Mutluluk ve mutsuzluk bir seçim midir?

Önemli olan, sadece mutlu olabilmek değil, aynı zamanda mutlu kalabilmektir. Bunun için mutlu olmamızı sağlayan eylem ve davranışlarımızı alışkanlık hâline getirmemiz gerekir.

GÜNÜMÜZ insanının yaşadığı sorunlarından bir tanesi de mutsuzluk ve yalnızlıktır. İnsan yalnızlaştığı zaman mutsuz oluyor. Çünkü insanın psikolojik doğası yalnız yaşamaya göre programlanmamıştır. Bir diğeri ile iletişim kurmaya ihtiyaç duyar. Mutsuzluk ve yalnızlık bir kısır döngüdür. 

Yalnızlık, içinde bulunduğumuz yüzyılda hızla değişen çevresel ve toplumsal koşullar nedeniyle her geçen gün daha fazla sorun hâline gelmektedir. Son yıllarda insanların kabuğuna çekildiğini gözlemliyorum. Çekirdek ailesi ve kendi yakın akrabası dışında görüştüğü insan sayısı çok az. Bazıları da ailesini ve akrabasını reddetmiş, kimse ile görüşmüyor.

Hâl hatır sorduğum insanlar, önce hayatlarındaki olumsuzlukları sıralamaya başlıyorlar; anlattıkça daha çok karamsarlığa kapılıyorlar. Yüzlerinde hüzün, gözlerinde korku oluşuyor. Sanırsınız, dünyanın tüm yükü omuzlarında. “Hayatınızda sizi mutlu eden hiç mi iyi bir şey yok?” diye sorduğumda, önce bir durup düşünüyor, sonra, “Aslında iyi şeyler de var” deyip, biraz zorlansalar da bir iki şey sayıyorlar. “Ama ben mutlu değilim. Ne yapsam da mutlu olamıyorum” diyorlar.

Bazısı ise kendisini mutsuzluğa ve umutsuzluğa o kadar alıştırmış ki onu yaşam felsefesi kabul etmiş. Ne olursa olsun mutlu olamayacağına kendisini inandırmış. Kendi üzerine kapıları kilitlemiş, anahtarı da bulunmasın diye denize atmış. Sadece kendi ile ilgilenen, hayatında bir amaç, gerçekleştirme istediği bir hedef olmayan, başkalarını düşünmeyen insan mutsuzdur.

Psikiyatrist William Glasser’in geliştirmiş olduğu “Gerçeklik Terapisi”ne göre seçimlerimizin ve kararlarımızın sorumluluğu bize aittir. Muhakkak içinde bulunduğumuz koşullar kim olduğumuz, nasıl hissettiğimiz ya da ne olacağımız konusunda belli düzeyde etkiye sahiptir. Ancak olduğumuz kişi olmakta en büyük sorumluluk kendimize aittir. Glasser, bu durumu şöyle özetliyor: Dünyada ortalama bir hayat standardına sahip, aç, hasta ya da yoksul olmayan kişilerin tek tek hepsine “Nasılsınız?” diye sorsanız, alacağınız cevap, “Mutsuzum” olacaktır. Nedenini sorduğunuzda, hemen hemen hepsi başkalarını suçlayacaktır. Eş, sevgili, patron, mesai arkadaşı, komşu, iş ortağı… Bunların, şikâyet ettikleri “mutsuzluğun” aslında kendi seçimleri olduğu akıllarına bile gelmez. (Prof. Dr. Tayfun Doğan, 2023)

Yaşanan olumsuzluklarla ilgili bir başkasını suçlamak kolayımıza geliyor. Can sıkıcı bir şey yaşadığımızda ve bunu karşımızdakine anlatırken bizi desteklemesini, “Haklısın” demesini bekleriz. Peki, neden hep başkasını suçlarız? Bunun altında yatan sebep nedir?

