N’oldu Biden?

Dalavereli Biden’in siyâsî patiler bağlamındaki dostlarının bu performans ile onun fitne ve kaos plânına hiçbir katkı sunamayacakları sanırım gayet net anlaşılmıştır. Muhalefetin içine düştüğü bu güdümlülük ve inorganik tepki verme arızasından dolayı iktidarın herhangi bir şey yapmasına gerek kalmıyor. Onlar doğruyu söyledikçe, bu şer kardeşleri, Hazreti Mûsâ’nın asâsıyla yarışan Firavun büyücüleri gibi sahte yılanlarının hakikat ejderhası tarafından yutulduğunu görerek dehşete kapılıyorlar.

DALAVERELİ Biden’in ABD Başkanı olmasından bugüne kadar geçen süreçte izlediği yol, henüz çok net çizgileriyle ortaya çıkmadı. Ancak Dalavereli Biden yönetiminin Türkiye açısından izlediği hattın ana çizgileri belirmeye başladı. Belirmeye başlayan bu çizgileri analiz ettiğimizde, ABD’nin Türkiye için izlediği rotanın şaşırtıcı ve beklenmedik bir şey olduğunu söyleyemeyiz.

Dalavereli Biden’in seçim öncesinde Türkiye’deki yönetimi “dostları aracılığıyla” sivil bir darbeyle alaşağı etme girişim, niyet ve arzusu, yavaş yavaş sahneye yansımaya başladı.

Dalavereli Biden’in Türkiye’deki iktidara yönelik hasmane tutumundan kendi emelleri için çalışacak ve “dost” diye adlandırdığı işbirlikçi kuklalara bel bağladığı çok iyi görülüyor. Hoş, buradaki dostlarının da sandıktan emin olamadıkları için bütün ümit ve beklentilerini onun destek ve faaliyetlerine bağladıkları anlaşılıyor. İki çıplağın bir hamama yaraştığı bu durumdan bir netice çıkmayacağı aşikârdır, ama eldeki malzeme bu olduğu için yine de bu malzemeden bir cacık yapmayı deneyeceklerdir.

Şimdi gelelim, Dalavereli Biden yönetiminin Türkiye’deki iktidarı düşürmek için attığı ve atacağı adımların neler olduğu ve neler olabileceğine dair gözlem ve çıkarımlarımıza…

Kamera, tripod, medya ve Türkiye üzerine montaj politikası

ABD’nin bu konuda en çok güvendiği ilk araç medya ve özellikle sosyal medyadır. Türkiye’de özellikle 2023 seçimlerinde oy kullanacak genç seçmen kitlesi, büyük ölçüde yerli ve millî değerler üzerinden bir dünya okumasına bigâne bir nesildir. Basılı ve görsel medyayla da alâkası olmayan bu kitle, aktif bir sosyal medya kullanıcısıdır. Okumaktan ziyade görsele bağımlı olan ve sadece manşet niteliğindeki başlıklara göre bir tepki veren bu kitle, ABD’nin, amaçlarını gerçekleştirme yolundaki en büyük umududur.

ABD, bu yeni kitleyi kendi derin devletinin denetiminde olan sosyal medya şirketleri aracılığıyla manipüle etme peşindedir. Bu amaçla ABD güdümündeki sosyal medya, Türkiye’deki iktidara ve özellikle o iktidarın başı olan Başkan Erdoğan’a yönelik yalan, dolan ve iftiraya dayanan bir toplu saldırı başlatmış durumdadır. ABD’nin sosyal medya aracılığıyla yaptığı saldırı için en büyük dayanağının FETÖ unsurları olduğu görülüyor. FETÖ’nün yurt dışına kaçmış olan medya mensuplarını, kendi denetimindeki sosyal medyanın ilgili birimlerinde kullanan ABD, bu örgütün algı yönetme ve suç üretmedeki fitnekâr maharetine güvenmektedir.

Öyle ki, her sosyal medya kullanıcısının önüne, günde en az on beş yirmi defa iktidar ve Erdoğan ile ilgili yalan dolan bir haber düşmektedir. Süreç içerisinde bu yalan dolan haber ve görsellerin ABD’nin tehlikeli gördüğü saygın isimlere yönelik olarak genişleyeceği anlaşılmaktadır. ABD güdümlü sosyal medya tarafından iğrenç bir Erdoğan karşıtı kampanya yürütülmekte, olayların arka yüzünü göremeyen geniş bir kitle algılara açık hâle getirilmeye çalışılmaktadır.

