“EŞREF-i mahlûkat”
olarak yaratılmışız; peki, bunun ne kadar farkındayız ya da bunun hakkını insan
olarak gerçekten verebiliyor muyuz? Ahlâk seviyemiz ne ölçüde? İnanç durumumuz
nasıl? Bu neyle nasıl ölçülür? Yaratıcımız olan Allah'a olan kulluk görevimizle
mi, dinî, felsefî, matematiksel, bilimsel fikriyatlarımızla mı, hâl ve
hareketlerimizle mi, davranış şekillerimizle mi, insana, hayvana, doğaya ve tüm
yaratılmışlara olan saygı ve sevgimizle mi, vicdan ve merhametimizle mi? Bunları
belirleyici ölçüler nelerdir?
Sanırım
tüm bunları içine alan “eşref-i mahlûkat” sıfatını üzerinde taşıyan herkes, bir
bütün olarak lâyıkıyla yerine getirilmesi gereken davranışların tamamını ve
durumun anlaşılmasıyla ortaya çıkan bir kabul olması durumunda, bahsini
ettiğimiz soruların cevapları bulunur.
“Ahlâk
toplumu”, “medeniyet tasavvuru”, “anlama, bilinç ve ilkeler üzerine kurulu
insan inşâsı” konularından bahsediyoruz. İnsanın ilk yaratılışından günümüze,
hatta bizden sonra yaşayacak insanlar için dahi bunların önemi anlaşılmış
mıdır? Bir genelleme yapmadan, galiba çoğumuz bunun hâlâ farkında değiliz.
Kur'ân'da defalarca "Akletmez misiniz?" uyarısı geçtiği hâlde bunu
fark edemeyişimiz ne hazin!
İşte
bu yüzden dünyadaki insan topluluğu duyarsızlık, vahşet, kan ve savaşla
birbirini yiyor. Hem de ne yemek! Ağzından salyalar akıtarak, dudaklarının
kenarından emdikleri kanları sızdırarak... Tüm bunların vebâli, insanları
inançsızlık boyutuna çıkarmaya çalışan, ahlâksızlığın önünü açan din
simsarları, din istismarcıları, para baronları, savaş çığırtkanları ve onlara
uyan akılsız, şuursuz, dinsiz, ahlâksız, sevgisiz, açgözlü, mâkâm ve mevki
sevdalısı, akıllarını kullanmaktan aciz, her anlatılana araştırmadan inanan,
emme basma tulumba gibi baş sallayan, okumanın anlamını kavrayamayan cahillerin
üzerinedir. Hepsi suçlu! Belki de hepimiz suçluyuz… Bunları gördüğümüz,
bildiğimiz hâlde, bir şey yapamamanın aczi içinde olan bizler suçluyuz.
"Suskunluğum
asaletimdendir" diyerek ne asil tarafımızı bıraktılar, ne de asıl yapmamız
gerekenleri yaptırdılar. Evet, susuyoruz ya da susmuş görünüyoruz. Fakat vakti
geldiğinde konuşmasını da biliriz, savunma hattından eyleme geçme safhasına
geçmesini de. Yeter ki akledip ahlâk seviyesini yere düşürmeden dimdik, diri ve
iri olarak ayakta durmayı ve dünyayı nasıl daha iyi ve insanları nasıl daha mutlu
kılmak gerektiğini idrak ederek hareket edelim.
Peki,
kim biliyor mutluluğun formülünü? Öyle ya, mutluluğun bir formülü var mı? Bu
formüle sahip olsa da, yaşadığı dünya üzerinde yüzde yüz şekilde "Ben
mutluyum" diyebilen var mı? Hiç sanmıyorum! Mutlu olmak, mutlu kalmak, mutluluğu
bulmak, mutlu yaşamak kimde, nerede, kime ve neye göre sınıflandırılır? Nelerden
mutlu olunur? Herkesin kendince bir cevabı vardır, gelin, bu sorulara önce
ayetler ışığında uygun cevapları bulmaya çalışalım.
