemmel (!) saldırıları vardır:
-Hiç yapmayanlar düşünsün.
-Sen en sevdiğin işleri bile sürekli yapamıyorsun.
-Bugün de kılmayıver.
-Bugün yüzün yok secdeye varmaya!
Beş vakit namaz kılanla
uğraşmıyor mu bu nefis-şeytan ikilisi?
-Namazı bile doğru düzgün kılamıyorsun.
-Her gün kılıyorsun, bir vakitten bir şey olmaz.
-Sen o kadar namaz kıldın, duâların kabul olmadı!
-Bak, namaz kılmayanlar senden daha mutlu!
Velhasıl, şeytan ve nefis
el ele verdi mi, herkese uygun daha nice cümleler bulur ve insanın kalbine
musallat eder. Asıl kayıp, şeytanın muhatap bile almadığı durumda olmak.
“Namazı boş ver” demiyorsa şeytan, buna gerek olacak kadar yaklaşmamışız demektir.
Bir mertebe daha var
tabiî, ama uzak bize: Ne yaparsa yapsın namazdan alıkoyamayacağı insanla da
uğraşmaz meselâ…
Bu cümleleri kalbinizin ya
da aklınızın hükmettiği bir ortamda da duysanız, bilin ki bu, nefsin ve
şeytanın işi…
Nefis içten yıkmaya
çalışan bir düşman olduğundan, etkisi de zaman zaman güçlü olabiliyor. Peki, gâyemiz
yenilmemek mi? Hayır! Yenilsek de yeniden mücadele etmek için ayağa kalkmak… İşte
gâye bu!
Elbette yenileceğiz;
birimiz namaz konusunda yenilir, birimiz başka bir ibâdeti yapmak hususunda… Ama
mühim olan, tekrar tekrar mücadele etmektir bu fısıltılarla!
Namaz kılmakla ilgili bazı
müjdelerin var olduğu birkaç âyet paylaştım. Ama bu kadar değil tabiî. Hem hadîs-i
şerifler de ümit vaat eden bir şekilde namazın ehemmiyetini bildiriyorlar bize.
Bunlara ulaşmak da çok kolay. Allah’ın ne güzel müjdeleri var namaz hususunda.
Ama namazla birlikte niyet ve diğer tüm amellerimiz de önem taşıyor. Fakat
sadece bir kul gözünden, Allah’ın secdesine varanların (gönülden) tadabileceği
ve diğer bir kulun da tatmasını isteyeceği bazı güzellikler var namazda.
Bunları da kendi penceremden, hissedişimden ve naçizane iç dünyamdan bildirmek
isterim.
Niyetimi muhafaza eylesin
Rabbim, bunu yaşamayı istediğim kadar, yaşayanları görmeyi de kalpten dilerim.
·
Gün her zaman 24
saattir. Dünya’nın dönüşü ve mevsimlerin geçişi belli bir ritimle vuku bulur.
Bir gün namaz kılarsın. O 24 saatin içinde bir başka zaman yakalarsın. Zaman
öyle bir genişler ki… Bakarsın, dakikalar, saniyeler hâlâ aynı sınırda
geziniyor ama sen namazsız 24 saate sığdıramadığın güzellikleri bugün
sığdırıvermişsin.
·
Namaz kılmadan
önce fark etmediğin hatâların namazlarla birlikte kalbine dert olmaya başlar.
Sanki kendine bir ayna tutmuşsun da farkında olmadığın için düzeltmeye
yeltenemediğin bir dolu yanlış, şimdi bu sırlı camda gözlerine yansıyordur.
·
Güzellikleri
keşfe çıkartır namaz. Tabiatın, insanların, hatâlı da olsa sevdiklerinin başka
başka güzelliklerini keşfetmeye başlarsın.
·
Namaz ümittir.
Kıldıkça duâlarına kalbin de “Âmin” demeye başlar. Daha önce hiç hissetmediğin
bir eminlik duygusu kaplar içini.
·
Namazla birlikte
kalbindeki kıskançlıklardan ve kinlerden arındığını hissetmeye başlarsın.
Kıskançlıkla bir evliliği ya da bir dostluğu mahvedebilecekken, daha doğru
tercihlere yönelir kalbin.
