Mütefekkir Komutan

Aliya bir taraftan milleti için İslamî bir nizam üzerine önderlik ederken, diğer taraftan fikirleri ve yazılarıyla Müslüman dünyanın birikimine ciddi katkıda bulunmuştur. O, dünya tarihinde hem bir komutan, hem bir devlet adamı, hem de bir mütefekkir olmayı başarabilmiş nadir insanlarındandır.

HER insan, ömür sermayesinden payına düşeni yaşayıp göçüyor bu dünyadan. Her hayat ayrı bir hikâye, her yaşam ayrı bir emek ifade ediyor. Ancak bazı insanlar var ki, onların hayatları yalnız kendi benlikleriyle ilgili olmayıp, çok daha büyük kitleleri etkilemiş, çok daha büyük ses getirmiş, tarihin akışında alelade bir yerde değil, dönüm noktalarında var olmuşlardır. Kimi hayatlar var ki, varlıkları yalnız yaşadıkları süreden ibaret değildir. Kimi sesler, sadece dünyada var oldukları döneme değil, geleceğe de seslenirler. Kimi insanlardan sadece ömür süreçlerinde değil, sonrasında da fazlasıyla istifade edilebilmektedir. İşte onlardan biri “Aliya İzzetbegoviç”!

Hayatı mücadeleyle geçmiş, inandığı değerlerden asla taviz vermemiş, milleti, memleketi ve dini için oldukça diğerkâm davranmış bir lider… Hayat sahnesinin farklı dönemlerinde onu çok farklı rollerde görmeniz mümkün. Hapishanede bir mahkûm, entelektüel manada bir mütefekkir, askerleriyle birlikte cephede yer alan bir komutan veya siyasî iklimde bir devlet başkanı…

Bosna-Hersek’in kuzeybatısında Müslüman bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Aliya, fikrî ve aksiyoner hayatına ilk olarak henüz 16 yaşındayken Mladi Müslümani (Genç Müslümanlar) örgütü ile başladı. Sonrasında “büyük nehirleri besleyen küçük bir ırmak” olarak tanımladığı bu örgüt, lise ve üniversite öğrencisi Müslüman gençlerin bir araya gelerek Bosna’nın geleceği hakkında fikir yürüttüğü ve kafa yorduğu bir ocak olmuştu onlar için. “Bir çiçek düşünün, eğer onun köklerini keserseniz, o topraktaki gıdayı ve suyu alamaz, bir süre yaşar ve sonunda kurur” dediği gibi Aliya’nın, Bosna halkı için bu kökün İslam olduğu ve bu yurdun ancak ona sarıldıkça feraha ereceği düşüncesinin temelleri işte bu örgütte atılmıştı.

İkinci Dünya Savaşı döneminde Sovyet karşıtı propaganda iddiası ile Mladi Müslümani kapatılmış ve içerisinde Aliya’nın da bulunduğu üyeleri tutuklanmıştı. Bilge Lider için Medresey-i Yusufiye’nin kapıları ilk olarak bu olay üzerine açılmıştır.

Balkanlarda Osmanlı’nın çekildiği dönemden beri rahat yüzü görmeyen Müslümanlar, baskıcı rejimlerin keyfî uygulamaları ile uzun bir süre zulme maruz kaldılar ve İslamî kimliği koruma noktasında ciddî problemler yaşadılar. İkinci Dünya Savaşı döneminde on binlerce Müslüman katledildi, bir milyona yakın kişi göçe mecbur hale getirildi.

Ülkesinde yaşanan bütün bu sıkıntılara hayatının her anında yakından şahit olan ve çözüm için yollar arayan Aliya, hem sözleri, hem de yaşayışı ile milletine her daim İslam’a sımsıkı sarılmayı öğütlemekteydi. 1983 yılında basılan “İslamî Manifesto” adlı kitabı büyük ses getirmiş, baskıcı rejimin endişelenmesine sebep olmuş ve Aliya, Avrupa’da “İslam Devleti kurmaya çalışmak” suçundan yeniden hapse atılmıştı. Yazdığı kitaptan ötürü hapse atılması, hem onu, hem de manifestosunu tüm dünyada daha da bilinir hale getirmişti.

Aliya bu manifesto ile dünyadaki tüm Müslümanlara İslam’ı bir hayat nizamı haline getirme noktasında çağrıda bulunmuştur. Aynı zamanda hapiste olduğu dönemde “Doğu ile Batı Arasında İslam” isimli meşhur kitabı da yayınlanmış ve tüm dünyada yankı bulmuştur.

Hapisten çıktıktan sonra komünist rejimlerin çöküş dönemine girdiği vakitlerde Bosna-Hersek Özerk Cumhuriyeti’nde kurduğu parti ile seçimlere girmiş ve büyük bir başarı göstererek seçimleri kazanmış, kendisi de Cumhurbaşkanı olmuştur. Sonrasında Federal Cumhuriyet içinde başlayan bağımsızlık hareketleriyle birlikte, 1 Mart 1992 tarihinde Bosna-Hersek, yapılan referandum sonucunda bağımsızlığını ilan etmiştir.

Bu gelişmeden sonra insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek ve nesiller boyu unutulmayacak olan yakın tarihin en büyük vahşetlerinden biri gerçekleşti ve bağımsız Bosna’yı hazmedemeyen Sırplar, Boşnak topraklarını işgal ederek katliama başladılar. On binlerce masum insan, çoluk çocuk, genç ve ihtiyar demeden, sadece bağımsız bir hayat istedikleri için katledildi.

İşte böyle baskıcı ve sistematik bir katliam yapmaktan çekinmeyen sistem karşısında Aliya her zaman milletiyle beraber olmuş, savaş zamanı onlarla birlikte cephede kalmış, aynı zamanda uluslararası kamuoyunu harekete geçirmeye çalışmıştır. Hırvatların ve Sırpların bağımsızlığını destekleyen Avrupa, dünyada çok defa örneği yaşandığı gibi, söz konusu Müslümanlar olunca tek bir adım atmamış ve dört yıl boyunca süren bu vahşet manzaralarına seyirci kalmakla yetinmiştir. Müslüman halklar ve vicdanı kurumamış olan az bir topluluk, kendi topraklarında protestolarla tepkilerini göstermeye çalışmışlarsa da bu, elleri ve gözleri bağlanmış, vicdanları taş tutmuş yöneticilerini Avrupa’nın göbeğinde gerçekleşen soykırıma karşı harekete geçirmeye yetmemiştir.

Aliya bir taraftan milleti için İslamî bir nizam üzerine önderlik ederken, diğer taraftan fikirleri ve yazılarıyla Müslüman dünyanın birikimine ciddi katkıda bulunmuştur. O, dünya tarihinde hem bir komutan, hem bir devlet adamı, hem de bir mütefekkir olmayı başarabilmiş nadir insanlarındandır. Ömrünü adadığı Müslüman Bosna ideali, onu en zor zamanlarda dahi hep dipdiri tutmuştur.

Ve Mütefekkir Komutan’dan payımıza düşen son bir not: “Kur'an edebiyat değil, hayattır; dolayısıyla O'na bir düşünce tarzı değil, bir yaşam tarzı olarak bakılmalıdır.”