Müştehir Karakaya: Şiiri iyiliğe dönüştüren adam

Beyaz şiirler yazan şair o. Beyaz yaşayan, beyaz konuşan, beyaz yazan şair… Beyazın şairi… Maviye, mavişele hasret bir beyaz şair… Düz beyaz. Bembeyaz. Ak beyaz. Kar beyaz. Kar beyaz Müştehir!

HER gün, her hece kozasını ören şair… Delişmen yüreğiyle dolaşıyor bir ömür aramızda. Misket bombası şair… Her an her yerinden imgeler, dizeler, mısralar patlayabilir. Patlıyor da. Dünya üç şey içindir onun için: İnanmak, bilmek ve sevmek.

Karbeyaz Papatyalar’ın şairi o. Şark’ın şairi… Ortadoğu’nun yani… Kaç bin yıldır dinmeyen trajedilerin hüznü var dizelerinde. Bir o kadar derinliği, bir o kadar da umudu… Urartu onda dirilmiş, Tuşba onda ruh bulmuş, Büyük Selçuklu onun sesinde ayağa kalkmış, Osmanlı onunla Hüsrev Paşa olmuş da imar ediyor şehri yeniden, dize dize, mısra mısra, satır satır. Hazanda bir çıra gibi yanması, ülkesindeki çocukların baharı görmeleri içindir.

Kadim bir gelenekten geliyor adı. Kadim bir gelenekten geliyor şehri. Kadim bir gelenekten besleniyor şiiri. Kadim, çok kadim, en kadim geleneğin emzirdiği çocuktur her daim bizim Müştehir’imiz. “Doğu” dense -nedense- benim aklıma Van gelir ilkin. (Erzurum, Malatya gelmez meselâ. Onlar daha çok İç Anadolu’ya aittir benim zihnimde nedense.) “Van” denilince de “Müştehir Karakaya”…

Van tu tri. Bir ki üç. Van Müştehir. İki ve üç yok artık. Açık ara Müştehir van yani. Van yani…

Van demek, “Müştehir” demek benim nezdimde. Ne benim? Hepimizin. Mehmet abinin (Doğan), Nurullah’ın (Genç), Şakir’in (Kurtulmuş), hemen hepimizin. “Edebiyatımızda Van’ı tek başına o temsil ediyor senelerdir” desek, abartmış olmayız, inanın! Yüzü, sesi, tınısı, bakışı, dizeleri, denemeleri, eserleri, kuşatıcılığı, yere sağlam basışı, dik duruşuyla elbette.

Altmış yıllık ömrümde çok şair tanıdım. Çoğunu da sevdim. (“Şiiri severim ama şairleri sevmem” hükmünün aksine, ben şairleri de sevdim.) İyi şiirlere, iyi şairlere ve iyi de şiir okuyan şairlere şahitlik ettim. Uluslararası on dokuz şiir akşamı düzenleme kurulunda yer alırsanız doğal olarak sizler de tanıklık ederseniz birçok şiirin okunuşuna. Ve itirafım şudur ki, günlük hayatı, muhabbeti, yürüyüşü, konuşması, hâl hatırı, yirmi dört saati şiir olan bir tek Müştehir’i tanıdım ben. Hayatı şiir bu adamın, evet! Edası, vurguları, susuşuyla; hüznü, inkisarı, haykırışıyla; her sözü, her cevabı, her duruşuyla…

Şiir gibi adam. Yok yok, “gibi”si fazla! Şiir adam Müştehir.

Dikkat eder misiniz lütfen, adı bile “şiir” adamın yahu. Gel de kıskanma! Şiir tadında, şiirsel, metaforik bir kelime “müştehir”. Müştehir, “şöhretli, ünlenmiş” demek. Müştehi ise “iştahlı, doyumsuz”. İkisi de var bizim Müştehir’de. Hem meşhurdur kendileri, hem de şiire, estetiğe, iyiliğe doyumsuz adam.

Soyadı “Karakaya”. “Kara” ve “kaya”. Evet, onu tanıyan herkes buna şahitlik eder. Müştehir’imiz inanç ilke ve prensiplerinde kaya gibi sert ve dayanıklıdır. Fırtınalar, tipiler, boranlar inandıklarından vazgeçiremedi onu, geçiremeyecek. Esmerliği de karalığına delildir. Yüreği, dizeleri, satırları beyazdır ama. Soyadı gibi mert ve sert bir kara adamdır o.

İsmini de, soyadını da hak edenlerdendir yani. İsmi, soyadı hakkını helâl edebilir ona, biz de şahitlik ederiz buna!

Van’dan önce Babıalilidir bizim Müştehir. Babıali’nin asıl kahramanlarından, çilekeşlerinden, emekçilerinden. On yaşından otuz beşine, yirmi beş yıl Payitaht’ta geçmiştir ömrü. Beykoz da iyi bilir onu, Paşabahçe de. Cağaloğlu çok iyi tanır onu. Çok sever ve takdir eder.

