
BU yazımızda,
16 Aralık 1925 tarihinde Musul’un Cemiyet-i Akvam tarafından Irak’a verilmesi
konusunu ele alacağız…
Kıbrıs, Batı Trakya ve Musul’un
verilmesi
İkinci TBMM 2 Ağustos 1923’te
toplanmış, ilk iş olarak 22 Ağustos 1923 Salı günü, Lozan Anlaşması’nın
ivedilikle görüşülmesini kabul etmiştir. Böylece Mîsak-ı Millî sınırları içinde
bulunan bazı topraklardan Lozan’da feragat edilmiştir. Hâlbuki Birinci Cihan
Harbi bitiminde Musul, Halep ve Batum dâhil, Türklerin ağırlıkta yaşadığı bütün
bölgeler elimizde idi.
Musul, Mîsak-ı Millî
sınırları içerisinde olduğu için ilk başlarda yeni Cumhuriyet’in bütün ileri
gelenleri tarafından savunuluyor, bizim topraklarımızda kalacağı söyleniyordu. Mustafa
Kemal Paşa bunların başında geliyordu.
Mustafa Kemal, kendisine
Berlin’den mektup yazan Talât Paşa’ya, “Türkçe ve Kürtçe konuşulan bütün
vilâyetlerimiz bizim olacaktır” demiştir. Bu tarifçe ilk kurtarılacak yerler
arasına Musul-Kerkük, Batı Trakya, 12 Ada, hattâ (o tarihte Türklerin yüzde 70
çoğunlukta olduğu) Yunan Makedonya’sı da giriyordu (Kabaklı,1989:33).
Meclis Başkanı Ali Fuat
Cebesoy da benzeri kanaatler açıklamıştı. Musul vilâyeti bize göre, Mîsak-ı
Millî hudutları içindeydi. Binaenaleyh hiçbir sûretle diğer bir devlete terk
edilemezdi (Cebesoy, 2007:240).
Dönemin Başbakanı Rauf Bey
de Musul konusunda aynı kanaati taşıyordu ve bunun için Lozan’da bulunan İsmet
Paşa’ya “Hüseyin Rauf Bey” imzası ve “Zâta mahsus” kaydı ile telgraf
çekilmişti: “Yirminci madde-Musul
meselesi. (Birinci derecede haizi ehemmiyettedir.)” (Cebesoy, 2007:260)
O kadar ki, dönemin ABD
Elçiliği Ticaret Komiseri Jullian Gillespie, Rauf Bey’in büyük bir özgüven
içinde şu sözleri naklettiğini yazıyor: “Rauf
Orbay’a, ‘Musul konusunda ne olacak?’ diye sordum. Rauf Bey, ‘Musul Türk
kalacak’ diye cevap verdi. ‘Nasıl?’ dedim. Rauf Bey şu cevabı vermişti: ‘İngiltere
ile bu sorunun bir yıl içinde çözülmesi konusunda mutabakata varacağız. Sana şu
kadarını söyleyebilirim: Bir yıl sonra Musul Türkiye’nin olacak. Biz asker
göndermeyeceğiz. Araplar arasında adamlarımız vâsıtası ile problem de
çıkarmayacağız. Musul’u ne zaman istersek o zaman alabiliriz. Irak’ın şimdiki
başbakanı benim çok iyi arkadaşlarımdan biri. Zamanı geldiğinde o gereğini
yapacak. Musul Türk kalacak.” (Çevikalp, 2010)
Ne var ki, Lozan
görüşmelerinde Hilâfet ile ilgili sahiplenmenin birden değişmesi gibi, Musul
ile ilgili kanaatler de birden değişiverir. Mustafa Kemal Paşa, artık
arkadaşlarına şu fikrini söylemekten çekinmemektedir: “Köhneleşen ve
hayatiyetini kaybeden Osmanlı İmparatorluğu gövdesi üzerine devlet oturtulamaz.
Ancak Türk çoğunluğu toprağı üzerine oturtulabilir.” Atatürk, “Biz önce Türk’üz
ve Türk olmayan vilâyetleri memnuniyetle bırakacağız” diyordu (Silvera, 1984:440).
