Mutluluğun şifrelerini mi çalmışlar?

Nedense mutluluk kısa sürüyor, mutsuzluğu gittikçe uzatıyoruz. Memnun olmayan insanlar olup çıktık! Her şeyden şikâyetçiyiz; bozan biziz ve düzelten olmuyoruz. Hep karşıdan bekliyoruz. “O beni mutlu etsin”, “O gelip yapsın”, “O düzeltsin”, “O kaldırsın”, “O değiştirsin”… Bunun sonu yok! Sorun burada başlıyor; her şeyi çok büyütüyoruz, abartıyoruz, aşırıya gidiyoruz.

“EŞREF-i mahlûkat” olarak yaratılmışız; peki, bunun ne kadar farkındayız ya da bunun hakkını insan olarak gerçekten verebiliyor muyuz? Ahlâk seviyemiz ne ölçüde? İnanç durumumuz nasıl? Bu neyle nasıl ölçülür? Yaratıcımız olan Allah'a olan kulluk görevimizle mi, dinî, felsefî, matematiksel, bilimsel fikriyatlarımızla mı, hâl ve hareketlerimizle mi, davranış şekillerimizle mi, insana, hayvana, doğaya ve tüm yaratılmışlara olan saygı ve sevgimizle mi, vicdan ve merhametimizle mi? Bunları belirleyici ölçüler nelerdir?

Sanırım tüm bunları içine alan “eşref-i mahlûkat” sıfatını üzerinde taşıyan herkes, bir bütün olarak lâyıkıyla yerine getirilmesi gereken davranışların tamamını ve durumun anlaşılmasıyla ortaya çıkan bir kabul olması durumunda, bahsini ettiğimiz soruların cevapları bulunur.

“Ahlâk toplumu”, “medeniyet tasavvuru”, “anlama, bilinç ve ilkeler üzerine kurulu insan inşâsı” konularından bahsediyoruz. İnsanın ilk yaratılışından günümüze, hatta bizden sonra yaşayacak insanlar için dahi bunların önemi anlaşılmış mıdır? Bir genelleme yapmadan, galiba çoğumuz bunun hâlâ farkında değiliz. Kur'ân'da defalarca "Akletmez misiniz?" uyarısı geçtiği hâlde bunu fark edemeyişimiz ne hazin!

İşte bu yüzden dünyadaki insan topluluğu duyarsızlık, vahşet, kan ve savaşla birbirini yiyor. Hem de ne yemek! Ağzından salyalar akıtarak, dudaklarının kenarından emdikleri kanları sızdırarak... Tüm bunların vebâli, insanları inançsızlık boyutuna çıkarmaya çalışan, ahlâksızlığın önünü açan din simsarları, din istismarcıları, para baronları, savaş çığırtkanları ve onlara uyan akılsız, şuursuz, dinsiz, ahlâksız, sevgisiz, açgözlü, mâkâm ve mevki sevdalısı, akıllarını kullanmaktan aciz, her anlatılana araştırmadan inanan, emme basma tulumba gibi baş sallayan, okumanın anlamını kavrayamayan cahillerin üzerinedir. Hepsi suçlu! Belki de hepimiz suçluyuz… Bunları gördüğümüz, bildiğimiz hâlde, bir şey yapamamanın aczi içinde olan bizler suçluyuz.

"Suskunluğum asaletimdendir" diyerek ne asil tarafımızı bıraktılar, ne de asıl yapmamız gerekenleri yaptırdılar. Evet, susuyoruz ya da susmuş görünüyoruz. Fakat vakti geldiğinde konuşmasını da biliriz, savunma hattından eyleme geçme safhasına geçmesini de. Yeter ki akledip ahlâk seviyesini yere düşürmeden dimdik, diri ve iri olarak ayakta durmayı ve dünyayı nasıl daha iyi ve insanları nasıl daha mutlu kılmak gerektiğini idrak ederek hareket edelim. 

Peki, kim biliyor mutluluğun formülünü? Öyle ya, mutluluğun bir formülü var mı? Bu formüle sahip olsa da, yaşadığı dünya üzerinde yüzde yüz şekilde "Ben mutluyum" diyebilen var mı? Hiç sanmıyorum! Mutlu olmak, mutlu kalmak, mutluluğu bulmak, mutlu yaşamak kimde, nerede, kime ve neye göre sınıflandırılır? Nelerden mutlu olunur? Herkesin kendince bir cevabı vardır, gelin, bu sorulara önce ayetler ışığında uygun cevapları bulmaya çalışalım.