·
Öfkelerin dindiği
bir iklimdir namaz. O abdestin verdiği serinliği hiçbir yerde bulamaz insan.
Namaz kıla kıla daha az öfke duyduğunu, hattâ diğer tüm uç duygularına daha
hâkim olduğunu keşfedersin.
·
Namaz, haram
korkusunu salar kalbe. Haramdan kaçacak bir haslete bürünürsün. Kıldığın namaz
bu kaçışta yol açar sana, yardımcı olur.
·
Yine hastalanır,
yine dertlenirsin elbette, bu imtihandır. Ama bu defa bunları karşılayış
şeklinde bir değişim vardır. Bu, senin başarın değildir, namazın hediyesidir.
·
Telâş ve fevri
tarafların törpülenir gitgide. Her şeye daha sakin, daha dingin bir pencereden
bakmaya başlamak, başa gelen ânî ve olumsuz olaylarla daha sağlam bir başa
çıkma yöntemi kazandırır.
·
Secde büyür ve
aşılmaz bir mekâna dönüşür. O secdeye vardıkça dünyaya ait olmayan bir huzurla
çarpar kalbin.
·
Namaz, zaman
yönetimidir. Günü hesap ede ede ilerlemek, iki namaz arasında insanı plânlı ve
düzenli yapar.
·
Namaz zırhtır.
İmanı korur, insanlığı muhafaza eder.
·
Namaz bedene
sıhhattir, akla zenginlik ve rûha şifâdır.
·
Beş vakit Allah’ın
huzurunda bulunmak şereftir. Bu şeref, diğer tüm zamanları da aynı şerefe lâyık
olabilmek endişeni işler kalbine…
·
Namaz kıldıkça
Allah’ı tanımaya, Peygamber’i sevmeye yaklaşır insan.
·
Kalpte dine karşı
insan eliyle meydana getirilmiş boşlukları namaz doldurur. Daha önce anlamını
bulamadığın her şeyi anlamlı kılmaya başlar.
Saymakla biter mi acaba?
Hiç sanmıyorum. Eminim bu satırları okuyan ve bu duyguları bilen dostlardan
daha nice maddeler sıralanır buraya…
Bütün bu duyguların önce
insana uğramasını beklemek, sonra ibâdete varmaksa akıl dışı! Önce, sadece
Allah’ın emri olduğundan kılarsın, sonra sonra bambaşka lezzetlere kavuşursun.
Önce zorlanırsın, şeytanla ve nefsinle başlayan bu mücadele yorar. Aklın ve
kalbin daha namazın sırlarını kabul etmemiştir ve sen, bu lezzete gidişte belki
o kadar büyük bir arzu duyamazsın. Ama sen sırf Yaratan’ın emri diye kılarsın
ve sonrasında gitgide artan bir namaz kılmak özlemine geçiş yaparsın.
Hem hadîs-i şerifte ne
güzel buyuruyor:
“Allah Teâlâ Hazretleri diyor ki, ‘Ben, kulumun Benim
hakkımda yaptığı zanna göreyim. O Beni zikretti mi, onunla beraberim. Eğer o Beni
nefsinde zikrederse, Ben de onu onunkinden daha hayırlı bir cemaat içerisinde
zikrederim. O Bana bir karış yaklaşırsa, Ben ona bir zira’ yaklaşırım; o Bana
bir zira’ yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O Bana yürüyerek gelirse, Ben
ona koşarak giderim’.” [Buhari, Tevhid 50; Müslim, Zikr 2, (2675);
Tirmizi, Da’avat 142, (3598)]
Sen sadece bir secdeye
varıyorsun, sonra Allah sana daha fazla varlığını ve varlığının huzurunu
bahşediyor.
O ilk namaza başlama
sürecinde ve onu takip eden ilk süreçte şeytanın ve nefsin ses perdesi
yüksektir. Burada sebat etmek gerekiyor. Tam da geri adım atmanın en yakın
olduğu bu yerde ısrarla ileri gitmek gerekiyor. Sonrası bir ferahlık, bir
güzellik, bir ümit ki… Sorma! Sen bu kıymetli varlığınla, Allah’ın bahşettiği
rûhun ve kalbinle sadece yaşa! İnşallah!