Mutluluğu satın almak

Alışveriş yapmak elbette eğlencelidir. İstediğimiz ve ihtiyaç duyduğumuz şeyleri elde etmemizi sağlar. Baktığımızda insanın gerçekten ihtiyaç duyduğu şey “nesnelerin” ötesinde özsaygı, sevgi, merhamet, erdem ve dostluktur. İhtiyaç duyduğumuzda bir telefon kadar yakın dostluklar biriktirmiş olmak önemlidir.

İNSANLAR, içlerindeki boşluğu alışveriş yaparak mı doldurmaya çalışıyorlar?  


Her yılın son günlerinde, başımızı ne tarafa çevirsek bir ışıltı, bir şaşa var. Özenle süslenmiş vitrinler ve eşyalar… Önce göze hitap ediyorlar, sonra kişinin beynine, kullandıkları sloganlarla “Ne kadar çok alırsanız o kadar mutlu olursunuz” mesajı veriliyor. Yalnızlaşan ve kabuğuna çekilen insan oğlu, alışveriş yaptıkça mutluluğu için bir bilet satın almış gibi hissediyor. Ödemesini yapıp mağazadan çıkarken çok mutludur. Mesaj şu: “Ne kadar çok tüketirsen o kadar değerlisin, ihtiyacının olup olmaması önemli değil. Önemli olan sensin!


Günümüzde tüketim, modern yaşamın vazgeçilmez bir parçası hâline geldi. Reklâmlar, yeni ürünlerle sürekli olarak karşımıza çıkıyor ve bizi de daha fazla tüketmeye teşvik ediyor. Ne kadar çok tüketirsek sanki mutluluğa bir adım daha yaklaşacakmışız gibi gösteriliyor. 


Ancak bu tüketim çılgınlığı, gerçekten mutluluğu bize getiriyor mu? Yoksa bizi bir tüketim döngüsüne mi hapsediyor? Tüketerek mutluluğu satın aldığımızı zannederken, insanlığımız mı tükendi? 


Toplumlar, tarih boyunca ortak değerler ve normlar etrafında şekillenmiştir. Ahlâkî değerler, bir toplumun temel taşlarını oluşturur ve bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerini düzenler. Ancak, günümüzde maddî kazanç ve bireysel çıkarlar, ahlâkî değerlerin önüne geçmiş durumda. İnsanlar, çıkarları uğruna dürüstlük, adalet ve empati gibi temel ahlâkî değerleri göz ardı edebiliyor. Bu durum, toplumsal güvenin azalmasına ve insanların birbirlerine karşı daha şüpheci ve güvensiz hâle gelmesine yol açıyor. 


Geçmiş zamanlarda insanlar gösteriş yapmaktan haya ederlerdi; gösterişte bulunmak, malının çokluğu ile övünmek görgüsüzlük olarak kabul edilirdi. Şimdi ise insanlar sosyal medyada görgüsüzlük yarışına girmiş hâldeler. Tatile mi çıktılar, hemen paylaşıyorlar; yeni ev mi aldılar, araba mı aldılar, yedikleri yemeği paylaşıyorlar. Kendileri gibi gösteriş düşkünü, değerinin maddiyat ile ölçüleceğini düşünen insanlar ile adeta bir yarış içindeler. Ama mutlu değiller! Nereden mi biliyorum? Mesleğim gereği dinlediğim insanlardan bu bilgileri alıyorum. 


İstek ve ihtiyaç ayrı şeylerdir. İhtiyaçlar önemlidir. İhtiyaçlarımız karşılanmazsa mutsuz oluruz. Maslow’un ihtiyaçlar piramidinin temelinde insanın en temel ihtiyacı olarak barınmak ve yemek ihtiyacı vardır. Kişinin öncelikle barınabileceği bir ev ve geçimini sağlayacak kadar gelirinin olması lazımdır. Aksi takdirde kişi mutsuz ve çaresiz olur. İsteklerimiz farklıdır; Sinoplu Diyojen, “İhtiyaçlarımız oldukça az iken, isteklerimiz fazladır. İnsanların çoğu zaman peşinden gittikleri şeyler, ihtiyaçları değil, istekleridir”der. Eğer kişi mutlu olmak istiyorsa, ihtiyaç ile isteği ayırt edebilmelidir. Çünkü isteklerimizin sınırı yoktur. Örneğin, bir çanta almıştır; çok hoşuna gittiği için farklı renklerini de almak istemesi gibi… Birincisi ihtiyaç, diğerleri istektir… 


“Alışveriş yapmadan duramıyorum. Sürekli yeni şeyler almak için sosyal medyaya bakıyorum…” diyorsanız, zihnin sürekli alışveriş fikriyle meşgul olmasının pek çok sebebi olabilir. En önemli nedenlerinden biri, kişinin o anda baş etmekte zorlandığı olumsuz duyguları engellemek ve onlardan kaçınmak istemesidir. Kızgınlık, kaygı, mutsuzluk, yalnızlık gibi baş etmekte zorlanılan duygular, kişinin ilgisini alışverişe yönlendirmesine neden olabiliyor. Kişi öfkesini veya kızgınlığını kendisine bir şeyler alarak gidermeye çalışır. Örneğin evin hanımı eşine sinirlenmiştir, öfkesini alışveriş yaparak gidermeye çalışması gibi...  