Kardelen’i de o çıkardı, Hazan’ı da. Vefa Taşdelen ile Beyaz Gemi’yi de…

En sevdiğim imgelerinden ve dizelerinden: “Eylülün sarı gülüşleri, korkunun ıslak elleri, güzdür küçük kıyametimdir, felsefedir içimdeki oyuklar, hörgücünden öperek, hazan şarkılarının tezat nakaratları, güz süpürür acıyı, gönlüm asi bir küheylan, kalbimin kuşlarını uçurdumsa, ben şimşekleri çakan bir bulutun ardılıyım, tin ve tözün zehirli nakışları, sesimden öp beni, tanrım dedim saydım tüm adını bilmediğim her dilden, insanoğlu ey, nefsinin itidir akıl denen hit, koy beni bezirgan yüklerine, gecenin dudakları öpse beni alnımdan, aşk ölümü öldürür, ölüm uçar yanımdan, artakalan sofradan yiyen bir saraylıyım, politan bir şehrin yüz güzelleri, rüzgârın boynuzuyla düştü daldaki adam, kelimelerin bileşkesi curcuna, yine bir şair ölmüş deseler/ yolda mı kalır şiir, topladı peçete köşesinde düşlerini, dürdü aşk defterini ezberine alarak, bir aydınlıktır belki yüreğimizde/ ışıyan çocuk, kanayan anne, ölen her taş/ içimizdeki kırmızının hançeridir, ekmeğimizi akşam üstü/ kahkaha denizlerinde ıslatarak/ şehirlerin puslu ayazında, ey yüreğimin ince nakışı/ biraz da yetimler için ağlar mısın?”

Dokuz şiir kitabının yanı sıra öyküler, romanlar, denemeler de yazdı. Ama serveti en çok şiirleridir. İtiraf da ediyor zaten bir dizesinde bunu: “Şiirlerdir servetim, dünyada kalan malım.”

Her şair bir dizeden ibaretse eğer, Müştehir Karakaya benim için “Gönlüm asi bir küheylan” dizesidir hiç kuşkusuz.


Doğu ile Batı arasında yürüyor o adım adım, dize dize, satır satır; ses ses, söz söz, sis sis. Son yıllarda yayınladığı kitapları bir “Bilgenin Günlüğü” sayılmalıdır. Aslında Müştehir Karakaya, Gece Sağanakları altında Canana Şiirler yazmak istiyordu. Âh ki âh! Ay Karanlıktı o akşam. Yurdunu Arayan Ölüm, Mazlum Halepçe’de kol geziyor, en çok da çocuklara ölüm kusuyordu sanki. Olan garibana, masuma, mazluma oluyordu hep. Hâlbuki Tuşba’nın İncisi Semiramis, Tuşba Yolunda, Zaman Gergefinde Kitabelere baka baka Düş Zamanı Öyküleri anlatıyordu İçinde Eylül Biriktiren Kadınlara. Sevdiğine Üç Yağmur Masalı anlatmak ne de güzeldi ya, ama… Âh! “Ama”sı vardı işte. Burada Deniz Vurgundu ve Savunmaya muhtaç olmayacak kadar ayan beyandı her şey. Artık Şuuraltı Notları tutmanın da, Erguvanî Yazılar yazmanın da bir fanteziden öteye ne anlamı olabilirdi? Sait Faik’in de dediği gibi, yazmak hırstan başka neydi ki hakikatte? Yapamadı Müştehir. Yapamazdı. Yazdı, yazdı, yazdı. Aydınlandıkça içi, aydınlattı içimizi. Ne de iyi etti!

Paradan puldan anlamaz. Tanımaz da. Nereye çağrılsa gider. Gönül adamıdır. Kibir mekânına uğramaya cesaret bile edemez. Gözlüklerini süzgeç olarak kullanır söylenen her şeyi hakikatin süzgecinden geçirmek, sonra kabullenmek için.

Doğunun sesi. Doğunun yüzü. Doğunun kalbi o. Kâh ermiş, kâh bilge, kâh filozof. En çok da şair. Müştehir’i dinlerken, sadece şiir okurken değil, her an zaman-mekân kayboluyor; saçı sakalı birbirine karışmış ufak tefek tunçtan bir heykel canlanıyor adeta, boğuk ve ezilmiş ama bilgece bir sesle sizi alıp Mezopotamya bahçelerinde bir felsefe dersine yahut Bağdat’ta, Tebriz’de, hatta Babil bahçelerinde bir şiir şölenine götürüyor. Tam da budur Müştehir Karakaya!

Unutmadan, onu üç gün üç gece yorulmadan dinleyebilirsiniz. Her şair bir renkse eğer bu dünyada -ki bence kesinlikle öyledir-, Müştehir Karakaya beyazdır meselâ bende.

Beyaz şiirler yazan şair o. Beyaz yaşayan, beyaz konuşan, beyaz yazan şair… Beyazın şairi… Maviye, mavişele hasret bir beyaz şair… Düz beyaz. Bembeyaz. Ak beyaz. Kar beyaz. Kar beyaz Müştehir!

Van tu tri. Bir de Müştehir.

Şiiri yazan değil, yaşayan adam o. Şiiri iyiliğe, merhamete, güzelliğe dönüştüren adam…