Burada devreye savunma mekanizmaları giriyor. İlk olarak, ismine birçoğumuzun aşina olduğu Sigmund Freud tarafından belirlenmiş bu. Savunma mekanizmaları; insanların onlara kendilerini kötü hissettiren düşünce, kişi veya olaylardan kaçınmak için geliştirdikleri davranışlardır. Freud bu davranışları, insanın büyük hüzünlerden, suçluluk, öfke ve utanç gibi duygulardan kaçınmak için bilinçli ve kontrollü bir şekilde yapmadığını söyler. Tüm insanların doğası gereği sahip olduğu bu savunma mekanizmaları, çok sık veya uzun süre kullanıldığında bir sorun hâline gelir. Örneğin inkâr, en yaygın kullanılan savunma mekanizmalarından biridir. Kişi, yaşanan bazı gerçekleri kabul etmekte zorlandığı için inkâr yoluna gider. Üzücü, acı verici, travma yaratacak olayların duygusal etkilerinden kaçınmak için, olay hiç gerçekleşmemiş gibi yaşamına devam eder. Eşini kaybeden bir kadının eşinin sevdiği yemekleri hazırlayıp “Birazdan gelir” veya kapı çaldığında “Eşim gelmiştir, açayım” demesi gibi…

Şikâyet etmek

İçinde bulunduğumuz ruh hâli ya da yaşam koşullarıyla ilgi başkalarını suçlamak bir savunma mekanizmasıdır. Savunma mekanizmalarının işlevi benliğimizi korumaktır. Her insan savunma mekanizması kullanır ve bu son derece normaldir. Fakat bu aşırı yapıldığında sorun başlar. Her şeyden şikâyet etme davranışı ortaya çıkar.

Şikâyet etmek şükrü azaltır. Mutsuzluğun birinci sebebi şikâyet etmektir. Ne kadar çok şikâyet ederseniz, o kadar mutsuz olabilirsiniz. Mutsuzluğun bir diğer sebebi, “alacaklı olduğunu düşünmek”tir. İnsanlar kendilerini sadece alacaklı, dünyanınsa borçlu olduğunu hep düşünürlerse hep alacaklı gibi yaşarlar. Giderek bencilleşir, yabancılaşır, ödül avcısı ve hepsinden kötüsü de, arzuları ihtiyaçlarından büyük insanlar gibi yaşarlar. Böyle bir durumda yaşam, yiyeceğinden çok iştahı olanlar ile iştahından çok yiyeceğin arasına sıkıştırıp koyuverir. Çünkü sen alacaklı gibi yaşarsan, bütün alacaklılar gibi mutsuz ölürsün. Bütün alacaklılar mutsuz ölürler; çünkü alacaklarını tahsil edememişlerdir.

Yapılan araştırmalarda, mutluluğun önemli bir kısmının beyin kimyamız ve hormonlar ile de ilişkisi olduğu gösteriliyor. Araştırmalar, beynimize iyimserliği ve mutlu olmayı öğretebileceğimizi ileri sürüyor. Rick Hanson, bu konuyu şöyle özetliyor: “Zihinden geçen düşünceler beynin sinirsel strüktürünü yeniden yapılandırıyor. Kızdığınız ya da pişman olduğunuz şeylere odaklanırsanız, bu olumsuz düşünce ve duyguların sinirsel alt tabakalarını oluşturursunuz. Bu nedenle gerçek tehditler ve yanlış alarmlar arasında ayrım yapabilmek önemlidir. Diğer yandan, dikkatinizi olumlu ve minnettar olduğunuz şeylere yoğunlaştırırsanız, çok farklı sinirsel subtratlar oluşturursunuz.”