Durum böyle gelişince,
Meclis içindeki bazı mebuslar bu gelişmeye şiddetle karşı çıkarlar. Meclis
Başkanı Ali Fuat Cebesoy, bu yaşananları şöyle anlatır: “Ergani Mebusu Emin Bey’in yerinden kalkarak, ‘Musul’u satıyorlar!’ diye
bağırması, Meclis Umumî Heyeti’nin birdenbire itidâl ve sükûnunu bozmuştu.
Bunun üzerine Meclis’i on dakika tatil ettim. İkinci celse açıldığı zaman Sırrı
Bey tekrar kürsüye gelmiş ve tenkitlerine devam etmişti. Sırrı Bey’e göre,
İngilizler Musul kıtasını yalnız varidat için değil, İslâm memleketleri ortasında
ikinci bir ihtilâf membaı olarak istiyorlardı.
Ege adalarının ve on iki adanın Yunan ve İtalyanlara
bırakılmasını tenkit eden İzmit mebusu, ‘Adaları İtalyanlara ve Yunanlılara
vermek sûretiyle Anadolu’nun istikbâli sarih bir sûrette tehlikeye
vazolunmuştur. İstikbâlde katlanacak bu tehlike, acaba hâlde ne istifade temin
ediyor ki buna tahammül edelim?’ demişti.” (Cebesoy, 2007:399)
Trabzon Mebusu Ali Şükrü
Bey de Musul’un bir başka devlete verilmesine karşı çıkanlardan biridir. Ali
Şükrü Bey, Lozan’a gidecek yeni bir heyetin neler yapması lâzım geldiğine dair
kendi şahsî mütalâalarını uzun uzun anlatmıştır. Sonra On İki Ada, Yunanistan’ın
elinde bulunan adalar ve Musul meselesi üzerinde durmuştur (Cebesoy, 2007:432).
Afyon Mebusu Hoca Şükrü
Efendi, her ne kadar “Mesele mühimdir, müzakere nasıl kâfi olur?” diye
bağırdıysa da Mustafa Kemal Paşa kendisini şöyle susturmuştu: “Sus artık hoca
efendi!” (Cebesoy, 2007:204)
Lozan’da Türkiye’nin en
büyük kaybı, şüphesiz Musul ve civarı olmuştu! Devrin Adalet Bakanı Rıfat Bey’in
notlarına göre, “Lozan görüşmeleri sırasında Süleymaniye ve Musul’u kurtarmak
mümkünken, Mustafa Kemal’in “Musul’u
vermemekte direnirsek yeniden savaşmak zorunda kalırız” mülâhazası üzerine
Musul meselesi bir kenara bırakılmıştır. Aynı oturumda kendisini Kürt olarak
tanımlayan Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey’in Musul’un ve Kürtlerin Türkiye’den
ayrılmaması gerektiği şeklindeki ikazı da fayda vermemiştir (Çalika, 1992:130).
Ali Şükrü Bey de Musul meselesinin ertelenmesini
şöyle eleştiriyordu: “Efendiler, soruyorum,
düşmanların altı ay sonra iade etmiş olduğu bir toprak var mıdır? Yoktur
efendiler. Hangi toprak bir daha iade edilmiştir? Musul’u bir sene sonraya
bırakmak... Netîcede kaybetmek demektir.” (Doğan M., 2014:225)
Lozan’da Musul ve civarı
ile ilgili durum böyleyken, Hatay vilâyeti de sınırlarımız dışında kabul
ediliyordu. Boğazlar bölgesine Türk Ordusunun girişine de müsaade edilmiyordu. Atatürk’ün
kurmay kadrosundan Binbaşı Hüsrev Gerede, Lozan’da bu anlamda yaşananları “bir
fedâ edilme” olarak niteledikten sonra sebebini şöyle izah eder: “24 Temmuz 1923: Lozan Antlaşması imzalandı.
Anadolu’nun uzantıları sayılabilecek Süleymaniye ve Kerkük petrol yüzünden,
Hatay ise İskenderun limanı yüzünden feda edilmekle birlikte, ulusal
egemenlikle, hukukî ve ekonomik bağımsızlığımız kurtarılmış oldu.” (Gerede-Önal,
2003:225)
“Tevfik’in İsmet’e tesiri…”
Dr. Rıza Nur, Lozan’da
Musul konusunda yaşananları ve Musul’un İngilizler tarafından anavatandan nasıl
koparıldığını şöyle anlatıyor: “Bizde ne
hazırlık var, ne dosya var, hiçbir şey yok. Lord Curzon gibi birtakım resmî
diplomatlar burada. Hem bunların mükemmel dosyaları vardır. Ne yapacağız?!