Devletin özellikle sosyal medyadan yönelen bu tehditlere karşı ilgili sosyal medya şirketleri üzerinde bazı yaptırımlara başvurması, algı oluşturmaya yönelik içeriklere fahiş cezalar kesmesi, yetmezse bant genişliklerini düşürmesi, yavaşlatma ve geciktirme yöntemlerini kullanması gerekmektedir.

ABD’nin ikinci yöntemi, kendi kuklası olan Körfez istihbaratıyla beraber, Türk halkını iktidara karşı ikircikli bir hâle düşürme yöntemidir. Bunun için 1990’lı yıllarda arka plânda kendinin olduğu mafya yapılanmaları üzerinden birtakım arayışlara girdiği ve gireceği açıktır.

Vesayetin dal budak saldığı istikrarsız doksanlı yıllarda mafya, bürokrasi ve siyâsetin iç içe girdiği kirli yapılar oluşturan ve oluşturduğu bu yapılarla iktidarlar düşüren ABD, yine bu denenmiş ve sonuç alınmış yönteme el atmış görünüyor. Nitekim son günlerde Sedat Peker üzerinden yürütülmeye çalışılan bu bilindik yöntem, yine sahneye sürülmüştür. Bu iş için adı geçen mafya lideri, BAE istihbaratı tarafından Dubai’ye götürülerek CIA’nin senaryosu doğrultusunda bir tertibin borazanlığını yapmaktadır.

Görünürde İçişleri Bakanı Soylu’yu, daha geniş plânda ise Erdoğan’ı hedef alan birtakım hezeyanlar ile Devlette etkin olan insanları gözden düşürmeye çalışmakta, daha ötede ise toplumda infiâl uyandırmayı amaçlamaktadır.

Bu kadar büyük hedeflerin lokâl bir mafya liderinin boyunu aştığı çok nettir.

Ancak ABD’nin mafya bozuntusu adamlarını erken öttürdüğü görülüyor. Mafya videolarıyla zan altında bırakılmaya çalışılan Soylu ve suçlanan Devletin buna ânında tepki vermesi, bu fitne girişiminin yarı yolda kalacağını ihtar ediyor.

Özellikle Soylu’nun ABD senaryolu mafyanın iddialarında adı geçenler için suç duyurusunda bulunması önemli bir erken hamledir: Bu hamleyi müteakip, Devletin aktif, yarı aktif ve uyur hâldeki yer altı hücrelerinin üzerine giderek onları ve onlarla irtibatlı bürokrat, gazeteci, iş adamı ve siyâsetçileri temizleyeceği kesindir.

Artık Türkiye’nin eskiden olduğu gibi eli kolu bağlı değildir. Eskiden bu tip yapılara kendisi de bulaştırıldığı için üç maymunu oynamak zorunda kalan Devlet, şimdi gördüğü her türlü tehdit ve tehlikenin üstüne gitmekte ve hedef yapıyı ezip geçmektedir.

Peker olayı, ABD’nin klasik mafya kartının elinde patlayacağı bir sürece doğru evrilmektedir. Yakın zamanda Devletin, başı ölmüş ancak kuyruğu oynayan bu işbirlikçi kukla mafya yapıları tamamen tasfiye ettiğini göreceğiz.

ABD’nin kaos plânının içerideki dostlarının amiral gemisi ise, kendisine göbekten bağlı hâle gelen muhalif siyâsî partilerdir. ABD, Türkiye muhalefetini sosyal medya ve mafya üzerinden ürettiği algıların hoparlörü gibi kullanmaktadır. Ancak bu hoparlörün megafonlarında frekans uyumsuzlukları vardır.

Bu uyumsuz megafonlara yakından bakacak olursak, şimdilik altı megafon olduğunu görürüz:

1. Atatürk’ün emperyalizm karşıtı olarak kurduğu, ancak gelinen süreçte emperyalizmin borazanlığını yapan CHP…

2. Erbakan’ın misyonundan türeyip küffar kılıcı hâline gelen SP…

3. MHP’nin seküler kafaya malik unsurlarının devşirildiği FETÖ iltisaklısı İP…

4. AK Parti’nin içindeki Truva atlarından biri olan geleceksiz Gelecek…

5. AK Parti’nin içindeki Truva atlarından bir diğeri olarak deva bulmaz DEVA…

6. PKK’nın siyâsî uzantısı olan eli kanlı terörist partisi HDP… 

Bunlara Muharrem İnce’nin yeni kurduğu, hem nala ve hem mıha vuracağı anlaşılan Memleket Partisi’ni de ilâve edersek, karşımızda Babil Kulesi manzarası sunan bir benzemezler yapısının durduğunu fark ederiz. Aynı çanaktan beslenen bunca aç şer kardeşinin pek yakında birbirine düşeceklerini beklemek kehanet olmasa gerek. Neticede en fazla yüzde kırk beşlik bir seçmen pastasının bu kadar açı doyurmayacağı ortadadır! 

