HER milletin kendine
ait bir nağme bütünlüğü vardır. Besteler değişir, nota dizilimleri değişir ama
insana verdiği hissiyat ve ritim sıklıkla aynıdır. Bu artık o toplumda müzikal
kimliğin derinliğine işaret eder. Ve her zaman söylendiği üzere müzik elbette
evrenseldir; insan her milletin tınısında başka bir tat, başka bir duygu
bulabilir. Fakat müziğin seslerden müteşekkil olduğunu ve seslerin de insanın
ruhsal yapısında çok tesirli bir değişim süreci başlatabildiğini de akılda
tutmak gerekiyor.
Özellikle
de çocukların ve gençlerin tercih ettiği tarzlara iyi bakmak lâzım. Sözler de
bir o kadar etkin; fakat daha ziyade tercih edilen ses aralıkları ve tempo, kişinin
duygu dünyasında çok anî dönüşümleri kolaylıkla sağlayabiliyor.
Batı
müziğinde sesler çok daha belirgindir meselâ. Sekizli nota dizilimine ek
olarak, notaların yarım ton kalınlaştırılması ve yarım ton inceltilmesi yoluyla
ara sesler elde edilir. Uzak Doğu müziğinde de seslerin bir beste içerisinde
tercih edildiği aralık çok farklıdır. Bırakın yarım ses incelen kalınlaşan
nağmeleri, üçer beşer nota inip çıkmakla insanı şaşırtan dinletiler
oluştururlar. Bu bir tercihten ziyade toplumların hissediş kimliğini meydana
getiriyor.
Gelelim
Türk müziğine… Tabiî Türk müziğinden kastım, Batı’nın formlarıyla meydana
getirilen modern nağmeler değil. Çok eski zamanlardan beri kullanılan ve
Osmanlı’da sanata olan güçlü tutkuyla birlikte zirve yapan, Arap, Fars ve İslâm
motifleriyle bezenen hakikatli bestelerden bahsediyorum.
Türk
müziğinde sesleri sadece yarım ton inceltip yarım ton kalınlaştırmakla
yetinmezsiniz. İki nota arasında çeşitli notalar vardır. Örneğin do ve re
notaları arasında do diyez ve re bemol bulunurken, Doğu formunda bu iki nota
arasına farklı diyez ve bemoller girecek, sesler daha da çeşitlenecek ve duygu
aktarımı çok daha yoğun olacaktır.
Her
neyse, çok da teknik kısma girmeden asıl derde dokunmalı…
Şimdilerde
“elektronik müzik” denilen ve enstrümanların çıkardığı sesleri doğa
formlarından değil de mekanik titreşimlerden esinlenerek dinleyiciye sunan bu
yeni stil, insanî duyguları da mekanize ediyor. Yapay duygular ve dijital ses
bloklarının insan zihninde yaptığı absürt düşünce yolları, insanın tabiî
hâllerini de yabancılaştırıyor. Hâlbuki ruha iyi gelen nağmelerle pek çok
hastalığın bile tedavi edilebildiğini biz Osmanlı zamanından biliyoruz. Akıl ve
ruh hastalıklarının yanında çeşitli fiziksel rahatsızlıkları da insanın
duygusunu iyiye ve güzele yönlendiren nağmelerle iyi edildiği bir gerçek. Bunun
yerine isyankâr sözleri besleyen dijital ve mekanik ses biçimleri, sağlıklı
insanları da hasta ediyor. Sıklıkla ruhsal ve psikolojik açıdan gençleri hasta
eden bu modern müzik, zamanla hayatî organları da harap ediyor. Zaten her şeyin
başı psikoloji değil miydi?
Bazen
İslâm’a taş atarlar “Dinlediğin müziğe bile karışıyor” diye. Bilmezler ki ses
frekanslarının, tercih edilen aralıkların ve kullanılan enstrümanların insanın
bütün hissediş ve inanış şeklini değiştirmesi hiç de zor değil.
Ülkelerin
bazı frekansları kullanarak teröristleri eylemden vazgeçirdiği söylenir. Bu hiç
de akla aykırı değil. Ses, insanın duyumunda en etkili obje. Duyumdan kastımsa
sadece kulakların duyması değil elbette. Duyum, daha da fazlasıyla o objeyi
hissetmek ve içselleştirmektir.
Ama
bir yanılgıya düşmemek lâzım. Sadece tercih ettiğimiz şarkı ve nağmelerle
bitmiyor iş. Çocukların oyunlarındaki sesler ve müziklerden reklâmlarda tercih
edilen ritimlere kadar her şey insanın bilinçaltına oynuyor. Bunlardan kaçmak
da oldukça zor.
E
öyleyse bize bir panzehir lâzım! Zehirlenen duyum sürecimizi temizleyecek ve
yerine insana iyi gelen sesleri nakış işler gibi işleyecek bir panzehir…
O
zaman şöyle sorayım: Sizce neden bir yerde Kur’ân okunuyorsa bu bir sünnet
hükmündeyken orada bulunanların dinlemesi farzdır?
Yoksa Kur’ân’ın sesi, frekansı ve mâkâmı insana bir şeyler mi veriyor?