Nakleden değil, akleden nesil yetiştirmek

Bilim yuvaları olması gereken üniversitelerimiz dahi bilgi aktaran kurumlar olarak işlevlerini sürdürmeye devam etmektedirler. Akademik unvana sahip yüzlerce öğretim üyesi, Batı kaynaklarından birebir bilgi aktarmakla, görevlerini yerine getirdiklerini sanmaktadırlar. Yazdıkları kitaplar veya makalelerde Batılı kaynakların aktarımını yapmaktan öteye geçememektedirler.

BİLGİ, insanlığın var olduğu günden bu yana artarak gelmiş ve geçmekte olduğumuz çağa adını verecek düzeyde ilerlemiş hâlde aynı ilerlemeye devam etmekte, hızla gelişen veri birikiminin desteğiyle oluşan teknolojinin de kattığı artı değerle bilişim çağına doğru yol almaktadır.

Binlerce yılın birikimi o noktaya geldi ki, saniyelerle dahi takip edilemeyen gelişmeler ve değişim, insanoğlunun başını döndürür hıza ulaştı.

Tabiîdir, bu gelişmeler bilgi birikimine sahip olmakla birlikte, edinilen bilgiler ışığında düşünen ve düşünceleri sonucu yeni ve farklı fikirler ortaya koymaya çalışanlar sayesinde var olmaktadır. Mevcut olanı alıp, olduğu gibi nakledilmiş bilgilerle insanlığın bugünkü seviyesine ulaşması mümkün olamazdı.

Nakletmeyi, “mevcut olanı bir başkasına anlatmak, aktarmak, taşımak, iletmek, söylemek” olarak izah edebiliriz. Burada “başkasına ait olanı kullanmak ve kendinden bir şey katmamak” akla gelmektedir.

Kişi burada, bir yerlerden aldığı bilgileri başka birilerine aktarmakla “aracı” görevi görmektedir. Kişiye ait özgünlük yoktur. Sadece bilgi edinenler, sahip oldukları bilgileri nakletmekle yetinmekten ve mevcûdu korumaktan başka bir şey yapamazlar. Onlar her ne kadar bilgi sahibi olduklarını zannetseler de bilgi üretenleri takipten öteye geçemeyeceklerdir. O hâlde bile, kötü bir takipçi veya taklitçi olarak yaşamlarını sürdürmeye mahkûmdurlar.

Kesin olmamakla birlikte, son üç yüzyıldır toplumumuzun içine düştüğü durum, başkalarının ortaya attıkları bilgilere sahip olma ve edindiklerini nakletme olarak sürüp gitmektedir. Yük taşıyan iki taşıttan birindeki yükü bir diğerine nakletmekle taşınan yükün niteliği ve değerine yeni bir şey katmadığı gibi, nakil esnasında olabilecek hasarlarsa negatif yönde gelişmesine etki edecektir. Kaynağından çıkan bilgi, nakiller sonucunda, nakleden kişilerin yeteneği derecesinde olabileceği gibi, istemeyerek de olsa asıl amacından saptırılarak orijinalitesini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalma ihtimâlini de taşımaktadır.

Mevcut eğitim sistemimiz de tam bu noktada yoluna devam etmekte, binlerce yılın bilgi birikimi, kaynağından aktaran kişilerin -bunlar kitap olarak ortaya koyanlar olduğu gibi, öğrenci karşısında öğrencilere bilgi aktaran öğretmenler de olabilirler- yetileri derecesinde yeni nesle ulaşmaktadır. Birebir orijinal yapısıyla günümüze ulaşmış olsa bile, o bilgi ile tanışan kişi/kişiler, onun değerlendirmeden, sorgulamadan, sebep-sonuç ilişkilerini irdelemeden aynen alıyor olsalar dahi bulundukları ortamdan ileri gidemeyeceklerdir.

Bilgiye sahip olmak ne kadar olumlu insanî bir tavır olsa da, onun üzerine düşünülmediği, yorum getirilmediği ve yeni fikirlerin üretilmediği sürece geleceğe katkısı da olmayacaktır. Bu durumdan kurtulmanın en önemli yolu, akletmeyi bilmektir.

Akletmek, “var olanı irdelemek, sorgulamak, anlamaya çalışmak, mukayese etmek, eleştirel bakmak, yorumlamak, düşünmek, fikir üretmek, üretilen fikri hayata uygulanabilir hâle getirmek, değerlendirmek, varsa hatâsını gidermek veya eksikliklerini tamamlamaktır”.

Akıl süzgecinden geçirilmeyen bilginin nerede ve nasıl bir ortamda çıktığını, ne maksatla üretildiğini, hangi problemi çözmeyi amaçladığını, yerel bir kültüre mi ait olduğu, yoksa evrenseli mi kucakladığı gibi benzeri konularda birçok soruya mantıklı cevap bulmadan sahiplenilmesi doğru değildir. Aksi hâlde fayda yerine zarar getirebilir.

Ne acıdır ki, genel eğitim sistemimizin maruz kaldığı önemli bir mesele, “nakletme” şeklinde yoluna devam etmektedir. Bilgi aktarılan ve o bilgileri tekrar edebildikleri oranda başarılı addedilen kurumlar hâlinde işlevlerini sürdürmektedir. Nedeninin, nasılının, niçininin sorgulanmasına gerek duyulmadan, verileni olduğu gibi almaya yöneliktir. Üzerinde düşünülmesi, yorumlanması istenmeyen şey/şeyler, dogmadır. Bugünkü insanlık eğer belli bir noktaya ulaşabilmişse, dogmalarla değil, akletme sonucunda ulaşabilmiştir.

Bilim yuvaları olması gereken üniversitelerimiz dahi bilgi aktaran kurumlar olarak işlevlerini sürdürmeye devam etmektedirler. Akademik unvana sahip yüzlerce öğretim üyesi, Batı kaynaklarından birebir bilgi aktarmakla, görevlerini yerine getirdiklerini sanmaktadırlar. Yazdıkları kitaplar veya makalelerde Batılı kaynakların aktarımını yapmaktan öteye geçememektedirler. Bilmezler mi ki -evrensel olanlar hâriç- diğer araştırmalar yerel, bölge ya da ülkelerin özelliklerini taşımaktadır.

Her toplumun sosyolojik ve psikolojik yapısı birbirinden farklılık arz eder. Problemleri kendilerine has olduğu gibi, çözüm yollarının da farklılık arz etmesi doğaldır. Bilim insanı, öncelikle yereli yani içinde yaşadığı toplumun özelliklerini ve ihtiyaçlarını tanımak ve çözüm önerileri getirmek mecburiyetindedir. Tanınmayan toplumlar hakkında herhangi bir fikir üretilemez. Akabinde, evrenseli kucaklayan bir yapıda işlevselliğini sürdürebilirler.

Bir ülkenin gelişmişliği, eğitim kurumlarının en alt basamağından en üst basamağına kadar düşünen, soran, sorgulayan, özgün yorumlar geliştirebilen nesillerin yetiştirilmesi, kısaca akleden insan tipinin öncelenmesiyle mümkündür.