Mutluluğa
adım adım
Mutlu
olmanın sırlarını Kur'ân-ı Azîmü’ş-Şân'da yer alan ayetler, bizlere mutluluğun
yollarını tek tek açıklar. İrfan Gürkan Çelebi'nin “40 Ayet Tefekkürü: Vahiyden
Kalbe” adlı kitabında sıralanan bazı ayetlerin temel alındığı öğütlerle bu
konuya dair kendimize bir yol çizebiliriz:
“Kibirli
olma, alçakgönüllü davran.” (İsra, 37) “Kendini fazla abartma.” (Müddesir, 1-5)
Her şeyin üstesinden gelemeyeceğini asla unutma. (Tekvir, 25-27) “Onlar başkalarına
bir musibet geldiği zaman, ‘Biz Allah'a aitiz ve sonunda O'na döneceğiz’
derler.” (Bakara, 156) “Her şeye hâkim olmak için uğraşıp hayatı yaşanmaz hâle
çevirme.” (Beled, 5-6) “Büyüklük kompleksine kapılıp insanları ezerek
arkadaşlarını kendinden uzaklaştırma.” (Hucûrat, 10) “İyiliği karşılık
beklemeden yap.” (Muhammed, 7)
“Tek
başına mutlu olunamayacağını bil. Çevrenin mutluluğu için gayret göster.” (Rum,
21) “Ölümden korkmak yerine, ölüm gerçeğiyle yüzleş.” (Vakıa, 83-87) “Yaptığın
iyilikleri unut. Anlatarak onları kıymetsizleştirme.” (Bakara, 263) “Sana
yapılan kötülüğün karşılığını vermek yerine, öfkenin dinmesini bekle.” (Furkan,
63)
“Seni
huzursuz edecek işlerden uzak dur. İhtirasını törpüle.” (İnşirah, 1-3) “Bu
nedenle, şu namaz kılanların vay hâline! Onlar namazlarında gafildirler.”
(Maun, 4-5) “Hiçbir sırrın sonsuza kadar gizli kalamayacağını unutma.”
(Mücadele, 7) “Çıkarcı olma. Adil davran.” (Rahman, 7-9) “Kibrine yenilip hep
daha fazlasını isteyerek hayatını zehir etme.” (Tekasür, 1-2) “En zor zamanda
bile kesinlikle ümitsizliğe kapılma.” (Tevbe, 40)
“Senden
iyi durumda olanlara bakıp üzüleceğine, senden zor durumda olanları görüp
rahatla.” (Fatır, 19-22) “En sevdiğin şeyleri başkalarıyla paylaşmanın keyfine
var.” (Fecr, 27-28) “Hayatının vazgeçilmezleri olsun, onları küçük çıkarlar
için asla feda etme.” (Hakka, 33-35) “Muhatabına güvenmek istiyorsan, önce sen
güvenilir ol.” (Haşr, 10) “Yazdıklarının ve yaptıklarının peşini
bırakmayacağını unutma. Gücünü insanların yararına kullan.” (Kalem, 1-2) “Bencil
olma, tebrik etmeyi bil.” (Münafikûn, 4)
“Yalandan
uzak dur.” (Saff, 2) “Modern hayatın çarpıklaştırdığı kadın-erkek ilişkilerinin
hayatını esir almasına izin verme.” (Yûsuf, 32-33) “İyi bir dostun paha
biçilmez olduğunu aklından çıkarma.” (Ankebut, 41) “İyilik yapma arzunu şarta
bağlama. Vermek, almaktan daha büyük bir ihtiyaçtır, asla unutma.” (Âl-i İmran,
92) “Önyargılarla hayatı kendine zehir etme.” (En'am, 50) Bildiklerinle
açıklayamadığın şeyler, hayatın kâbusu olmasın.” (En'am, 60) “Korkuların tutsağı
olarak yaşamaktan vazgeç.” (Felâk, 1-5)
“Yeryüzünde
dolaşmıyorlar mı ki, olanları akledecek kalpleri, işitecek kulakları olsun?
Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör
olur.” (Hacc, 46) “Merhametli olmaktan asla vazgeçme.” (İbrahim, 42) “Anne ve
babana "Uf!" bile deme.” (İsra, 23) “Kendini sürekli övmekten uzak
dur.” (Nisa, 149) “Vazgeçilmez olmadığını kabul et.” (Yûnus, 12)
“Sözünüzde
durmamanın utanç verici olduğunu aklından çıkarma.” (Enfal, 56) “Heveslerini kendine
ilâh edinme.” (Furkan, 43) “İnanma duygunu diri tut.” (Necm, 3) “Karar
verirken, vicdanının sesini duymazlıktan gelme.” (Nisa, 58) “Âlemleri ve seni
yaratan Rabbine daima teşekkür ve hamd duygularıyla dolu ol.” (Fatiha, 2)
Yazının
ilk başında ve sonrasında sorular sormuştuk kendimize, sorduğumuz soruların bütün
cevapları, açıklanan ayetler içinde var. Mutluluğun şifreleri ve formülleri,
çözümleri ile birlikte belli. Şifrelerimiz kayıp değil. Allah Kelâmının üzerine
eklenecek bir şey var mı? Kesinlikle hayır! En güzel cevaplar O'nda. Peki,
böyle cevaplar varken, şu kısacık ömr-ü hayatımızı neden kendimize zehrediyoruz?