Mutluluğa adım adım

Mutlu olmanın sırlarını Kur'ân-ı Azîmü’ş-Şân'da yer alan ayetler, bizlere mutluluğun yollarını tek tek açıklar. İrfan Gürkan Çelebi'nin “40 Ayet Tefekkürü: Vahiyden Kalbe” adlı kitabında sıralanan bazı ayetlerin temel alındığı öğütlerle bu konuya dair kendimize bir yol çizebiliriz:

“Kibirli olma, alçakgönüllü davran.” (İsra, 37) “Kendini fazla abartma.” (Müddesir, 1-5) Her şeyin üstesinden gelemeyeceğini asla unutma. (Tekvir, 25-27) “Onlar başkalarına bir musibet geldiği zaman, ‘Biz Allah'a aitiz ve sonunda O'na döneceğiz’ derler.” (Bakara, 156) “Her şeye hâkim olmak için uğraşıp hayatı yaşanmaz hâle çevirme.” (Beled, 5-6) “Büyüklük kompleksine kapılıp insanları ezerek arkadaşlarını kendinden uzaklaştırma.” (Hucûrat, 10) “İyiliği karşılık beklemeden yap.” (Muhammed, 7)

“Tek başına mutlu olunamayacağını bil. Çevrenin mutluluğu için gayret göster.” (Rum, 21) “Ölümden korkmak yerine, ölüm gerçeğiyle yüzleş.” (Vakıa, 83-87) “Yaptığın iyilikleri unut. Anlatarak onları kıymetsizleştirme.” (Bakara, 263) “Sana yapılan kötülüğün karşılığını vermek yerine, öfkenin dinmesini bekle.” (Furkan, 63)

“Seni huzursuz edecek işlerden uzak dur. İhtirasını törpüle.” (İnşirah, 1-3) “Bu nedenle, şu namaz kılanların vay hâline! Onlar namazlarında gafildirler.” (Maun, 4-5) “Hiçbir sırrın sonsuza kadar gizli kalamayacağını unutma.” (Mücadele, 7) “Çıkarcı olma. Adil davran.” (Rahman, 7-9) “Kibrine yenilip hep daha fazlasını isteyerek hayatını zehir etme.” (Tekasür, 1-2) “En zor zamanda bile kesinlikle ümitsizliğe kapılma.” (Tevbe, 40)

“Senden iyi durumda olanlara bakıp üzüleceğine, senden zor durumda olanları görüp rahatla.” (Fatır, 19-22) “En sevdiğin şeyleri başkalarıyla paylaşmanın keyfine var.” (Fecr, 27-28) “Hayatının vazgeçilmezleri olsun, onları küçük çıkarlar için asla feda etme.” (Hakka, 33-35) “Muhatabına güvenmek istiyorsan, önce sen güvenilir ol.” (Haşr, 10) “Yazdıklarının ve yaptıklarının peşini bırakmayacağını unutma. Gücünü insanların yararına kullan.” (Kalem, 1-2) “Bencil olma, tebrik etmeyi bil.” (Münafikûn, 4)

“Yalandan uzak dur.” (Saff, 2) “Modern hayatın çarpıklaştırdığı kadın-erkek ilişkilerinin hayatını esir almasına izin verme.” (Yûsuf, 32-33) “İyi bir dostun paha biçilmez olduğunu aklından çıkarma.” (Ankebut, 41) “İyilik yapma arzunu şarta bağlama. Vermek, almaktan daha büyük bir ihtiyaçtır, asla unutma.” (Âl-i İmran, 92) “Önyargılarla hayatı kendine zehir etme.” (En'am, 50) Bildiklerinle açıklayamadığın şeyler, hayatın kâbusu olmasın.” (En'am, 60) “Korkuların tutsağı olarak yaşamaktan vazgeç.” (Felâk, 1-5)

“Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, olanları akledecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur.” (Hacc, 46) “Merhametli olmaktan asla vazgeçme.” (İbrahim, 42) “Anne ve babana "Uf!" bile deme.” (İsra, 23) “Kendini sürekli övmekten uzak dur.” (Nisa, 149) “Vazgeçilmez olmadığını kabul et.” (Yûnus, 12)

“Sözünüzde durmamanın utanç verici olduğunu aklından çıkarma.” (Enfal, 56) “Heveslerini kendine ilâh edinme.” (Furkan, 43) “İnanma duygunu diri tut.” (Necm, 3) “Karar verirken, vicdanının sesini duymazlıktan gelme.” (Nisa, 58) “Âlemleri ve seni yaratan Rabbine daima teşekkür ve hamd duygularıyla dolu ol.” (Fatiha, 2)

