
MESELÂ ben, hayatım boyunca gerçeğin peşinden koştum. Zamanı sorguladığımda bir başlangıç belirlendiğini, mekânın da bir kuvvet tarafından tasarlandığını fark ettim. Hayatın bir amaca yönelik akıp gittiğini kendi tefekkür sürecimde keşfettim. Sonsuza kadar devam edecek bir zaman cetvelinin başlarında olduğumuzu, hesap vermemizin mantığını kavradım.
Şu an aradığım yerden değil, bulduğum yerden seyreyliyorum âlemi. Herkesin bir bakış açısı var ama mutlak hakikat ne acaba? Ben ona hangi uzaklıktayım? Bunları düşünüyorum.
Akıl, bilgiyi öğüten muazzam bir değirmen. Aklıma takılan şüpheleri, soruları öğütüyor, dev kayaları un ufak edip gönlüme gönderiyor, orada vicdanımla yoğurup şekil veriyorum. İşte benim hayatım ortaya çıkıyor böylece.
Allah’a şu aşamada sorgusuz sualsiz imanım var; melekler, ahiret, yeniden diriliş ve peygamberler, hepsi benim hakikatim ve hayatıma bu bilgilere dayanarak yön veriyorum. Öyle rahatım ki bulunduğum konumda. Birinin düşünce dünyasına girip onun hakikat penceresine gözlerimi çevirince dünyam altüst oluyor. “İnsan nasıl olur da bu kadar gerçeği göremez?” diye çırpınıyorum. Allah’ın zamana hükmederek “Bir gün yakîn bir gözle göreceksiniz”, “O çetin günün azabından sakının!” uyarısını okuyunca ürperiyorum. Cennet ve Cehennem tasvirlerinin geçtiği ayetleri okuyunca da oraları hayâl ediyorum. O mahşer telaşını gözlerimin önüne getiriyorum ve tıpkı ayetteki gibi ahiret hayatını umuyor, bekliyorum.
Ama işin en zor yanı, sadece toprak olduktan sonra her şeyin son bulacağını düşünen birine bunu anlatamamak. Kimse kendi doğru bildiğinden şaşmıyor. Bilimle dini bir arada düşünemeyen birçok insan tanıdım. Sanki aralarında tercih gerekiyormuş, onlar da modern ve akılcı bir yol izleyip dini elemişler, geriye bilim kalmış gibi… “Haydi” diyorum, “Mutlak hakikat sizin dediğiniz gibi olsun. Öldükten sonra dirilmek yok, hesap yok, dünyada ibadet yok, günah yok, sevap yok. O zaman kaybedeceğim hiçbir şey yok benim. Çünkü sonum yok olmaksa, şu anki inancımdan dolayı sorgulanmak da yok, ceza da yok. Peki, ya mutlak hakikat benim inandığım şekildeyse ve inanmamanın sonucu olan ve acıklı bir azap olarak tanımlanan cehennem haksa?”.
Rus ruleti geldi aklıma. Tek kurşun, tek boş kovanla iddiaya tutuşmak ve hayatla kumar oynamak… Bu bile dehşet verirken, ahiretle kumar oynamak tarifsiz bir ihanet bana göre. Hakikate karşı, akla karşı, korkunç bir karşı duruş. Her ihtimâli düşünerek insan bir kere bile kutsal metinleri okumalı ve karşılaştırmalı ya da hadis kitaplarına bir kerecik göz gezdirmeli. Yine de kabul etmezse, eyvallah. Bütün sahayı taramak, samimiyetin ve gerçek bir arayışın yansımasıdır.
“Onlar orada ebedî kalacaklardır” ayetinde bahsi geçen yer bir tatil köyü değil, çiftlik evi değil, Cehennem! İnsan bu tehdidi ihtimâl dâhilinde tutarak bile korkmalı. İlâhî kaynaklı bunun gibi cümlelerin arkasını aramamak, yok saymak cüretin en âlâsı!
Bir ateist, bütün mantık kurallarına uyup, her yolu ölçüp tartıp inanmamayı doğru bulduysa, ona söylenecek tek sözüm, “Bekleyelim, görelim” olur. Ama dünyanın imtihan süreciyle başlayan bir mekân olduğuna akıl sır erdiremeyen ve Yaratıcıyı adaletsiz bulan birçok ateist var. “Dünyada hikmet, ahirette adalet” sözünü yazmamın tam da yeri geldi. İnsan ne kadar empati kurmaya çalışsa da kendi yörüngesinden çıkıp başka bir bakış açısını gönlüne sığdıramıyor. Ama Allah dileseydi herkes iman ederdi. Bu kadar farklı düşüncelerin akıllara geliyor olması da mutlak aklın ihtişamının sonucu.
Galileo Dünya’nın yuvarlak olduğunu iddia ederken, herkes tepsi gibi düşündü. Hâlbuki Dünya en başından beri yuvarlaktı. Herkesin bildiği gerçekle mutlak gerçek farklıydı ama bunu kabullenemediler. Şimdi de aynı yanılgı olamaz mı? Peygamberi ve kutsal kitabı gereksiz bulan ama büyük bir coşkuyla Allah’a inanan deistler, tanrı düşüncesini kendi şablonlarına oturtarak benimsiyorlar. Hatta soru sormayacak olan ve insanı dünyada kendi aklı ve vicdanıyla baş başa bırakan bir tanrı inancı hoşlarına gidiyor. Çünkü bu en kolay olan tercih, “Sınırsız özgürlük var, günah kavramı yok” düşüncesi. Haz ve hız çağı olarak adlandırılan bu çağın insanına teslimiyetten, ahiretten, iyilikten, fedakârlıktan, sabırdan, erdemden bahsetmek, “Kendini damdan aşağı at” demekle aynı gibi. Kendi aklıyla şekil verip yönettiği bir din, hem vicdanını rahatlatıyor, hem de aradığı özgürlüğü sunuyor. İşte bunun için kalpler bir yerlere doğru kayıp gidiyor.
Ama hepimizin hakikat kabul ettiği onca fikir bir yana, gerçekten gerçek olan değişmeyen bir hakikat var. Aramızdaki en akıllı ve şanslı olanların fark edebildiği de mutlaka o değil mi? Mutlak hakikat…