Müzik ruhun yarası

İsyankâr sözleri besleyen dijital ve mekanik ses biçimleri, sağlıklı insanları da hasta ediyor. Sıklıkla ruhsal ve psikolojik açıdan gençleri hasta eden bu modern müzik, zamanla hayatî organları da harap ediyor. Zaten her şeyin başı psikoloji değil miydi?

HER milletin kendine ait bir nağme bütünlüğü vardır. Besteler değişir, nota dizilimleri değişir ama insana verdiği hissiyat ve ritim sıklıkla aynıdır. Bu artık o toplumda müzikal kimliğin derinliğine işaret eder. Ve her zaman söylendiği üzere müzik elbette evrenseldir; insan her milletin tınısında başka bir tat, başka bir duygu bulabilir. Fakat müziğin seslerden müteşekkil olduğunu ve seslerin de insanın ruhsal yapısında çok tesirli bir değişim süreci başlatabildiğini de akılda tutmak gerekiyor.

Özellikle de çocukların ve gençlerin tercih ettiği tarzlara iyi bakmak lâzım. Sözler de bir o kadar etkin; fakat daha ziyade tercih edilen ses aralıkları ve tempo, kişinin duygu dünyasında çok anî dönüşümleri kolaylıkla sağlayabiliyor.

Batı müziğinde sesler çok daha belirgindir meselâ. Sekizli nota dizilimine ek olarak, notaların yarım ton kalınlaştırılması ve yarım ton inceltilmesi yoluyla ara sesler elde edilir. Uzak Doğu müziğinde de seslerin bir beste içerisinde tercih edildiği aralık çok farklıdır. Bırakın yarım ses incelen kalınlaşan nağmeleri, üçer beşer nota inip çıkmakla insanı şaşırtan dinletiler oluştururlar. Bu bir tercihten ziyade toplumların hissediş kimliğini meydana getiriyor.

Gelelim Türk müziğine… Tabiî Türk müziğinden kastım, Batı’nın formlarıyla meydana getirilen modern nağmeler değil. Çok eski zamanlardan beri kullanılan ve Osmanlı’da sanata olan güçlü tutkuyla birlikte zirve yapan, Arap, Fars ve İslâm motifleriyle bezenen hakikatli bestelerden bahsediyorum.

Türk müziğinde sesleri sadece yarım ton inceltip yarım ton kalınlaştırmakla yetinmezsiniz. İki nota arasında çeşitli notalar vardır. Örneğin do ve re notaları arasında do diyez ve re bemol bulunurken, Doğu formunda bu iki nota arasına farklı diyez ve bemoller girecek, sesler daha da çeşitlenecek ve duygu aktarımı çok daha yoğun olacaktır.

Her neyse, çok da teknik kısma girmeden asıl derde dokunmalı…

Şimdilerde “elektronik müzik” denilen ve enstrümanların çıkardığı sesleri doğa formlarından değil de mekanik titreşimlerden esinlenerek dinleyiciye sunan bu yeni stil, insanî duyguları da mekanize ediyor. Yapay duygular ve dijital ses bloklarının insan zihninde yaptığı absürt düşünce yolları, insanın tabiî hâllerini de yabancılaştırıyor. Hâlbuki ruha iyi gelen nağmelerle pek çok hastalığın bile tedavi edilebildiğini biz Osmanlı zamanından biliyoruz. Akıl ve ruh hastalıklarının yanında çeşitli fiziksel rahatsızlıkları da insanın duygusunu iyiye ve güzele yönlendiren nağmelerle iyi edildiği bir gerçek. Bunun yerine isyankâr sözleri besleyen dijital ve mekanik ses biçimleri, sağlıklı insanları da hasta ediyor. Sıklıkla ruhsal ve psikolojik açıdan gençleri hasta eden bu modern müzik, zamanla hayatî organları da harap ediyor. Zaten her şeyin başı psikoloji değil miydi?

Bazen İslâm’a taş atarlar “Dinlediğin müziğe bile karışıyor” diye. Bilmezler ki ses frekanslarının, tercih edilen aralıkların ve kullanılan enstrümanların insanın bütün hissediş ve inanış şeklini değiştirmesi hiç de zor değil.

Ülkelerin bazı frekansları kullanarak teröristleri eylemden vazgeçirdiği söylenir. Bu hiç de akla aykırı değil. Ses, insanın duyumunda en etkili obje. Duyumdan kastımsa sadece kulakların duyması değil elbette. Duyum, daha da fazlasıyla o objeyi hissetmek ve içselleştirmektir.

Ama bir yanılgıya düşmemek lâzım. Sadece tercih ettiğimiz şarkı ve nağmelerle bitmiyor iş. Çocukların oyunlarındaki sesler ve müziklerden reklâmlarda tercih edilen ritimlere kadar her şey insanın bilinçaltına oynuyor. Bunlardan kaçmak da oldukça zor.

E öyleyse bize bir panzehir lâzım! Zehirlenen duyum sürecimizi temizleyecek ve yerine insana iyi gelen sesleri nakış işler gibi işleyecek bir panzehir…

O zaman şöyle sorayım: Sizce neden bir yerde Kur’ân okunuyorsa bu bir sünnet hükmündeyken orada bulunanların dinlemesi farzdır?

Yoksa Kur’ân’ın sesi, frekansı ve mâkâmı insana bir şeyler mi veriyor?