Yazının ilk başında ve sonrasında sorular sormuştuk kendimize, sorduğumuz soruların bütün cevapları, açıklanan ayetler içinde var. Mutluluğun şifreleri ve formülleri, çözümleri ile birlikte belli. Şifrelerimiz kayıp değil. Allah Kelâmının üzerine eklenecek bir şey var mı? Kesinlikle hayır! En güzel cevaplar O'nda. Peki, böyle cevaplar varken, şu kısacık ömr-ü hayatımızı neden kendimize zehrediyoruz? Ziyanda mıyız? Ziyandayız! Kusurlu muyuz? Kusurluyuz! Eksik miyiz? Eksiğiz! Ve hâlâ akletmiyor muyuz? Akletmiyoruz! Öyleyse yazıklar olsun bize!

Mevlâna Hazretleri ne güzel söylemiş: "Mutluluğu sende bulan senindir, ötesi misafir!"

Ey âlem içinde âlem olan âdem! Öyleyse nerede arıyorsun? Devrân eylemişsin dünyayı, bulabildin mi kendi içinde dermanı? Bir dönüp baksak en saf hâlimizle içimize, ne çok şaşıracağız gördüklerimize! İstiyoruz ki mutluluk gelsin, bizi bulsun. Neden kendimiz gidip almıyoruz? Dünyanın kötü olduğunu mu söylediniz? Yoksa biz insanlar mı? Hayır, biz dünyayı anlamadık, anlamak istemedik. Ahireti de anlamadık. Cehennemden korkuyoruz, cenneti ödül olarak istiyoruz. Peki, biz ne yapıyoruz?

Ey güzel insan! Yol yakınken dönelim bu çirkeflikten, eziyet etmeyelim hem kendimize, hem de başkalarına. Bölüşemediğimiz ne var şu yalan dünya üzerinde? Ne götüreceğiz geldiğimiz o kutlu yere?  Her şey bizler için. İyi de, kötü de; mutluluk da, mutsuzluk da… Bunların hepsini yaşamamız çok doğal; lâkin abartmadan, bir denge içinde yaşadığımız sürece, mutlu olmamak içten bile değil. Her şeyin aşırısı zarar; aldığımız vitaminleri bile aşırı dozda tükettiğimizde vücut nasıl reaksiyon gösteriyorsa, yaşadığımız aşırı duygular da bizlerde aynı şekilde aşırı reaksiyonlar göstermemize sebebiyet veriyor. Bir denge tutturamıyoruz. Ya çok mutluyuz ya da çok mutsuz. Arası yok!

Nedense mutluluk kısa sürüyor, mutsuzluğu gittikçe uzatıyoruz. Memnun olmayan insanlar olup çıktık! Her şeyden şikâyetçiyiz; bozan biziz ve düzelten olmuyoruz. Hep karşıdan bekliyoruz. "O beni mutlu etsin", "O gelip yapsın", "O düzeltsin", "O kaldırsın", "O değiştirsin"… Bunun sonu yok! Sorun burada başlıyor; her şeyi çok büyütüyoruz, abartıyoruz, aşırıya gidiyoruz. Oysa ufak şeylerden mutlu olmayı öğrendiğimizde, ortada büyütülecek bir şey kalmayacak. Olaylar kendi akışı içinde gerçekleşecek; ne kimse yara alacak, ne de üzülecek, mutsuz olacak.

"Burası dünya!/ Ne çok kıymetlendirdik…/ Oysa bir tarla idi,/ Ekip, biçip gidecektik…" Cahit Zarifoğlu, kendi gibi zarifçe dokunmuş sözlere.

Haydi biz de dokunalım içimizdeki kötülüklere, kibre, öfkeye, kıskançlığa, doyumsuzluğa, mutsuzluğa ve çıkarıp atalım içimizden onları, temizleyelim kirlenmiş yanlarımızı! Sevdiklerimiz var, sevenlerimiz var, üzmeyelim onları. Bizi bizden fazla seven Allah var! O'nun güzelliği için, O'nun hakkı için alalım bütün güzellikleri, iyi huyları, büyütelim içimizde; lâzım olduğunda açığa çıkarıp önce kendimizi ödüllendirelim, sonra sevdiklerimizi. Hep birlikte paylaşalım mutlulukları…