Böylece istenmeyen duygulardan kaçınmış olur. Nedir bu istenmeyen duygular? Öfke, kaygı, kıskançlık, mutsuzluk... 


Kaçınılan bir diğer his de duygusal boşluk hissidir. Satın alınan şeylerle kişi farkında olmadan bu boşluğu doldurmaya çalışır. Örneğin, eşiyle iletişim kuramıyordur; anlaşılmadığını düşünmesi, eşinin sadece işle ilgilenmesi ve evdeki sorumluluklarını ihmal etmesi gibi. Kişi satın aldıkça geçici haz yaşar ama bir süre sonra aldıklarını beğenmeme ve pişmanlık duygusu yaşamasına sebep olur. Tekrar baştaki kızgınlık, öfke, mutsuzluk hâline geri dönüş yapar. Sonra kendisini içinden çıkılamaz bir labirentteymiş gibi hisseder. 


Yeri gelmişken, ilişkilerde duygusal zekâ çok önemlidir. Duygusal zekâsı gelişmemiş bir birey, yontulmamış bir tahtaya benzer. Sadece evlilikte değil, iş ilişkisi, komşuluk ilişkisi, arkadaşlık her yerde bizi biz yapan, kendimizi ve karşımızdaki insanı değerli kılan bir özellik, duygusal zekâsı gelişmiş bir insan olmaktır. Bunun alışveriş bağımlılığı ile ne ilgisi var demeyin. Duygusal zekâ, kişinin kendisinin ve diğer insanların duygularını gözleme yeteneği, onları ayırt edebilme ve bu bilgiyi düşünce ve davranışlarına rehber olarak kullanabilmesi olarak tanımlanır. Bir yerde, kişinin kendisini disipline edebilmesi diyebiliriz. 


Kişi kendi duygularının farkına varabiliyorsa, içsel bir farkındalık, gerçek anlamda ve karşısındaki insanın da duygularını anlayıp buna göre hareket ederse, birçok problemin üstesinden gelinebileceğini düşünüyorum. Burada farkındalık ve verme var. Kişi farkına varıp verdiği zaman mutlu olur, karşısındakini mutlu eder. Bu, küçücük bir yardım veya sıcak bir gülümseme bile olabilir. 


Kişi alışveriş yaptığı sırada kendini kötü hisseder mi? Hayır. Bunun tam tersi, rahatlama ve huzur hissedebilir. Bu duygu ona kendini çok iyi hissettirir. Kendini iyi hissettikçe daha fazla alma arzusu doğar. Bu rahatlama bir nevi ödül niteliği taşır. Çünkü bu aşamada beynin ödül alanı aktifleşir. Bu kişi bu ödülü ne kadar çok alırsa o kadar çok rahatlar. Sonraları bu ödülü arayış daha da artarak devam eder. Alışverişin bu anlamda bir rahatlama etkisi olsa da bu, kısa süreli ve geçici bir rahatlamadır. Genellikle arkasından pişmanlık ve suçluluk duyguları gelir. Bazı durumlarda bunlara utanç duygusu da eklenir. Harcanan para ne kadar fazlaysa rahatlama ve pişmanlık da bir o kadar fazla olur. 


Dr. April Lane Benson, “Satın Almak mı Almamak mı: Neden Aşırı Alışveriş Yapıyoruz ve Nasıl Durdurulur” adlı kitabında, “Psikolog Paul Wachtel’in 1983 tarihli aynı adlı kitabında çok güzel bir şekilde ifade ettiği ‘Zenginliğin Yoksulluğu’nu doğruluyor. Mutluluğun maddî zenginlikten geldiğine ne kadar çok inanırsanız, depresyona girme, sıkıntıya girme ve kaygılanma olasılığınız o kadar artar ve gerçek refahı deneyimleme olasılığınız o kadar azalır” diyor. 


Dr. Benson, danışanlarına bir şey satın almak üzereyken yazılı olarak cevaplamaları için altı soru yöneltir ve şöyle söyler: “Bu soruları cevaplamanız, bu alışveriş alışkanlığının dürtüsel mi yoksa eylemsel mi olduğunu açıklamaya yardımcı olacaktır.”   


Sorular şu şekildedir: Neden buradayım? Alışveriş sırasında nasıl hissediyorum? Buna ihtiyacım var mı? Biraz bekleyebilir miyim? Bunun parasını nasıl ödeyeceğim? Aldıklarımı koyacak yerim var mı? 


Alışveriş yapmak elbette eğlencelidir. İstediğimiz ve ihtiyaç duyduğumuz şeyleri elde etmemizi sağlar. Baktığımızda insanın gerçekten ihtiyaç duyduğu şey “nesnelerin” ötesinde özsaygı, sevgi, merhamet, erdem ve dostluktur. İhtiyaç duyduğumuzda bir telefon kadar yakın dostluklar biriktirmiş olmak önemlidir. Hayatımızda arayıp hâl hatır sorabileceğimiz, birlikte olmaktan mutlu olacağımız insanların olması dileğiyle. Arkadaş ve dost sizi ileriye götüren, sevincinizle mutlu olan, size destek olup yanınızda olan kişidir; maddî şeyler ise geçicidir.  


Sağlıcakla kalın…