Üstelik bu partiler şecaat arz ederken sirkatlerini söyleyen Kıptî erkeğini andırmaktadırlar. Söylemleriyle eylemleri taban tabana zıt olan bu yapılar, sosyal medyada bindirilmiş ABD timleri gibi çalışan FETÖ’cü yazar çizerlerin dümen suyuna girdikleri için, FETÖ’nün yalan ve algı rüzgârıyla her gün farklı bir yere savrulmaktadırlar. Gün geçmiyor ki, bu Donkişotları yeni bir yalan ve algı değirmenine saldırmıyor görelim…

Dil dolanır…

Geçen haftalarda Babacan adlı bir zât, AK Parti milletvekiliyken Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığı için Erdoğan’a karşı ABD eliyle kurulan fitnenin merkezinde bulunduğunu söyledi. Bu durum, en masum libaslar giydirilerek piyasaya salınanların dahi koyunlarında nice haçlar taşıdıklarını millete alenen gösterdi.

Erdoğan aleyhinde bulunarak “Onu yıpratayım” diyen bu zat, kendi diliyle öz alnına “Ben bir hainim” yaftasını vurarak halk nazarında rezil oldu.

Akşener’in Erdoğan’ı Netanyahu ile bir gören akıl, mantık, vicdan ve edep yoksulu beyanatı, girdiği yahut girmek zorunda bırakıldığı dümen suyunun kendini ve bağlılarını nasıl bir girdaba doğru sürüklediğini gayet açık göstermektedir. Akşener’in partisinin FETÖ ile iltisaklı kişiler tarafından yönetilip yönlendirildiği Ümit Özdağ tarafından ifşa edildiğinden beri bu hanım, yalan dolan ile gündem saptırma yönteminde refiki Kılıçdaroğlu’nu bile geçmiş durumdadır. Fakat olaylara irfan radarıyla bakan halkın gözünde saklandıkça daha çok açığa çıkan kara ve koyu bir karbon izi bırakmaktadır.

Bir kaset komplosuyla CHP’nin başına monte edilen Kılıçdaroğlu’nun bindiği kayıkların sayısı belirsiz. Bu zâtın Başkan Erdoğan hakkında söylediği yalan ve iftiraların kaydını tutmak için neredeyse istatistik uzmanlığı gerekmektedir. Bu zâtın, yalanı bolca söylemekten dolayı mizacı bozulmuş, dili eğriye alıştığı için doğruyu bile eğrilterek söylemek gibi bir illete duçar olmuştur. Her demecini yalan ile süsleyen bu zât, artık tam bir Yalancıoğlu Yaltacık kimliği kazanarak “İtibarlara saldırayım” derken kendi itibarını yerle bir etmektedir.

Dalavereli Biden’in siyâsî patiler bağlamındaki dostlarının bu performans ile onun fitne ve kaos plânına hiçbir katkı sunamayacakları sanırım gayet net anlaşılmıştır. Muhalefetin içine düştüğü bu güdümlülük ve inorganik tepki verme arızasından dolayı iktidarın herhangi bir şey yapmasına gerek kalmıyor. Onlar doğruyu söyledikçe, bu şer kardeşleri, Hazreti Mûsâ’nın asâsıyla yarışan Firavun büyücüleri gibi sahte yılanlarının hakikat ejderhası tarafından yutulduğunu görerek dehşete kapılıyorlar.

Bu kadar maşa işe yaramayınca Dalavereli Biden ekibinin güya doğruluk ve meslek ilkeleri adına ortaya çıkan bireysel Donkişotlara sarıldığı görülüyor. Yok falan doktorun aşı videosu, yok filan savcının ceza videosu, yok fulan akademisyenin ekonomik kriz videosu... Bu sürecin sonunda Erdoğan’ın şöyle söylediğini duyar gibiyim: “N’oldu Dalavereli Biden, hani dostlarına selâm yolluyor ve onlarla iktidarı düşüreceğini sanıyordun! Bak sen kendi iktidarını tamamlayamadın ve dostlarının da kimi kodeste, kimi firarda. N’oldu Biden, cevap ver!”