Düşüncelerin ve dünya görüşünün duyguları ve davranışları etkilediği bilinen bir gerçektir. (Dr. Zeynep Gümüş Demir)

Mutsuz insan, beslenmesine dikkat etmez. Doğal beslenme yerine karbonhidrat ve şeker ağırlıklı beslenir ve bu tür bir beslenmenin fiziksel sağlığa olumsuz etkilerinin yanı sıra ruh sağlığını etkilediğinin farkında değildir. Daha az hareket eder, evden dışarı çıkmak istemez, “Haydi dışarı çıkalım, keyfin yerine gelsin” denildiğinde, “Ben evde mutluyum” cevabını alırsınız. Dışarı çıksa bile bulunduğu ortamdan hemen sıkılır, eve dönmek ister. Kişisel bakımına pek özen göstermez, hareket etmekten kaçınır. Hâlbuki insan hareket ettiği, yürüyüş yaptığı sürece endorfin (mutluluk hormonu) salgılanır ve kendini iyi hisseder. Uykusuzluk veya yeterli uyku olmazsa da mutsuzluk kaçınılmaz olur.

Mutsuz insan, istekler ile ihtiyaçlar arasındaki ayrımı yapamaz. Hayattan beklentileri yüksektir ve ihtiyaçla istek arasındaki farkı bilmez. Sinoplu Diyojen, “İhtiyaçlarımız oldukça azken, isteklerimiz fazladır. İnsanların çoğu zaman peşinden gittikleri şeyler, ihtiyaçları değil, istekleridir” der. Eğer birey mutlu olmayı istiyorsa ihtiyaçla isteği ayırabilmelidir. İhtiyaçlarımıza değil de isteklerimize odaklanırsak mutsuz oluruz.

İşlevsel olmayan inançlar

Mutsuz insan, işlevsel olmayan düşünce ve inançlara sahiptir. Elinde yeterli kanıt olmamasına rağmen olumsuz düşüncelere sıkı sıkıya bağlıdır. Trafik kazası geçiren birinin “Bir daha iyileşemeyeceğim, başka hastalıklar ortaya çıkacak, evime bir daha dönemeyeceğim” gibi bazı düşünce ve inançlar buna örnek olarak verilebilir. Bu tür düşünce ve söylemleri o kadar içselleştirmiştir ki herhangi bir olumsuz olay karşısında otomatik olarak zihnine gelir.

Bilişsel davranışçı terapide, danışanların bu işlevsel olmayan düşünce ve inançlarına odaklanılır. Mutsuz insanlar bu tür düşünceleri üretmekte oldukça mahirdirler.  

Psikolojik ihtiyaçlar

Mutsuz insanın psikolojik ihtiyaçları yeterince karşılanmıyordur ancak bunları karşılama konusunda bir arayış ya da mücadele içerisinde de değildir. Psikolojik ihtiyaçların karşılanmaması, tıpkı fiziksel ihtiyaçların karşılanmaması gibi gerilim ve mutsuzluğa neden olur. “Neden mutlu olamıyorum? Dışarı çıktığımda herkes gülüyor, bir tek ben mutsuzum” gibi… Yani psikolojik ihtiyaçları karşılanmamış olduğu hâlde mutlu olmayı bekler.

Sonuç olarak mutluluk da, mutsuzluk da tesadüf değildir. Mutlu olmak belli düzeyde kontrolümüz dışındaki şeylerle ilişkili olsa da tümüyle kontrolümüz dışında değildir. Hayatımızdaki bazı şeyleri “değiştirerek” mutluluk ve iyi oluş düzeyimizi artırabileceğimiz sayısız araştırma yapılmıştır. Ancak önemli olan, sadece mutlu olabilmek değil, aynı zamanda mutlu kalabilmektir. Bunun için mutlu olmamızı sağlayan eylem ve davranışlarımızı alışkanlık hâline getirmemiz gerekir. Herkes için, kişiye iyi gelen, yapmaktan zevk aldığı ve mutlu olduğu şey farklıdır. Bunu kişinin bizzat keşfetmesi gerekir. Bu yüzden İbni Sina, “Erdemler alışkanlıklar hâline geldiğinde saadet doğar” der.

Sağlıklı ve mutlu günler dilerim…