Müslümanların zihinsel mağlûbiyet psikolojisi

Son üç yüz yıldır zihinlerde mağlûbiyet psikolojisini yaşayan Müslümanlar, zihinsel savrulmalar yaşayarak gâlipler (Batılılar) karşısında uzun süreden beri aşağılık kompleksi içine düştüler. Bu durum, ellerini kollarını bağladı ve kendi kendilerine “Biz adam olamayız!” psikozunu yaşattı. Kendi kendilerine empoze ettikleri böyle bir psikoloji ve felsefe, Müslümanları yüzyıllardır kış uykusuna yatırdı…

Gâlibiyet psikolojisi

GÂLİP gelmek, her zaman ve her şartta mutlak haklı olmak demek değildir. Bilâkis haklı olmak, mutlak gâlibiyettir. Çünkü gerçek mânâda “gâlibiyet” kavramının özünde hak vardır, hukuk vardır, adâlet vardır, yâni haklı olmak vardır. Onun için “Gâliptir bu yolda (Hakk yolunda) mağlûp olanlar” denilmiştir.

İnsanların çoğu, ne pahasına olursa olsun yâni hiçbir ahlâkî umde gözetmeksizin, hiçbir hakka, hukuka riâyet etmeksizin, salt güce dayalı olarak elde edilen zaferlere gâlibiyet diyorlar. Bu tam bir Makyavelist ve pragmatist bir anlayıştır.

Hâlbuki Allah’tan başka gâlip yoktur. Ama insanların çoğu bunu bilmezler ve hakkıyla idrak edemezler.

Mağlûbiyet psikolojisi

Mağlubiyete gelince…

İnsan nefsinde, nezdinde ve nazarında kim mağlûp olmak ister ki? Her insan psikolojik olarak her konuda, her durumda ve her şartta gâlip gelmek ister. Mağlûbiyet, insan psikolojisine ağır gelir. Kolay kolay mağlûp olmak istemez ve mağlûp olduğunda da bunu kabullenmekte zorlanır.

Onun için, tarihteki meydan muharebelerinde ve savaşlarda savaşı kaybeden birçok lider, mağlûbiyeti kabullenemeyerek kendi hayatlarına dahi son vermişlerdir.

Bireysel bazda ve gündelik hayatta da bu böyledir. İnsanlar mağlûbiyeti ve kaybetmeyi bir türlü içlerine sindiremezler. Ne pahasına olursa olsun, intikam ve rövanş almak isterler. Bundan dolayı “Yenilen pehlivan güreşe doymaz” denilmiştir.

Kaybedeceğini, mağlûp olacağını anlayan birçok insan ve lider, gittikçe hırçınlaşır, saldırganlaşır, psikolojisi bozulur. Varsa elinde bir güç, bunu giderayak ya zulmünü artırmada ya da kendi hayatına son vermede kullanır. Hitler bunun tipik örneklerindendir.

Bâzen de mağlûbiyeti tatmış olan insanlar, içlerine sinmese de, nefislerine ağır gelse de kabuğuna çekilir, içe döner ve tüm iddialarını kaybederler. Uzunca bir süre kendine gelemez, sanki kış uykusuna yatmış gibi olurlar.

Bu durum, bir “zihinsel mağlûbiyet psikolojisi”dir ve psikolojik olarak da bir sönmedir.

Müslümanların mağlûbiyet psikolojisi

Yaklaşık olarak son üç yüz yıldır Müslümanlar hem sahada, hem de zihinlerde mağlûbiyeti yaşıyorlar. Sahadaki mağlûbiyetlerin telâfisi göreceli olarak kolay olsa da, asıl zor olan, zihinlerdeki mağlûbiyetin rehabilitasyonu ve tedavisidir. İşte asıl sorun budur, bu sorunun çözülmesi için zihinlerdeki mağlûbiyet psikolojisinin ortadan kaldırılması gerekir.

Son üç yüz yıldır zihinlerde mağlûbiyet psikolojisini yaşayan Müslümanlar, zihinsel savrulmalar yaşayarak gâlipler (Batılılar) karşısında uzun süreden beri aşağılık kompleksi içine düştüler.

Bu durum, ellerini kollarını bağladı ve kendi kendilerine “Biz adam olamayız!” psikozunu yaşattı. Kendi kendilerine empoze ettikleri böyle bir psikoloji ve felsefe, Müslümanları yüzyıllardır kış uykusuna yatırdı.

Müslüman ülkelerin başındaki liderler

Ama başlarındaki lider ve yöneticilerin tuzu kuruydu. Çünkü onların keyifleri yerindeydi. Batılıların da desteğiyle “vur patlasın, çal oynasın” havasındaydılar ve dünyalıkları gâyet iyiydi. Dünya, onlar için bir “cennet”e dönüşmüştü.

George Orwell’in “Hayvan Çiftliği”indeki “domuzlara” benziyorlardı.

Kendileri bir eli yağda, bir eli balda Marie Antoinett’in Versay Sarayı’nda yaşadığı gibi keyif içerisinde yaşarken, geniş halk kitleleri yemek için ekmek dahi bulamıyordu ama Marie Antoinette ve onun gibi olanlar halka, “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler efendim!” diyerek alay ediyor ve halkı aşağılıyorlardı.

Müslümanların uyanışı ve Türkiye

İşte son zamanlarda derin uykularından uyanan Müslümanlar, yavaş yavaş kendilerine geliyor ve neyin ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.

İslâm coğrafyasında bu derin uykuya dalmayan belki de tek ülke olan Türkiye, Birinci Dünya Savaşı öncesi ve savaş yıllarında kendisini derin bir uykuya yatırmak isteyen müstevlilere karşı direniyor ve özellikle de Millî Mücâdele yıllarında canhıraş bir şekilde vatanını savunarak sömürgecilerin boyunduruğunu ve mandacılığını reddediyordu.

Son yıllarda da diğer mazlum coğrafyalardaki milletleri uyandırmaya çalışan Türkiye, târihî misyonuna uygun olarak bu milletlere önderlik yapıyor ve her konuda onların sorunlarıyla yakından ilgileniyor.

İslâm ve terör

Ancak, Türkiye bunu yaparken, diğer İslâm coğrafyalarında yaşayan Müslüman grupların bazıları, güya Batılılardan geçmişin intikamını almak için, Batılıların da kendilerini terörize etmesi ve kışkırtmasıyla terör ve anarşist eylemlere başvuruyorlar.

Bu yöntem, son derece yanlış olduğu gibi, İslâmî bir yöntem de değildir. Çünkü İslâm, ismiyle müsemmâ olduğu üzere bir barış dinidir ve İslâm’da anarşi de yoktur, terör de yoktur, intikam da yoktur.

Zâten bu durum, tam da Batılıların istediği bir durumdur ve Batılıların İslâm ülkelerini işgâl etmek için yine onlar tarafından kurulmuş olan bir tuzaktır. Ama ne yazıktır ki, kurulmuş olan bu tuzağa aklını kullanamayan Müslümanlar kolaylıkla düşebilmektedir.

Doğru yöntem ve çözüm

Doğru yöntem, aklımızı kullanarak çok çalışmak, bilim ve teknoloji üreterek zenginleşip güçlü olmak ve her sahada onları geçmek olmalıdır.

Tabiatıyla bunu yapmak zor olduğu için, hiç kimse elini taşın altına sokmak istememektedir. Çünkü bilim ve teknoloji üretmek emek ister, çalışma ister, disiplin ister, sabır ister. Bu da genel olarak Müslümanlarda olmadığına göre, işimiz daha bir hayli zor gibi görünmektedir maalesef!