Heyet-i Vekile bize, giderken bir içtimada avuç içi kadar bir kâğıda sığan bir
talimat verdi. Mustafa Kemal, İsmet ile beni bir tarafa çekti. Galiba ne
bahasına olursa olsun sulh istiyor. Doğrusu Trakya için zahmet çekmedik, kolay
aldık. Sade Dimetoka’yı boşuna kaybettik. Fakat İsmet, Lozan’da Musul için
daima bana, ‘Canım, gel şunu bırakalım da sulh yapalım’ der, beni zorlardı. Ben,
‘Olmaz, bütün mukavemetleri yapalım’ derdim. ‘Canım, sonra boca ederiz. Sulhu
kaçırırız. Verelim’ derdi…” (Nur, 1991:19)
“Lozan’daki Mîsak-ı Millî, Moskova’daki gibi sağlam
değil, yaralı idi. Âdeta can çekişiyordu. Bu komisyonda bir mühim mesele yardı.
O da El-Cezîre hududu yani Musul meselesi idi. İngilizler kanaatim gibi sâde
Boğaz meselesine ehemmiyet verdiler. O olunca, ekonomik işlere pek de kulak
asmadılar. Sadece Musul’a ehemmiyet verdiler…” (Nur, 1991:34-355)
“Bu müzakereler bir müddet şifahen devam etti.
Sonradan nota hâlinde tahrir-i hâl de yaptık. İsmet mütemadiyen bana, ‘Gel, şu
Musul’u verelim de kurtulalım’ diyor. Ben de, ‘Olamaz, Musul bizim en mühim
yerimizdir. Orası böğrümüzdür. Böğrümüze hücûm oradan olur. Hem de başımıza bir
Kürdistan fikri çıkar. Çalışalım. Kurtulmak ihtimâli vardır’ diyorum. O da,
‘Etme, sonra boca olur. Muahede, sulh kalır’ diyor. Ben de bir düziye mâni
oluyorum.
İngilizler, ‘Musul’u size vermek demek, sizin Bağdat’a
inmeniz demektir’ diyorlar. Anlaşılıyor ki, bundan korkuyorlar. İsmet benden
aciz kalıp Ankara’ya yazdı. Hükûmet Erkân-ı Harbiye’ye sormuş. Fevzi Paşa, ‘Musul’u
almalı’ demiş. Bu bana kuvvet oldu.
İngilizler ile husûsî görüşmelerde epey terakki oldu.
Bir gün İngilizler bize geldiler. Yeni teklifte bulundular. Ellerinde
haritaları da vardı. Hududu çizmişlerdi. ‘İşte’ dediler. Musul’un hemencik
şimalinden, hududundan geçiyor ve Süleymaniye sancağını tamimiyle bize
bırakıyorlardı. Bu büyük bir şeydi. Demek Musul’u almak için ümit artıyordu.
Bizim askerî müşavir Tevfik (Bıyıklıoğlu), ‘Süleymaniye’den
ne çıkar? Buraları dağlıktır. Musul olmayınca oralara gidilemez bile. Başa belâ
olur’ dedi. Ben oraları bilmem, asker de değilim. Görüyorum, İsmet de bunları
ondan soruyor.