Ziyanda mıyız? Ziyandayız! Kusurlu muyuz? Kusurluyuz! Eksik miyiz? Eksiğiz! Ve hâlâ
akletmiyor muyuz? Akletmiyoruz! Öyleyse yazıklar olsun bize!
Mevlâna
Hazretleri ne güzel söylemiş: "Mutluluğu sende bulan senindir, ötesi misafir!"
Ey
âlem içinde âlem olan âdem! Öyleyse nerede arıyorsun? Devrân eylemişsin
dünyayı, bulabildin mi kendi içinde dermanı? Bir dönüp baksak en saf hâlimizle
içimize, ne çok şaşıracağız gördüklerimize! İstiyoruz ki mutluluk gelsin, bizi
bulsun. Neden kendimiz gidip almıyoruz? Dünyanın kötü olduğunu mu söylediniz?
Yoksa biz insanlar mı? Hayır, biz dünyayı anlamadık, anlamak istemedik. Ahireti
de anlamadık. Cehennemden korkuyoruz, cenneti ödül olarak istiyoruz. Peki, biz
ne yapıyoruz?
Ey
güzel insan! Yol yakınken dönelim bu çirkeflikten, eziyet etmeyelim hem
kendimize, hem de başkalarına. Bölüşemediğimiz ne var şu yalan dünya üzerinde?
Ne götüreceğiz geldiğimiz o kutlu yere? Her şey bizler için. İyi de, kötü de; mutluluk
da, mutsuzluk da… Bunların hepsini yaşamamız çok doğal; lâkin abartmadan, bir
denge içinde yaşadığımız sürece, mutlu olmamak içten bile değil. Her şeyin
aşırısı zarar; aldığımız vitaminleri bile aşırı dozda tükettiğimizde vücut
nasıl reaksiyon gösteriyorsa, yaşadığımız aşırı duygular da bizlerde aynı
şekilde aşırı reaksiyonlar göstermemize sebebiyet veriyor. Bir denge
tutturamıyoruz. Ya çok mutluyuz ya da çok mutsuz. Arası yok!
Nedense
mutluluk kısa sürüyor, mutsuzluğu gittikçe uzatıyoruz. Memnun olmayan insanlar
olup çıktık! Her şeyden şikâyetçiyiz; bozan biziz ve düzelten olmuyoruz. Hep
karşıdan bekliyoruz. "O beni mutlu etsin", "O gelip
yapsın", "O düzeltsin", "O kaldırsın", "O
değiştirsin"… Bunun sonu yok! Sorun burada başlıyor; her şeyi çok
büyütüyoruz, abartıyoruz, aşırıya gidiyoruz. Oysa ufak şeylerden mutlu olmayı
öğrendiğimizde, ortada büyütülecek bir şey kalmayacak. Olaylar kendi akışı
içinde gerçekleşecek; ne kimse yara alacak, ne de üzülecek, mutsuz olacak.
"Burası
dünya!/ Ne çok kıymetlendirdik…/ Oysa bir tarla idi,/ Ekip, biçip gidecektik…"
Cahit Zarifoğlu, kendi gibi zarifçe dokunmuş sözlere.
Haydi
biz de dokunalım içimizdeki kötülüklere, kibre, öfkeye, kıskançlığa,
doyumsuzluğa, mutsuzluğa ve çıkarıp atalım içimizden onları, temizleyelim
kirlenmiş yanlarımızı! Sevdiklerimiz var, sevenlerimiz var, üzmeyelim onları. Bizi
bizden fazla seven Allah var! O'nun güzelliği için, O'nun hakkı için alalım bütün
güzellikleri, iyi huyları, büyütelim içimizde; lâzım olduğunda açığa çıkarıp
önce kendimizi ödüllendirelim, sonra sevdiklerimizi. Hep birlikte paylaşalım
mutlulukları…