Gâlibiyet
psikolojisi
GÂLİP gelmek, her
zaman ve her şartta mutlak haklı olmak demek değildir. Bilâkis haklı olmak,
mutlak gâlibiyettir. Çünkü gerçek mânâda “gâlibiyet” kavramının özünde
hak vardır, hukuk vardır, adâlet vardır, yâni haklı olmak vardır. Onun için “Gâliptir
bu yolda (Hakk yolunda) mağlûp olanlar” denilmiştir.
İnsanların
çoğu, ne pahasına olursa olsun yâni hiçbir ahlâkî umde gözetmeksizin, hiçbir
hakka, hukuka riâyet etmeksizin, salt güce dayalı olarak elde edilen zaferlere
gâlibiyet diyorlar. Bu tam bir Makyavelist ve pragmatist bir anlayıştır.
Hâlbuki
Allah’tan başka gâlip yoktur. Ama insanların çoğu bunu bilmezler ve hakkıyla
idrak edemezler.
Mağlûbiyet
psikolojisi
Mağlubiyete
gelince…
İnsan
nefsinde, nezdinde ve nazarında kim mağlûp olmak ister ki? Her insan psikolojik
olarak her konuda, her durumda ve her şartta gâlip gelmek ister. Mağlûbiyet,
insan psikolojisine ağır gelir. Kolay kolay mağlûp olmak istemez ve mağlûp
olduğunda da bunu kabullenmekte zorlanır.
Onun
için, tarihteki meydan muharebelerinde ve savaşlarda savaşı kaybeden birçok
lider, mağlûbiyeti kabullenemeyerek kendi hayatlarına dahi son vermişlerdir.
Bireysel
bazda ve gündelik hayatta da bu böyledir. İnsanlar mağlûbiyeti ve kaybetmeyi
bir türlü içlerine sindiremezler. Ne pahasına olursa olsun, intikam ve rövanş
almak isterler. Bundan dolayı “Yenilen pehlivan güreşe doymaz” denilmiştir.
Kaybedeceğini,
mağlûp olacağını anlayan birçok insan ve lider, gittikçe hırçınlaşır,
saldırganlaşır, psikolojisi bozulur. Varsa elinde bir güç, bunu giderayak ya
zulmünü artırmada ya da kendi hayatına son vermede kullanır. Hitler bunun tipik
örneklerindendir.
Bâzen
de mağlûbiyeti tatmış olan insanlar, içlerine sinmese de, nefislerine ağır
gelse de kabuğuna çekilir, içe döner ve tüm iddialarını kaybederler. Uzunca bir
süre kendine gelemez, sanki kış uykusuna yatmış gibi olurlar.
Bu
durum, bir “zihinsel mağlûbiyet psikolojisi”dir ve psikolojik olarak da bir
sönmedir.
Müslümanların
mağlûbiyet psikolojisi
Yaklaşık
olarak son üç yüz yıldır Müslümanlar hem sahada, hem de zihinlerde mağlûbiyeti
yaşıyorlar. Sahadaki mağlûbiyetlerin telâfisi göreceli olarak kolay olsa da,
asıl zor olan, zihinlerdeki mağlûbiyetin rehabilitasyonu ve tedavisidir. İşte
asıl sorun budur, bu sorunun çözülmesi için zihinlerdeki mağlûbiyet
psikolojisinin ortadan kaldırılması gerekir.
Son
üç yüz yıldır zihinlerde mağlûbiyet psikolojisini yaşayan Müslümanlar, zihinsel
savrulmalar yaşayarak gâlipler (Batılılar) karşısında uzun süreden beri
aşağılık kompleksi içine düştüler.
Bu
durum, ellerini kollarını bağladı ve kendi kendilerine “Biz adam olamayız!”
psikozunu yaşattı. Kendi kendilerine empoze ettikleri böyle bir psikoloji ve
felsefe, Müslümanları yüzyıllardır kış uykusuna yatırdı.
Müslüman
ülkelerin başındaki liderler
Ama
başlarındaki lider ve yöneticilerin tuzu kuruydu. Çünkü onların keyifleri
yerindeydi. Batılıların da desteğiyle “vur patlasın, çal oynasın” havasındaydılar
ve dünyalıkları gâyet iyiydi. Dünya, onlar için bir “cennet”e
dönüşmüştü.
George
Orwell’in “Hayvan Çiftliği”indeki “domuzlara” benziyorlardı.
Kendileri
bir eli yağda, bir eli balda Marie Antoinett’in Versay Sarayı’nda yaşadığı gibi
keyif içerisinde yaşarken, geniş halk kitleleri yemek için ekmek dahi bulamıyordu
ama Marie Antoinette ve onun gibi olanlar halka, “Ekmek bulamıyorlarsa pasta
yesinler efendim!” diyerek alay ediyor ve halkı aşağılıyorlardı.
Müslümanların
uyanışı ve Türkiye
İşte
son zamanlarda derin uykularından uyanan Müslümanlar, yavaş yavaş kendilerine
geliyor ve neyin ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.
İslâm
coğrafyasında bu derin uykuya dalmayan belki de tek ülke olan Türkiye, Birinci
Dünya Savaşı öncesi ve savaş yıllarında kendisini derin bir uykuya yatırmak isteyen
müstevlilere karşı direniyor ve özellikle de Millî Mücâdele yıllarında canhıraş
bir şekilde vatanını savunarak sömürgecilerin boyunduruğunu ve mandacılığını
reddediyordu.
Son
yıllarda da diğer mazlum coğrafyalardaki milletleri uyandırmaya çalışan
Türkiye, târihî misyonuna uygun olarak bu milletlere önderlik yapıyor ve her
konuda onların sorunlarıyla yakından ilgileniyor.
İslâm
ve terör
Ancak,
Türkiye bunu yaparken, diğer İslâm coğrafyalarında yaşayan Müslüman grupların
bazıları, güya Batılılardan geçmişin intikamını almak için, Batılıların da
kendilerini terörize etmesi ve kışkırtmasıyla terör ve anarşist eylemlere
başvuruyorlar.
Bu
yöntem, son derece yanlış olduğu gibi, İslâmî bir yöntem de değildir. Çünkü
İslâm, ismiyle müsemmâ olduğu üzere bir barış dinidir ve İslâm’da anarşi de
yoktur, terör de yoktur, intikam da yoktur.
Zâten
bu durum, tam da Batılıların istediği bir durumdur ve Batılıların İslâm
ülkelerini işgâl etmek için yine onlar tarafından kurulmuş olan bir tuzaktır.
Ama ne yazıktır ki, kurulmuş olan bu tuzağa aklını kullanamayan Müslümanlar
kolaylıkla düşebilmektedir.
Doğru
yöntem ve çözüm
Doğru
yöntem, aklımızı kullanarak çok çalışmak, bilim ve teknoloji üreterek
zenginleşip güçlü olmak ve her sahada onları geçmek olmalıdır.
Tabiatıyla bunu yapmak zor olduğu için, hiç kimse elini taşın altına sokmak istememektedir. Çünkü bilim ve teknoloji üretmek emek ister, çalışma ister, disiplin ister, sabır ister. Bu da genel olarak Müslümanlarda olmadığına göre, işimiz daha bir hayli zor gibi görünmektedir maalesef!