Bana öyle geliyor ki, İsmet, Tevfik’in tesiri altında,
hakikaten bu adamın İsmet üzerinde, orduda ve Lozan’da ve sonraları çok menhus
tesiri olmuştur. Araplar zamanında Tevfik, İsmet’in yanındaydı. Onun hassas
damarlarını biliyor. Derhâl damarına giriyordu…” (Nur, 1991:68-69)
Tarih öyle yazılmıştı ki,
her türlü hamakat ve zavallılığına rağmen Damat Ferit Paşa, Sevr görüşmeleri
sırasında işgalci emperyalistlere muhtıra verirken, Halep, Musul ve 12 Ada’yı
vermekten kaçınmıştı. Mîsak-ı Millî sınırlarını savunan bu zavallı adam “hain”,
Mîsak-ı Millî topraklarını yabancılara veren kişiler ise sonradan kahraman ilân
edilmişlerdir. Dönemin nâzırlarından Tevfik Biren, bu olayı şöyle
anlatmaktadır: “Damadın Konferans’ta
okumak üzere hazırladığı muhtırada Anadolu ve Adalar ile ilgili şu hükümler
vardı:
2. Anadolu… Türk topraklarının Asya’da kalan kısmı,
harbden evvel olduğu gibi, şimalde Karadeniz, şarkta Türk-Rus ve Türk-Acemistan
sınırlarıyle ihata edilmiştir. Bu sınır ayrıca, cenubda Akdeniz’e kadar Halep
vilâyetinin bir kısmı ile Musul ve Diyarbekir’i içine alır…
3. Tarihî ve iktisadî cihetlerden Anadolu’ya bağlı
bulunan sahile yakın adalar, kaçakçılığa mâni olabilmek, sahilin emniyetini te’min
etmek için büyük bir muhtariyet dairesinde olmak üzere Osmanlı hâkimiyeti
altında kalmalıdır…” (Biren, 2006:235)
İngiltere, Lozan Antlaşması ile Osmanlı
toprakları üzerindeki belirsizlikler giderildiği için hâkimiyetini pekiştirme
imkânına sahip oldu. Bu anlamda, İngilizler açısından esas olarak Sevr’den
geriye düşüldüğünü söylemek mümkün değildir.
Lozan’da esas başarının İngiltere başta
olmak üzere müttefiklere ait olduğu ortadadır. İngiltere, ne istediyse onu elde
etmiştir. Boğazlardan geçiş serbestisi, Batı Trakya’nın Yunanistan’a
bırakılması, Yunanlardan savaş tazminatı alınmaması, Antakya ve İskenderun’un
sınırlar dışında kalması, Musul Meselesi’nin hâllinin sonraya bırakılması ve
netîce olarak İngilizlere terki, Türkiye tarafının verdiği hiç de küçük olmayan
tavizlerdir.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar ve
yönetenler Lozan’ı büyük bir Türk zaferi olarak takdim ederken, 3 Ekim 1923’te
açılan İngiliz İmparatorluk Kongresi’nde İngiliz Başvekili Stanley Baldwin,
şunları söylemektedir: “Bu muahede,
İngilizlerin esaslı menfaatlerini korumakla kalmayıp aynı zamanda Yakın Şark’ta
ekseriyetle bozulan müteaddit (çok sayıda) ırk ve din menfaatlerinin telifine
medar (kaynak) olacak, devamlı bir sükûnet teminine ve iktisadî vaziyetin
ıslahına yardım edecektir. İngiliz itibarını korumak için takip edilecek yegâne
yol budur.”
Türkiye’ye Lozan Antlaşması’nı bir an evvel
tasdik etmesi için baskı yapan İngiltere, Lozan’ı en son kabul eden ülkedir!
İlgili kanun tasarısı Avam Kamarası’nın gündemine Nisan 1924’te, Türkiye’de
Hilâfet’in kaldırılmasından sonra sokulmuş ve 24 Temmuz 1924’te kabul
edilmiştir. Cemiyet-i Akvam’ın Lozan’ı tasdiki ise, Musul meselesinin İngiltere
tarafından bu kuruluşa havâle edildiği güne rastlamıştır (6 Ağustos 1924)! (Doğan
M., 2014:221)
Kaynakça
Biren
Tevfik, (2006), Bürokrat Tevfik Biren’in II. Abdülhamit, Meşrutiyet ve Mütareke
Dönemi Hatıraları, Cilt:2, İstanbul: Pınar Yay.
Cebesoy
Ali Fuat,(2007), Siyasi Hatıralar, İstanbul: Temel Yayınları
Çalıka
A. Rıfat, (1992), Anılar, İstanbul:?
Doğan D. Mehmet, (2014),
Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş, Ankara: Yazar Yayınları
Gerede
Hüsrev-Önal Sami, (2003), Hüsrev Gerede’nin Anıları, İstanbul: Literatür Yay.
Kabaklı
Ahmet,(1989),Temellerin Duruşması, İstanbul: Türk Edebiyat Vakfı Yay.
Nur
Rıza, (1991), Lozan Hatıraları, İstanbul: Boğaziçi Yay.
Silvera Alain, (1984), Uluslararası Atatürk Sempozyumu, Kemalizm ve Mısır Ulusçuluğunun Kökenleri Ankara: İş Bankası Yay.