“Nahif kalpler, suçlu profiller”

Biz bir yerlerde yanlış yapıyoruz belli ki… Düğmeler baştan yanlış iliklenmiş olmalı. Ya sadece okusun da bir etiket sahibi olsun diye ruhlarını baskılıyoruz ya da tamamen boş verip kalem tutmayan, kitap kokusu nedir bilmeyen ve tek bir ideale dahi tutunmayan bir nesle göz yumuyoruz.

16-17 yaşlarında iki delikanlı koşarak markete girdi. Telaşla şöyle bağırdılar: “Bıçak satıyor musunuz?” Sonra çıktılar, birkaç dakika geçti geçmedi, tekrar markete girdiler. Koşarak... “Bize bıçakla saldırdılar, burada bıçak var mı?”

 

Ben de o sırada kasadan aldıklarımı geçiriyorum… 

 

“Ne bıçağı?” dedim hafif kızarak, “Bıçak falan almayacaksınız”.

 

“Ama abla bize bıçak çektiler, bir arkadaşımız yaralandı.”

 

“O zaman hemen polis çağırıyoruz ama siz bıçak falan almıyorsunuz” dedim.

 

Çıktılar marketten. Kasiyer hanım polisi aradı. Çocuklardan birinin bacağında da kesik yarası vardı. Pantolonu da yırtılmış. Marketin önünde doluştular. Altı yedi delikanlı oldular bir anda... Kasiyerle birlikte ben de gittim yanlarına. Çünkü hâlâ münakaşa devam ediyor, arada tehditvârı cümleler atmosferi kirletiyor. Emanet, bıçak gibi kelimeler aralarında üstünlük kurma gayretine enstrüman oluyor.  

 

Market önünde toplanan grup içinde biri de karşı taraf... Sanırsın ki karşı tarafta koca koca adamlar var! Yok değil, onlar da 16-17 bilemedin 18’inde...

 

Biri polisi arayın, diyor; biri aramayın, biz hâlledelim, diye çıkışıyor. 

Parkta yaralı arkadaşlarını bırakmışlar, aralarında onun münakaşası sürüyor. Arada birbirlerine kızıp burun buruna geliyorlar. Bacağı yaralı çocuk “Ama bak hâlime!” diye yarasını gösterip hakkını savunuyor. Karşı taraftan olan çocuk “Onu nasıl orada bırakırsınız?" diye parktaki yaralı arkadaşları adına çıkışıyor.


Tekrar girdim araya: “Gencecik çocuklarsınız, hayatınızı bir kavga ile paramparça mı etmek istiyorsunuz? Kimse birbirine vurmayacak, bıçak falan da yok.” 


Söz de dinliyorlar, en ufak saygısızlık yapmıyorlar uyarıldıklarında…


Ama arada sözle değil, elle tutmak, araya girmek gerekiyor. Neyse polisler geldi, iki ambulans ulaştı olay yerine. İnşallah büyümeden böylece hallolmuştur. Ve inşallah o yaralı çocuk da iyi durumdadır. Oraları bilemiyorum artık...


Ama bilmemiz gereken bir şey var ki, bu çocuklar, suçlu profiller değiller. Düşünün ki münakaşa sırasında kendi aralarında küfürleştikten sonra biri diğerini uyarıyor “Abla var, küfretme!” diyecek kadar nezaketli…


O uyarılan da kavgayı bırakıp, bacağındaki kesiğin acısına ara verip bana dönüyor ve “Abla kusuruma bakma” diyebiliyor. 


Bunlar aslında özünde nahif, sevgi dolu çocuklar. Bunlar bizim evlatlarımız... Ama her gün biri bir olayda heba olup gidiyor. Daha geçenlerde 16 yaşında bir gencin ailesini katlettiği haberi hepimizi sarstı.


Yedikleri mi, içtikleri mi bilemiyorum ama tertemiz kalpli çocuklar bir anda suçlu bir profile dönüşebiliyor. Ya ilgiyi, sevgiyi kaşığın ucuyla sunuyoruz ya da işi abartıp “Sen paşasın, aslansın” diye her aşırılığa göz yumuyoruz. 


Yaşı erken diye ibadete meyletmemelerini anlayışla karşılıyor, dünya zevklerinden mahrum bırakmamak için maddi imkânlarımıza savaş açıyoruz. Halbuki “Rabbini bilen, kendini bilir” düsturuyla ruhlarını yumuşatacak, kimliklerini bulabilecek şekilde Yaradan’la irtibat kurmalarına imkân vermemiz gerekiyor. Böyle böyle süzülüp incelecek kalpleri. Zaten kötülükle dolu değiller ama kötülüğü oyun zannedecek kadar kendilerinden bîhaberler. Bu kavgalarda kendilerini haklı çıkarmak ve korkmadıklarını karşıya ispat etmek için ellerine bıçak alıyorlar ama o bıçağın muhatabı eller bu eller değil. 


Biz bir yerlerde yanlış yapıyoruz belli ki… Düğmeler baştan yanlış iliklenmiş olmalı. Ya sadece okusun da bir etiket sahibi olsun diye ruhlarını baskılıyoruz ya da tamamen boş verip kalem tutmayan, kitap kokusu nedir bilmeyen ve tek bir ideale dahi tutunmayan bir nesle göz yumuyoruz.


Bazen yürüdüğü yoldaki çakıl taşlarını bile ellerimizle kaldırıyor, sorumluluk şuurunda bir nefeslik uğraş vermelerine müsaade etmiyoruz. Bazen de şu gencecik ruhları çağın duygu emilimi düşük, mekanik akışında boğulmaktan kurtarmak için elimizi bile uzatmıyoruz. 


Daha çocukken vicdanı, merhameti, Allah sevgisini nakşetmediğimiz kalplerden büyüdüklerinde çevreye, insana, tabiata hoşgörülü olmalarını bekliyoruz. Ne ütopik!


Kavganın büyüğünü işlemediğimiz çocuk kalpler, ileride birbiriyle, insanlıkla cebelleşiyor. Oysaki kavganın büyüğü “İNSAN KALABİLMEK”…


En zor zamanlarda dahi insanî sınırları aşmadan bir ömrü nihayet erdirmenin onurlu kavgasını bu gencecik kalplere işlemezsek, onlar bu boşluğu maalesef can alıcı kavgalarla dolduruyor. 


Evet, dünya bir mücadele alanı. Ama insanla değil, insan olmakla, insan kalmakla... 


Can emanetini teslim edene dek hayatı parmak uçlarında yürüyen; kırmamak, incitmemek, yormamak için kendi nefsiyle mücadele edebilen ve öfkesini yenmenin er meydanında pehlivanlığıyla övünen nesiller gerek bize. 


Rabbim evlatlarımızı muhafaza eylesin. Nesillerimizi salih eylesin. İnşallah bizler de üzerimize düşeni yapanlardan olabilelim. İnşallah…